Kendi Evine Döndüğünde, Çocukluğunu Geçirdiğin Mahalleyi Tanıyamadığını Düşün

1985 yılında Şemzînan*’ın bir köyünde doğdum. Ama Gever**’de büyüdüm. Yasak sürecinde Yeşildere Mahallesi’nde oturuyordum. Evlerimiz yıkıldığı için Cumhuriyet Mahallesi’nde kalıyoruz. Her birimiz bir yere dağıldık, kiralık evlerde kalıyoruz. Olaylar başladığında üniversitede, Siyaset Bilimi öğrencisiydim.

Sokağa çıkma yasakları

Gever’e döndüğümde yasağın başladığını bilmiyordum. Mahalleye geldim giremiyordum. Babama telefon açtım, “Baba gel yolu kapatmışlar, bana yardım et mahalleye geleyim,” dedim. Mahalleye geldiğimde, babama neler olduğunu sordum, babam da ‘Kızım valla özyönetim*** ilan etmişler’ dedi. Babama, özyönetim nedir, neden kurulmuş diye soruyordum. Babam da bilmiyordu ‘Kızım valla bende bilmiyorum, yönetim kuracağız dediler, yönetim kurdular’ dedi. Babamla beraber ertesi gün gittik, yeni insanlar gördüm. Konuşmaları bizimkine benzemiyordu. Babama kim olduklarını sorduğumda, babam “Gelenler onlar, onlar hevallerdir. Özyönetim ilan etmek için gelmişler” dedi. Gördüklerim karşısında çok korktum. Bana selam verdiklerinde bile korkuyordum, geri çekiliyordum. Babam “Kızım sen niye böyle yapıyorsun” diyordu ben de elimde olmadığını korktuğumu söylüyordum. Hayatımda gerilla görmemiştim aniden gördüğünde korkuyorsun. Daha sonra yasak başladı, mahallelere saldırılar oluyordu ve savaş artık başlıyordu. Savaşın ortasında kalmak çok zor bir durum. Psikolojin bozuluyor, öldürülenleri görüyorsun, ölenleri görüyorsun, yaralıları görüyorsun…
Biz ve amcamlar aile apartmanında kalıyoruz. Olaylar olduğunda bizim evde 6 kişi yaşıyordu. Apartmanda da toplamda 8 aileydik. Amcamın 5 ve10 yaşlarında çocukları vardı, bizler yaşça büyüktük. Olaylar olduğunda kadınlar önce çocuklarına yöneliyorlardı, önce çocuklarını teselli ediyorlardı. Çocuklar çok korkuyordu. Benim yaşlarımda, abimin bir kızı vardı, o çok korkuyordu. Silah sesleri geldiğinde ağlayıp “Anne valla bizi öldürecekler” diyordu. Dışarıda polisi gördüklerinde kaçıp geliyorlardı. Psikolojileri de bozuldu, bizim psikolojimiz bozulurken bir çocuğun ruh hali nasıl sağlam kalsın? Korkuyorduk dışarı çıkamıyorduk. Gever halkı da ses çıkarma eylemi yapıyordu, pencerelere bir şeyler vuruyorlardı, biz de bazen katılıyorduk.

Arabalar mahalle içine gelemiyordu. Yola kadar gidip getiriyorlardı, anne baba, kardeş hepimiz beraber gidip erzağımızı getiriyorduk. Yemeği de ya annem ya abimin eşi ya ben ya da babam yapıyordu, zaman zaman babam da bize yardım ediyordu. Yani korktuğumuzu biliyordu babam, “Bugünkü yemeği ya da kahvaltıyı ben hazırlayacağım” diyordu. Bize yardım ediyordu o süreçte, korktuğumuzu biliyordu. Suyumuz da devletin suyu değildi, sondaj suyuydu, o yüzden elektrik gittiğinde zaten su da gidiyordu. Kimse gece banyo yapmaya cesaret edemiyordu. Elektrik olduğu zaman zaten suyumuz ısınıyordu. Olmadığında kimse banyo yapamıyordu. Mahalleye saldırı olduğu zaman elektriğimiz kesinlikle olmazdı. Elektrikler kesildiğinde ya da telefonların sinyali gittiğinde kesinlikle mahalleye saldırı olacak diyorduk. Zaten saldırı olacağını anons ile de duyuruyorlardı.

