Bugün mü? Yarın mı? Bu Savaş Ne Zaman Bitecek?

Diyarbakır’ın Hazro ilçesine bağlı bir köyde 1982 yılında doğdum. Evliyim ve bir kızım var.

Daha önce köyde kalırken, 1992 yılında köyümüzü yaktılar. Devlet bize zulmetti, biz de Diyarbakır’a gelmek zorunda kaldık. PKK olaylarından dolayı köyün üzerinde çok baskı oluştu. Bizi köyden tehditle çıkardılar. Yaşadıklarımızı hiç unutmuyorum. Ben daha 6 yaşındaydım evimize baskın yaptılar. Askerler polisler ve korucular çamurlu ayaklarla evin içine kadar giriyorlardı. Yataklarımızı, döşeklerimizi, perdelerimizi, bütün eşyalarımızı çamur içinde bırakıyorlardı. Bunlar bir türlü gözümün önünden gitmiyor. Göç ettirildiğimiz zaman amcam, büyük annem ve de bir halamla beraberdik. Biz göç yolundayken arabamızı taradılar. Amcamı öldürdüler, amcam öldüğü zaman Diyarbakır’a yaklaşmıştık, önümüzü kestiler, bir genci kaçırdılar, ona işkence ettiler. Annem o zaman üstüne benzin döktü ve dedi ki; “Ya o gençleri bırakacaksınız ya da kendimi de çocuğumu da yakacağım”. O zaman korucu vardı ismi Heko’ydu. Annem ona “Çocukları bırakın!” dedi. O da baktı annem gerçekten kendini ve çocukları yakacak, onları bırakıp “Yardımcı olun” dedi. O zaman bütün gençleri bıraktılar. Arabaya bindik Diyarbakır’a geçtik. Sonra babam ve amcam İnsan Hakları Derneği’ne gidip dilekçe verdiler. Babam oradan dönüyorken, babamın başına torba geçirip onu kaçırdılar, onu kaçırdıklarında biz 4-5 gün boyunca babamdan haber alamadık. “Size bir ders verdik!” diyorlardı. Sonra haber gönderdiler, “Onu öldürdük” dediler. Ama o sonra ellerinden kurtuldu. Sonra biz Diyarbakır’dan da çıktık başka bir köye gittik. Adresimizi bilmesinler diye, babamın peşindeydiler. 4-5 yıl köyde kaldık, sonra tekrar Diyarbakır’a geldik. Burada birkaç yıl kaldıktan sonra Manisa’nın Salihli ilçesine gittik. Orada birkaç yıl kaldıktan sonra tekrar Diyarbakır’a döndük. Sonrasında da ben Sur’da evlendim ve oraya yerleştim. Diyarbakır’a geldiğimizden beri, 23 yıldır Sur’da yaşıyoruz.

Bunların dışında politik sebeplerle 2011 yılından beridir, eşim cezaevinde, 20 yıl 7 aya mahkûm edilmiş. Bu nedenle son yasak sürecinde evde ben, kızım, kaynanam, bir de 2 tane görümcemle beraber kalıyorduk. Yani 5 kişi orada kalıyorduk, tek çalışan bendim. Çatışmalar başladığında, biz 3 aile bir odaya girmek zorunda kaldık. Komşumuz en üste katta kalıyordu, evimizin karşısındaydı. Çok büyük bir çatışma başlamıştı. Polisler bağırıyordu, aşağı indiğinde, kapıyı açtığında bağırıyordu. O zaman evde misafirler vardı, her yerden kurşunlar geliyordu. O zaman kızımın psikolojisi bozulmuştu. Kızım 6 yaşındaydı. Yukardan helikopterler ateş ederken o bağırıyordu “Anne üzerimize kurşunlar geliyor!” diyordu. Çok korkuyordu “Biz de çıkalım buradan gidelim” diyordu. Çok korkuyordu… Çıkacak bir yerimiz yoktu, hiçbir yere gidemiyorduk. Kızım hâlâ kendine gelebilmiş değil. Hâlâ da psikolojisi düzelmedi. Savaş bittikten sonra kızım hep “Ben savaşı özledim. Neden tekrar çatışmalar olmuyor?’ diyordu.

