Son Saatlerim ve Çocuklarımın Acısı
Adım Taybet İnan. Siz beni Taybet Ana olarak hafızanıza kazıdınız. Hepinize bir ana çocuklarıma acı bir hatıra bıraktım. Oysaki, çocuklarımın gözünde bir güvenceydim, onları sarıp sarmalayan o güçlü kollar bendim. Silopi’nin soğuk ve karanlık gecelerinden biriydi, ortalık yine çatışmalarla çalkalanıyordu. O gün ne olacağını bilmeden çıktım sokağa, gündelik hayatın sıradanlığıyla. Ama o sıradanlık, bir anda yerini kaosa, vurulmaya, kan kaybetmeye ve çaresizliğe bıraktı. Bir kurşun bedenimi delip geçti, birden bire soğuk zeminle buluştu yüzüm. Yaralıydım, ama daha ölmemiştim. Sadece nefes almak zordu, gitgide daha da zorlaştı.
Oğlum biliyor muydu? Haberi olmuştu mu? Ona ulaşamadım ama hissettim; içimde bir yerde oğlumun çaresizce ağladığını biliyordum. İlk vurulduğumda koştu, biliyorum, ama yetişemedi. Amcası denedi beni kurtarmayı, ama onu da vurdular. Yardım istediler, belki de bütün kapıları çaldılar. Ama kimse gelmedi. Oğlum gözyaşlarıyla, elleri titreyerek çaresizce izledi beni. Bir anne olarak, çocuklarına böyle bir acı yaşatmak, beni daha da ağır yaraladı.
Saatlerce, soğuk kaldırımlarda öylece kaldım. Ne kadar çok üşüdüğümü hissettim. Bedenim, o karakışın içinde taş kesiliyordu. Ellerim sıkıca eşarbıma sarılmıştı, belki de içimd topluyordum lan son gücümü artık benden geriye bir şey nuınamıştı. Kanım kurumuştu, nefesim kesilmişti, ama ruhum çocuklarıma bakıyordu hâlâ.
Yedi gün… Tam yedi gün orada kaldım. Beni sokaktan almak için çocuklarım, komşular, insanlar seferber oldu. Ama kimse bir şey yapamadı. O soğukta, benden geriye kalan bedenim, taş olmuştu. Çocuklarımın o yedi gün boyunca uyumadığını biliyorum, belki de köpekler gelir diye korkmuşlardı, belki de cenazem üzerinde uçuşan kuşları düşündüler.
Bir annenin en büyük görevi, evlatlarını korumaktır. Ben ise onların çaresizliğine neden oldum. Ne hissettim? Canımın nasıl yandığını, ellerimin nasıl kaskatı kesildiğini, yüzümün düşerken toprağa nasıl battığını biliyorum. Ama en çok, çocuklarımın bana ulaşamamasının, gözlerimin açık kalışının onların kalbinde nasıl bir yara açtığını hissediyorum. Oğlum, bana bu mektubu yazarken içindeki acıyı tüm dünyaya haykırmak istedi. O acıyı, dünyaya karşı çaresizliğini bir kağıda döktü. Benim bedenime yapılanlar, aslında onların ruhlarına yapıldı.
Oğlumun yazdığı gibi: “Annem 7 gün o karakış soğuğunda kaldı. Gözleri açık, elleri kaskatı, ama kalbi hep bizimle atıyordu. O kargalar, o canavarlar annemin bedenini parçaladılar ama bizim annemizi öldüremediler. Onun sevgisi, öyle güçlüydü ki, biz hep hissedeceğiz.”
Ben Taybet Ana. Artık burada değilim ama çocuklarımın acısı ve bu şehrin tanıklığı hâlâ devam ediyor.
Taybet Ana’nın hikayesi, Türkiye’de insan hakları ihlallerinin ne kadar derin ve trajik bir boyut aldığını gözler önüne seren bir örnektir. Şırnak’ın Silopi ilçesinde, 57 yaşındaki Taybet İnan (Taybet Ana), evinin önünde vurularak öldürüldü ve cenazesi 7 gün boyunca sokakta bırakıldı. Onun ölümü, insan hakları ihlalleri açısından en temel prensiplerin ihlal edildiği, acımasız bir olaydır.
Bu tür olaylarda, çatışma bölgelerinde bile, savaş hukukunun belirlediği temel insani normlar devreye girer. Ancak Taybet Ana’nın vurulduktan sonra cenazesine ulaşılmasına izin verilmemesi, bu normların nasıl ihlal edildiğinin açık bir göstergesidir. Çatışmalar sırasında ölü bedenlere saygı gösterilmesi, yaralılara tıbbi yardım sağlanması ve cenazelerin defnedilmesi gibi insani haklar, uluslararası hukukta koruma altına alınmıştır. Ancak Taybet Ana’nın cenazesi, devletin güvenlik gerekçeleriyle alıkondu ve sokakta günlerce bırakıldı.
Taybet Ana’nın ölümünde ve cenazesine yapılan muamelede, sadece bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda sistematik bir insan hakları ihlalinin simgesi olarak değerlendirilebilir. Cenazesi sokakta beklerken ailesinin maruz kaldığı çaresizlik ve acı, devletin uyguladığı baskıcı politikaların bir sonucudur. Oğlu annesinin cansız bedenine ulaşamadan gözyaşları içinde çaresizce bekledi; kimse ona yardım edemedi. İnsanlık onurunu hiçe sayan bu ihlal, devletin güvenlik operasyonları sırasında sivillere yönelik tutumunu da ortaya koymaktadır.
Bir insan hakları savunucusu olarak, bu tür olaylar sadece bireysel bir dram değil, toplumsal travmanın bir parçasıdır. Taybet Ana’nın cenazesinin günlerce sokakta kalmasına izin verilmesi, devletin temel insan haklarına yönelik kayıtsızlığının sembolüdür. Bu tür uygulamalar, sadece hukuki değil, aynı zamanda vicdani bir sorumluluk taşır ve toplum olarak bu tür ihlallerin hesap sorulması gerekir.
Bu olayın bizlere hatırlattığı en önemli şey, insanlık onurunun her koşulda korunması gerektiğidir. Taybet Ana’nın yaşadığı ve ailesinin maruz kaldığı acı, sadece bir aileye değil, bir toplumun vicdanına yöneltilmiş bir saldırıdır. Bu olayın hesabının sorulması, adaletin yerini bulması açısından bir zorunluluktur.