Biz kadınlar bu süreçte birbirimizle dayanışma içerisindeydik. Herhangi bir şeye ihtiyaç duyduğumuzda, mesela kadın pedi, bende varsa başkasına veriyordum, başkasında varsa o da bana veriyordu. Kendi içimizde bir komün kurmuştuk. Kimin neyi varsa bir diğeriyle paylaşırdı. Savaş başladığında, herkes bize geliyordu. Evimiz mahallenin içindeydi, bize “Eviniz daha sağlamdır” diyorlardı. O yüzden hepimiz bodruma iniyorduk, herkes orda kalıyordu, erzaklarımızı da yanımızda götürüyorduk. Hem korku vardı hem de dayanışmanın güzelliği! Komşuluğumuz tam anlamıyla pekişmişti. Birbirimizi iyi tanıyorduk. Gün oluyordu aynı yatakta beraber uyuyorduk. Sohbet ediyorduk, bu savaş ne zaman son bulacak diye konuşuyorduk. Anneler “Allah’ım hiç kimsenin çocuğuna bir şey olmasın” diye dua ediyordu. Yani artık hiç kimse ölmesin diyorduk, kimsenin ölümünü görmeyelim istiyorduk. Korku da hissediyorlardı. “Yıllardır baskı ve zulüm altındayız peki bu böyle devam mı edecek!” diyorlardı. Anneler bizim artık bir şey yapmamız lazım diyorlardı. Bazen anneler sürekli kapı önlerindeydi. Çocuklarını yukarı gönderip kendileri sokaklara meydanlara çıkıyordu. Henüz gerillalar yoktu, halk sokağa çıkıyordu bu yüzden devlet geri çekiliyordu.

Ne zaman o alana gitsem o gün yaşananlar gözlerimin önüne geliyor…

Gever’de zor bir savaş süreci başlatıldı. O gün Gever’de yasak ilan edilmişti. Patlama sesi mahallemizde yankılandı, evimizde yankılandı. 5-6 kişi öldürüldü. Cenazelerini kaldırıp götürene kadar çok zorluk çektik. Ben onları gördüğümden beri o psikolojiden çıkamadım. O ailelere her gittiğimde o günü hatırlıyorum. O günler aklıma geliyor, baskı ve zulüm çok fazlaydı. Anneler, insanlar gidip o cenazeleri, yaralıları çıkardılar. Artık kaçı ölmüştü kaçı yaralıydı bilmiyorum. Oraya gidip bakmaya takatim de cesaretim de yoktu. O gün gidemedim, hâlâ da gidemiyorum. Ne zaman o alana gitsem o gün yaşananlar gözlerimin önüne geliyor. Ambulans da mahalleye gelemiyordu. Ancak polise ulaştırabilirsek polis götürüyordu. Zaten polis de götürene kadar öldürüyordu, sağ bırakmıyordu.

Babam daha önce de köyünden göç ettirilmişti. O zulmü baskıyı görmüştü…

Biz en son gün evimizden çıktık. Gece saat 11’e kadar çıkmazsanız yasak başlayacak dediler. Bize devlet söyledi “Siviller çıksın öbürleri kalsın.” Evlere gelmediler, anons ediyorlardı herkes de dinliyordu. Biz de evden çıkmayacağımızı söyledik. Evimizi savunacağız dedik çünkü babam daha önce de köyünden göç ettirilmişti. O zulmü baskıyı görmüştü. Babam ben yeniden bir ev kurdum diyordu. 91’de köyünden çıkarılmıştı, ben de bu yüzden Gever’de doğdum büyüdüm. Savaş olduğu için köyler, o zaman devlet tarafından boşaltıldı. Babamlar da o nedenden dolayı göç etmek zorunda kalmışlar.