Üzerimizde beş kuruş para yoktu. Çıkıp nereye gidecektik!

Çatışmalar altı ay boyunca sürdü. Biz de bu süreçte orada kaldık. Bazen suyumuzu ve elektriğimizi kestiler yine de çıkmadık. Çünkü gidecek yerimiz yoktu. Kendimizi bildik bileli oradaydık. Evde erkek yoktu, ben 2 görümcem ve kaynanam vardık. Üzerimizde beş kuruş para yoktu. Çıkıp nereye gidecektik! Biz evde kaldık, ölürsek de evimizde ölelim, başka bir yere neden gidelim dedik. Hem nereye gidecektik… Oradayken ölüm psikolojisi çok ağır oluyor. Gece bombalar patladığında, sanki o gece üzerine bir bomba düşecek ve o gece her şey bitecek sanıyordu insan. Burada çok büyük zorluklar yaşadım. Hâlâ televizyonda savaşla ilgili bir haber gördüğümde her şey gözümde canlanır. O zamanlarda gece, yatakta başımızı yorganların altına, yastıkların altına koyardık. Bombaların sesinden hiç uyuyamıyordum. Sonra yavaş yavaş alışıyorduk. Gece olduğunda camlarımız kurşun sesleri ile titrer ve bazen camlarımız kırıldı. Yaşananlar büyük bir zulümdü. Kızım daha 6 yaşındaydı, böyle bir şey hiç görmemişti daha önce, bu yüzden büyük bir zorluk yaşıyorduk.

Gündelik yaşam içerisinde, daha önceki yaşantılarımızda olduğu gibi, doğru düzgün temizlik yapamıyorduk. Elimiz iş tutmuyordu. Çünkü o ortamda kurtulacağını düşünmüyorsun… Belki o anda ölebilirsin… Çok fazla şey düşünemiyordum. Çünkü insan o şartlar altında pek düşünemiyor. Bazen yemek hazırlıyorsun, sofraya oturuyorsun ve bomba sesleriyle o lokma boğazında kalıyor. Çünkü gözlerinin önünde her zaman bir top patlıyor, duman kalkıyor, ateş yükseliyor… Bazı aileler göç ettiler. Bazı tanıdıklarımız Batman’a gitti. Benim kaynanam, aynı zamanda halam olur ve bütün ailemiz Sur’da yaşıyoruz. Nereye gidecektik! Elektrik bazen 2-3 gün kesiliyordu ben mum yakıyordum. Bazen de lüküs lambası yakıyorduk. Yemeğimizi küçük tüpte pişiriyorduk. Soba kurmuştuk, suyumuzu onun üstüne koyup ısıtıyorduk, öylece banyo yapıyorduk. Sobada çoğu zaman yemeğimizi de yapıyorduk. Hem ısınıyorduk hem de yemek yapıyorduk. Adet dönemlerimizde de yine sobanın üzerinde su ısıtıp kendimizi o şekilde temizliyorduk. Yani çok büyük zorluklar çektik. En sonunda da suyumuzu kestiler, o zaman da çocuklar camii avlusundan su taşımaya başladılar. 6. kata kadar. Bir gün suyu kesiyorlardı bir gün de elektriği. Ama artık Sur’da hayat kalmamıştı. Şimdi de artık Sur’da eskisi gibi neşe kalmamış durumda. Bizim için Sur’un yeri bambaşkadır. Birçok yer gezdim, Türkiye’de birçok yere gittim ama Diyarbakır, Sur kadar güzel bir yer bulamadım. Yani bizim için Sur’un yeri bambaşkadır.

Yasak sürecinde bizim evde ölen ya da yaralanan olmadı ama çok şey gördük. Bir kere damdan dışarıya bakarken panzerin bir gence ateş ettiğini gördüm, başından vurdular… Lavaboya koştum her tarafım titriyordu, kustum orada. Her şeyi söyleyemiyordum, kızım duymasın, onunda psikolojisi bozulmasın diye banyoya gidiyordum. Orada ağlıyordum, orada bağıra bağra ağlıyordum. Çok genç biriydi onu öylece vurdular. Sonra Ali Paşa’da bir anne fırına hamur götürürken yolunu kesiyorlar, “3 tane çocuğum var” diyor. Polisler izin vermiyorlar ona. Sonra kadın kalkıp sokaktan yukarıya doğru yürüyor. Çok silah sesi geliyordu… Sonra kadın bana anlattı, 2 tane erkek ve bir kızı yukardan aşağıya getiriyorlarmış. Aynı zamanda kadına da hakaret ediyorlardı. Birkaç kişi pencereden bağırdı “Ne yapıyorsunuz!” diye. Onlara da kadına da küfür ettiler; “Orospu biz oraya gelirsek sana ne yapacağımızı biliyoruz!” dediler. Onlar öyle hakaret edince gençler onlara taş attı, gençlere de hakaret etmeye başladılar. Gençlere çok hakaret ediyorlardı, “Gidin bize annenizi, kız kardeşinizi gönderin” diyorlardı. Bunları gözlerimizle gördük. 6 ay boyunca, tank ve top seslerini dinledik.

Bir gün hastaneye gitmiştim, hastaneden dönerken Başbakan Diyarbakır’a gelmiş diye küçük kızımı bile arayıp öyle bıraktılar. Onlara “Kızımı niye arıyorsunuz? Sanki biz de silah mı var? Kızım Sur’un içinde 6 ay kaldı ve psikolojisi bozulmuş” dedim. Dedim ki “Kızım artık bütün silahların isimlerini bile söyleyebiliyor.” Kadınlar günüydü 8 Mart’a meydana gittik. Kızım, kadın bir polis görünce ona “Ben ağlamıyorum” dedi. Kadın, “Anlamadım sen neden ağlamıyorsun?” diye sordu. Kızım “Çünkü korkuyorum” dedi. Ona dedim ki “Benim kızım Sur’da 6 ay kaldı, o savaşı gördü, helikopterleri gördü.” Helikopterler geçerken o bize “Koşun! Şimdi yukardan kurşunlar yağacak” diyordu. Yukarıdan kurşunların yağdığını, kendi gözleriyle gördü.

Kızım çok etkilenmişti, helikopterler geçerken “Anne yine savaş mı çıkacak?” diyordu…

Biz Hançepek’te olduğumuz için Sur’dan çıkmadık. Çatışmalar, yüz metre uzakta kalıyordu. Bu nedenle biz çıkmadık evimizden. Evde çalışan bir erkek de yoktu ve hiçbir gelirimiz de yoktu. Nereye gidecektik. O evden de bundan 3 ay önce çıkmak zorunda kaldım. Çünkü, kızım çok etkilenmişti, helikopterler geçerken “Anne yine savaş mı çıkacak?” diyordu. Kızımın psikolojisi bozulduğu için çıktık ve bu mahalleye geldik.