* Şemdinli, Hakkari.
** Yüksekova, Hakkari.
*** 2015 yılında “Yaşamlarımızı da Kentlerimizi de Biz Yönetiyoruz” talebiyle, birçok Kürt kentlerinde özyönetim ilanları yapıldı.

Gerillalar geldi halkla konuştu, herkes destek vereceğini söyledi yapılacak eylemlere. Ben katılmadım o zaman, çünkü Zele küçük bir çocuktu. ‹Kendinizi Ekin Van’ın* yerine koyun. Şimdi gelseler size böyle yapsalar ne yapacaksınız? Sizi zulümden korumak ve savunmak için buradayız’ dediler. Kaç kere eşime de dedim “Yani yapma demiyorum, yap ama bu kadar da değil, çocuğun var akşam kalma.” O da bana “Seni o kadının yerine koyuyorum, sen olsaydın ben ne yapardım? Senin çırılçıplak bedenini o sokağa atılmış olsaydı, ben ne yapardım?” Evet, hep o korkuyu yaşadık, o fotoğraftan eşim çok etkilendi, neredeyse o fotoğraftan sonra hayatı mahvoldu. Ve eşim sokağa çıkma yasakları esnasında şehit oldu. Birkaç kere bize mesaj attı ama… O zaman biz afet konutlarının oraya kendimiz için çadır kurduk ve çadırlarda kaldık. Yaklaşık 200 aileydik. Eşim şehirde kaldı, herkes ‘Başka bir eve gidin’ diyordu. Biz Şırnak’tan uzak kalmaya asla dayanamıyorduk, o bombalar… Her gün kızımızı götürüyordum yanına, ekmek, pasta falan götürüyordum. Sokağa çıkma yasağında neredeyse hiç eve gelmedi, ben tek başıma bir binada yaşıyordum. 

Gever’e gelmişler. Babam “Biz çıkarken ayakkabımız bile ayağımızda değildi. Gözümüzün önünde evimizi ateşe verip yaktılar” dedi. Babam o günleri anlatıp “Biz çok büyük zorluklardan geçip bugüne geldik, bu nedenle evimi bir kez daha bırakıp gitmeyeceğim” diyordu.

Bomba patladı, mahallemizde hem de. Evimizin arka tarafına bomba attılar, halkın evine, içinde insanlar varken bomba attılar. O zaman biz artık “Biz çıkmayacağız” diyorduk. Ama YPS’li gençler gelip çıkmamızı istediler. Duvarımızda kapımızda birçok kurşun izi vardı.

Annem sürekli ağlıyordu. Sürekli ağlayıp babama “Biz evimizi bırakmakla haksızlık ettik” diyordu…

Servis araçları ile Van’a gittik. Ama gidişimiz çok zorluydu. Van’da bir mahalleye gittik, o mahallede ev tutmuştuk. Abim oradaydı, biz onların yanına gittik, üç aile aynı eve girdik. Abim oğlunun hastalığından dolayı 5-6 ay önce gitmişti Van’a. Oğlu daha üç yaşında olmasına rağmen MS hastasıdır. Yürüyemiyor, konuşamıyor, o nedenle abim tedaviye götürüyordu. Gever’de tedavisini yaptıramadığı için oraya götürdü. Abim, eşi ve iki çocuğuyla birlikte dört kişiydiler. Ben kız kardeşim, erkek kardeşim ve babam, biz de dört kişiydik. Diğer abim ve onun eşi de vardı, toplamda 10-11 kişiydik. Dört beş ay, yasak bitene kadar aynı evde kaldık hep birlikte. Van’da durumumuz hiç iyi değildi, annem sürekli ağlıyordu. Sürekli ağlayıp babama “Biz evimizi bırakmakla haksızlık ettik. O kötü koşullarda, o kadar kişi hasta, hepsi ölecek. Bizim burada ne işimiz var, keşke biz de öldürülseydik” diyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse evimizi öyle bırakıp gittik. Kendimizle beraber bir şey götürmedik. Abim daha önce gittiği için evini kurmuştu zaten. Dönüp eve geldiğimiz dönemde de zaten evin tamamını yakmışlardı, talan etmişlerdi. Sağlam kalanları da çalmışlardı, bize bırakmamışlardı. Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, televizyon, yani böyle bütün eşyaları çalmışlardı, hiçbir şey bırakmamışlardı.