Savaş içerisinde hayatımız hiç iyi değildi. Bir gece çok çatışma vardı, üç aile aynı odada kalıyorduk. Bebekler vardı odada, erkekler vardı, kadınlar vardı… Hepimiz odada uyuduk. Komşumuz geldi dedi ki “Benim pencereme kurşun değmiş, o yüzden ben o evde kalamam.” Onu da evimize aldık. O anda düşündüğünüz tek şey, biz artık kurtulamayacağız, oldu. Çünkü o zaman sürekli anons yapıyorlardı, diyorlardı ki “Siz Ali Paşa’dakiler, çıkınız. Eğer çıkmazsanız hepiniz öldürüleceksiniz.” İnsanları zorla çıkardılar. Oradan biz nereye gideceğiz diyorduk. Biz de çıkıp, birinci kata indik. Amcamın evi oradaydı. Orada sobamızı kurduk. Biz 5 kişiydik, amcamın ailesi de 6 kişiydi. Surda yaşadıklarım bir türlü aklımdan çıkmıyor, hâlâ başımı yastığa koyduğumda gözlerimin önüne geliyor her şey. Silah sesleri hâlâ kulağımda. Kaynanam her silah sesi duyduğunda çok korkuyordu, onun da psikolojisi bozulmuştu. Bizim için 6 ay çok zor geçti. O zamanlarda ne kimsenin konuşmasını ne de kimseyle konuşmak istiyorsunuz. Ben de sürekli duruyordum, psikolojik olarak çökmüştüm. Kötü rüyalar görüyordum. İlaçlar kullanıyordum. Psikolojik ilaç tedavisine başlamıştım. Bu savaş ortamında kızım da hastalanmıştı. Onu doktorlara götürüyordum, onlar da anlamıyorlardı hangi hastalığa yakalandığını. Ben onlara diyorum ki “Biz Sur’da 6 ay kaldık, o yüzden kız böyle hastalanmış.”

Elimi kaldırdım, erkek bir polis üstümü aradı. Ona dedim “Sen beni arama. Kadın polis arasın.” Sırtıma bir tekme vurdu, beni duvara yapıştırdı…

Savaş başladığında ben kızımı yeni kaydettirmiştim okula. Okulun karşısında bir ailenin evine roket düştükten sonra, korktum, çocuğu okula göndermedim. Bu nedenle, okula bir yıl geç başlamış oldu. Çünkü kızım okula gidip gelemiyordu. Ben çalışmak zorunda kaldım, belediyede çalışıyordum. İşe yürüyerek gidiyordum. Kar yağıyordu, yağmur yağıyordu. Çok soğuktu, yerler hep buz tutmuştu. Şalımla yüzümü kapatıp koşuyordum, kapıya geldim. Tam kapıya yaklaştığımda polisler bağırdı, “Dur, yoksa ateş edeceğiz” dediler. Elimi kaldırdım, erkek bir polis üstümü aradı. Ona dedim “Sen beni arama. Kadın polis arasın.” Sırtıma bir tekme vurdu, beni duvara yapıştırdı. O zaman bana küfür etti, beni taciz etti. Ona “Dur!” dedim. “Yapma beni niye tutuyorsunuz?” dedim. Servisim geçiyordu. O zaman arkadaşlarımı gördüm. Bir polis geldi. Ona “Kadın polis beni arasın! Sen arama! Çantama da bakma!” dedim. Kadın olan polis gelip çantama baktı, o anda polisin sesini duydum “Kadının fiziği ne kadar güzeldi” diyordu. O anda dönüp ona “Seni kime şikayet edeyim? Köpeği köpeğe şikayet edemem, çünkü hepiniz aynı köpeksiniz” dedim. “Devam et, sen bana bir şey mi söyledin? Gel buraya sen, bana bir şey mi söyledin?” diye sordu. “Duyduğun şeyi duydun ne diyeyim. Sen beni taciz ettin!” dedim. Bana küfür etti; “Orospu, kahpe! Git yoksa seni tuttuklarım” dedi. Sonra başka arkadaşlar geldi, beni götürdü. O anda beni öldürsün istedim.

Kızıma masallar anlatıyorum. Anlatacağım masallar bitmişti artık savaşları ve masalları karıştırarak anlatıyordum…

O gece kızım hastalandı. Ateşi bir türlü düşmüyordu. Taksi de yoktu. Taksi çağıramıyorduk Ambulansı aradım. Kızım bir türlü kendine gelmiyordu. Kızım kendine geldiğinde ambulanstakiler beni aradı, “sokağa giremiyoruz, komşulardan biri getirsin [kızı]” dediler. Komşular geldi, götürdük caddeye çıkardık. Ambulans caddede duruyordu. Ben, görümcem ve bir de komşumuz götürdük. Kızımı sırtımda taşıdım. Bel fıtığım olduğu için kızımı taşıyamıyordum artık. Panzer geldi, bir yandan da silah sesleri geliyordu. O anda sebepsiz yere öldürüleceğimizi düşündük. Sonra hastaneye kadar yürüdük kızımla. 3 saat boyunca serum taktılar biz hastaneden çıkıncaya kadar panzer orada durmuştu. Sonra tekrar bizi takip etti. Bize öyle bir psikoloji yaşattılar ki! Çocuk ishal oluyordu, ateşi çıkıyordu, serum taktılar. Doktora söyledim ki “Hocam biz Sur’dan geliyoruz.” Bana dedi ki; “Çocuğunu oradan çıkar.” Ona, “Nereye gidebiliriz ki! İmkânımız yok ki oradan çıkalım.” dedim. Çıkarken polisler orada oturuyordu. Bize bakıp gülüyorlardı. Sonra komşumuzun oğlunu aldılar “Terörist yakaladık” dediler. Onlara “Çocuğu bırakın, çocuk aceleden evde kimliğini unuttu” dedim. Kimlik numarasını biliyordu. Çocuk onlara kimlik numarasını söyledi ama onlar çocuğu bırakmadı. “Onu karakola götüreceğiz” dediler. Onlara, “Beni, görümcemi ve çocuğumu da alıp karakola götürün” dedim. Çünkü ben çocuğun annesine söz vermiştim. Ona demiştim ki çocuğu beraberimde götürüp tekrar geri getireceğim. O anda beni daha önce taciz eden polisi orada gördüm, baktım bana diyor ki “Zor bayan.” Beni orada taciz etmeye devam etti. O anda çocuğun yanında bir şey söylemiyordum, benim yüzümden çocuğun başına bir şey gelmesin diye. Çocuk bana sordu “Abla sana ne dedi?” diye. Ona bir şey demedi dedim; yeter ki, benim yüzümden çocuğa bir şey olsun istemedim. Çünkü onun ellerini plastik kelepçeyle, tersten bağlamışlardı. Çocuğa moral vermeye çalışıyordum; “Bir şey olmaz. Seni kurtaracağım. Seni kurtarmadan gitmem” diyordum. O anda bir polis çıktı, “Ben bunları gördüm” dedi. Ben ona “Çocuğu içeriye alıyorsanız, beni de alın. Ben onun annesine söz verdim” dedim. Sonra çocuğu verdiler, bizi sokağa attılar, kızım ağlamaya başladı. Kurşunlar ortalığa saçılıyordu, silahlar patlıyordu. Başımdaki şalı açtım kızımın sırtına bağladım ve koşmaya başladım, sokağa girdim. Sur’un içinden geçerken, sürekli silahlar patlıyordu, koştum. Sokağa girdik ve en sonunda evi bulduk. İçeri girdik. Her yerden kurşun geliyordu. Ne olduğunu, kim olduklarını görmüyordum. Her yerden ateş açıyorlardı. Bir gün pencereden bir ses geldiğini duydum, klimaya kurşun değmiş, alev almıştı. Ben o anda kızım korkmasın diye, onu diğer odaya gönderdim. “Bizim klimaya bir şey olmamış. Sadece dışarıdaki trafo yanıyor” dedim. Şalterleri kapattım ve içeri girdim. Biraz sonra içerdeki duman bitmişti. O gün sabah 6’ya kadar uyuyamadım. Kızıma masallar anlatıyorum. Anlatacağım masallar bitmişti artık savaşları ve masalları karıştırarak anlatıyordum. “Anne sen ne biçim masalar anlatıyorsun?” diyordu. Bu nasıl bir hayat… Kızım hâlâ söylüyor “Annem bana masal anlatırken savaşı ve masalları

birbirine karıstırdı.” Çünkü dışarıdan sürekli silah sesleri geliyordu. Ben kızımı nasıl uyutacağım diye düşünüyordum. Masal anlatırken ona “Top mermisi şöyle düşüyor” diyordum. O da bana: “Anne, bu ne biçim masal?” diyordu. Duruyordum sonra düşünüp bir şey daha anlatıyordum, sonra aklım istemsizce, tekrar savaşa gidiyordu. Bu şekilde kızımı uyutmaya çalışıyordum. Çok ciddi zorluklar yaşadım.