Kendi evine döndüğünde, çocukluğunu geçirdiğin mahalleyi tanıyamadığını düşün!

Yasağın kalktığını televizyondan öğrendik. Kendi evine döndüğünde, çocukluğunu geçirdiğin mahalleyi tanıyamadığını düşün! Suriye’de çok zor, yıkıcı bir savaş var diyorlar. Gever’de benzer bir savaş çıktı. Geldiğimde öldürülen birçok kişi vardı. Hiçbir yeri tanıyamadım, gelip evimizi tekrar gördüğümde oturup ağladım. “Bunu neden bize yaptılar” dedim. ‘Başın dik olsun’ dediler. Anneme ve babama “Evimize nasıl bunu yaptılar, nasıl bu hale geldi” dedim. Babam “Kızım sen de anlayacaksın artık, onlar bizi sevmiyorlar, sevmeyecekler de!” dedi. Bizi buradan göç ettirip göndermek istiyorlar ama biz gitmeyeceğiz aksine yeniden kuracağız [evimizi, hayatımızı]!”

Binamız hâlâ yerinde kalmıştı, devletin yıkmasına izin vermedik. Babam çok ısrar etti evimizi vermeleri için ama tadilatını yapmamıza da izin vermiyorlar. O evi yıktırmayacağız, orayı yeniden kuracağız. Yani düşün biz iki üç aileydik, iki abimin eviydi, bizimkiydi… Eve gittiklerinde hiçbir şey yerinde değildi. Abimin kızının oyuncakları vardı, onlarla oynuyordu. Büyük bir oyuncak ayısı vardı, benim boyumu bile geçiyordu. Oyuncak ayının yani orasından* yırtmışlardı [güvenlik güçleri], insan anlıyordu ki tecavüz etmişler. Şu an bile gözümün önüne geldiği zaman ne yapacağımı bilemiyorum. O ayıya tecavüz etmişlerdi. Abimin odasında, yatak odasında prezervatif vardı… Yani sadece o değildi ki, poşete koyup oraya atmışlardı. Annem kullanıldıklarını söyledi. Ondan başka, yengemin birkaç şeyi vardı, tahtadan eşyalar, yanıcı tahtalardandı. Onları kırıp sobaya atmışlardı. Evimiz kaloriferli olduğu için komşuların sobalarını getirip evimizde odamızda kurmuşlardı. Evimiz dört katlıydı bir okulu tam görüyordu. Okula onlar [güvenlik güçleri] yerleşmişti, orada onlar yaşıyordu. Yasak bittiğinde çıkmışlardı ya, el bombası atıp yıkmışlardı. Bir odamızda kan vardı. Şimdide amcamın eşinin odasını gördüğümde gözümün önüne geliyor. İnsan anlayabiliyordu, biri kurşunla vurulmuş kan duvara sıçramış. Amcamın eşinin iç çamaşırlarını gidip odadan çıkarmışlardı, benim iç çamaşırlarımı, kız kardeşiminkini hepsini oralara atıp sergilemişlerdi. Bu ahlaksızlıktır! Ahlaki değil! Sen neden gidip benim özelime ait olanı, özel olarak gördüğümü o şekilde deşifre ediyorsun. 

* Görüşmecinin ‘oyuncak ayının orasından’ kastı cinsel organının olduğu yer. Bu kitapta yer alan ve almayan görüşmelerin çoğunda «Evinize tekrar dönebilme fırsatı bulduğunuzda, karşılaştığınız ne gibi şeyler zihninizde kaldı» sorusuna cevaben görüşmeciler, çocukların oyuncaklarına kadın iç çamaşırları giydirildiğini ve bu oyuncakların üzerlerindeki sperm izlerinden tecavüze uğradıklarını gözlemlediklerini belirttiler.