Bir gün çıkıp hastaneye gitmiştim. Hastaneden çıkıp geldiğimde, 4. kata kadar olan bütün evlerin kapılarını kırmışlardı. Bizim kapımızla da oynamışlardı ama açamamışlardı. İçeri girmişler desem yalan olur. O anda dışarıda 3-4 tane top mermisi patladı. 3 saat hastaneye gittim geldim. Her yer savaş alanına dönmüştü. Pencerelerimi naylonlarla kapattım. Çünkü üzerimde beş kuruş para yoktu. Ne yapabilirdim, eşim cezaevindeydi. O da bizim durumumuzu sorduğunda, üzülmesin diye, biz iyiyiz diyorduk. Aklı bizde kalmasın diye, nasıl geçiniyorsunuz dediğinde, geçimimiz iyi diyordum. O arada kayınpederim beyin kanaması geçirdi ve öldü. O günkü şartlarda onun yasını bile doğru düzgün tutamadık. Aceleyle iki Yasin [Suresi] okuduk, başka da bir şey yapamadık. Korkudan kimse bizim eve yasa gelmiyordu. Kimse kimsenin evine gidemiyordu. Komşularımızdan bazıları korkularından düşük bile yaptılar. Onlar düşük yaparken çok sancı çekmelerine rağmen onları hastaneye götüremedik.

Devletin çok zulmüne şahit olduk. 2009 yılında eşimi aldıklarında gördüm, evlerimizi basmışlardı. Polisler evin içine girdi. Devamlı baskın yapıyorlardı. Bir gün “Yeter artık! Ne istiyorsunuz bizden. Çocuklarımız artık sizi sürekli kabuslarında görüyor” dedim. Bana dedi ki “Ben eve gidip duş alacağım çünkü ben cenabet cenabet geziyorum.” İnsan Hakları Derneği’ne gittim. Dedim ki o polis benim evimde böyle konuştu. Bana, ayrıca “Bir erkek senin gibi güzel bir kadını nasıl bırakır? Sana numaramızı verelim, canın sıkıldığında bizi ara” dedi. Ben de bağırdım onlara. Bağırdığım zaman elindeki tüfekle sırtıma vurdu. Karakola gittim. Şikayet ettim. Bana numarasını veren polis oradaydı. Bana dedi ki “Sen nereye gidip de beni şikayet ettin? Gittiğin o karakolu da yakarım seni de yakarım.” Bana “Elini aç!” dedi. Elimi açtım, avucuma bir tane mermi koydu. Bana dedi ki “Senin artık ölümün gelmiş.” Korkmadım, tekrar İnsan Hakları Derneği’ne gittim. Yine de savcılığa gittim. Dilekçe verdim. Sonra komiser telefon açıyor “Arkadaşımın üzerine bu kadar gidiyorsunuz, suçu ne sanki!” diyordu. O zaman psikolojim tam bozulmuştu. Sürekli tansiyonum çıkıyordu, bayılıyordum, kendimden geçiyordum, bir türlü kendime gelemiyordum. Hastaneye gittim. Bana yine serum verdiler.

Bir gün de yolda giderken saçımdan tutup beni duvara yapıştırdılar [polisler]. Ne olduğunu anlayamadım, hırsız olduğunu sandım, çantamı alıp kaçacaklarını sandım. Arkamdan bağırıyordu biri “Orospu! Senin ölüm emrin çıkmış. Seni öldüreceğiz, ama seni öldürmeden önce bir yere götüreceğiz. Keyfimizi almadan seni bırakmayacağız.” Tekrar mahkemeye gittim. Karakola gittim. Dilekçe verdim. En sonunda tekrar evimize gelip başıma silah dayadılar. Ben ve görümcem beraberdik. Benim ve görümcemin kafasını birbirine çarptılar. Yani biz işkence gördük. Ben taciz gördüm, kötü laflar işittim. Bize etmedikleri hakaret kalmadı. En sonunda kapımıza gelip bana dedi ki; “Bu senin dışarıya son çıkışın olacak. Her yerde senin ölünü gezdireceğiz” dedi. 24 saat boyunca polis kapımızda duruyordu. Kapıdan çıkamıyordum. Kaçtım İstanbul’a gittim. Doktor bana “Sen ne yaşadın? Bir şeyler yaşamışsın, konuşurken, kendinden geçiyorsun. Dilin ağırlaşıyor. Sen doğru düzgün cevap veremiyorsun” dedi. “Sen bana anlatmadan seni tedavi edemem” dedi. Ben oturdum, doktora 1 saat boyunca anlattım. Ve ağladım, bağırarak anlattım. Taksiyle eve gelinceye kadar da sanki o tacizleri tekrar yaşamış gibiydim.

Biz kadınlar, anneler hiçbir zaman savaşın olmasını istemezler. Bir anneyi düşünürsek mesela, kendi canını değil de çocuğunu düşünür. Kendi çocuğu için her şeyi yapar, ona kurşun gelmesin diye kendisini öne atar. Bir zamanlar kendi kendime diyordum ki eğer bir kurşun gelse de benim ayağıma değsin, kızıma bir şey olmasın. Bu yüzden onun önünde yürüyordum. Çok zor şeyler yaşadık. Kadınlar Sur çatışmaları zamanında çok zor şeyler yaşadılar. Biz kadınlar zaman zaman bir araya geliyorduk. Savaş üzerine konuşuyorduk. Tek gündemimiz savaştı o süreçte. “Bugün mü? Yarın mı? Bu savaş ne zaman bitecek?” diye soruyorduk birbirimize. Çocuklarımızı nasıl kurtaracağımızı düşünüyorduk. Ne zaman anlatmaya çalışsam bir şeyleri, sanki hâlâ top seslerini, kalaşnikof seslerini duyar gibiyim…

Biz, Kürt kadınları her zaman barış istiyoruz. Barış ve huzur istiyoruz. Benim yaşadıklarımı kimse yaşamasın istiyorum. Bu kadar baskı altındaydık, hakaret gördük. Amcam gözlerimin önünde öldürüldü. Çocukluğumu hiç yaşamadım. Benim kızım bebekleriyle oynadığında ben de gidip onun saçları ile oynuyorum. Ben ona diyorum ki “Ben böyle bir şey görmedim, böyle bir şey yaşamadım hiç çocukluğumda, böyle oyunlar tatmadım, oyuncağım hiç olmadı.” Köyümüz yakıldı. Şehre geldik sonra başka yerlere gittik. İmkanlarımız yoktu. Sonra neyin içerisinde bulduk kendimizi! Annemiz pamuk toplamaya gidiyordu. Biz de onunla beraber gidiyorduk. Düşüyorduk, çalı çırpı toplayıp evimize getiriyorduk. Evimizi ısıtmak için. Kendimizi bildik bileli işteydim. Ve çatışmaların içindeydik. Yani kızımın benim yaşadıklarımı yaşamasını istemiyorum. Ben barışın ve huzurun olmasını istiyorum. Kızımın güzel şeyler yaşamasını istiyorum, onun barış içinde büyümesini istiyorum. Kızım babasını görmedi. O beş aylıkken babası cezaevine girdi. Babasız büyüdü. Yani biz ne kadar barışı istersek onlar o kadar karşı çıkıyor. Ama tek dileğim yine de barıştır!

// BÎRGEH

.................................

// Sosyal Medya Hesaplarımız

Sepet (0 ürün)
^