Kadın Kürtlerin namusudur diyorlar ya ben namus değilim…

Bu kirli bir savaştır! Kadın üzerinden bir savaş yürütüyorlar. Kadınlar ‘Biz kimsenin namusu değiliz’ diyorlar. Kadını, namusu olarak görenler anlasınlar, benim namusum kendime, başkasının namusu kendinedir. Yani buraya gelen güvenlik güçleri ‘Kadın eziktir, kadın Kürtlerin namusudur’ diyorlar ya ben namus değilim, benim namusum toprağımdır. Başka bir şey değildir! Bunu iyi anlasınlar. Onlar kadınların özgüvenini yıkmak istiyorlar ama kadınların özgüveni yıkılmadı. Eğer kadın kendi gerçekliğini bilirse bunu kabul etmez. Zaten devletin güvenlik güçlerinin buralardaki yaklaşımları kadını bir ziynet eşyası gibi gördüklerini açıkça yansıttı. Savaşta eğer kadını ele geçirirsem, kadın benimdir diye düşünüyorlar. DAİŞ sistemi var ya, bize öyle bir zihniyetle yaklaşıyorlar. Ama tabi kadınlar da bir şeyi bilmelidir ki biz kimsenin namusu değiliz, namus bizim namusumuzdur! Kimsenin iç çamaşırlarımızı ortalığa saçarak namusumuzu ortadan kaldırdığı yok, öyle bir şey mümkün olamaz, ben kabul etmiyorum.

Savaşın yakıcılığı

Savaşın yakıcılığını, o psikolojiyi çabuk çabuk üzerinden atamıyorsun. Yani hiç savaş görmemiş bir insanın kendini bir anda savaşın içinde bulması çok zor bir deneyim. İnsan gidip oraları gördüğünde kinle doluyor, daha da hırslanıyor. Hani diyorlar ya ‘Biz yasakladık, korkuttuk onları’, bu zihniyet yanlıştır. Biz daha da hırslandık, bizi kendilerine karşı daha da kindar ettiler. Ama biriken bu kin iyi bir noktaya gitmiyor, bunu da bilmeliler.

Evlerimizi yıkıp sonrasında ‘Eğer isterseniz TOKİ var, hasarınıza karşılık TOKİ verelim’ diyorlar. Babam “Ölürüm de TOKİ’lere gitmem” diyor. Bize iki kat hasarı için tazminat geldi ama kabul etmedik. Ayrıca 50 milyarlık zarar veriyorlar, karşılığında 10 milyar iade ediyorlar, 40 milyar senin cebinden gidiyor. Tazminat için bize ait iki kata bakmaya geldiler, evin içine baktılar. Biz evin içini daha temizlememiştik. Babam ‘Her zaman

başınız dik olsun’ diyordu. Yani bize zarar vermek için 100-200 milyar zarar verdiler sonra gelip 10 milyar verdiler. Bizim başımız diktir, biz hiçbir zaman “Biz gittik, evimiz gitti” demedik. Kürt halkı yıllardır savaşla yaşamak zorunda bırakılmış, neyle karşı karşıya olduğunu iyi biliyor.

Böyle şeyler her zaman başımıza gelecek, onlar yıkacak biz kuracağız

Ailem de ben de hiçbir zaman, evimiz neden yıkıldı demiyoruz. Biz artık kendi gerçekliğimizi biliyoruz. Böyle şeyler her zaman başımıza gelecek, onlar yıkacak bir kuracağız. Ben güzel günler yakındır diye düşünüyorum, içimde hep bir umut taşıyorum. Halkımızın bir gerçekliği var, bir duruşu var, referandumdaki gibi. Referandum zaten büyük bir cevaptı, değil mi! Gever’de, belediye seçimlerinde normalde oy vermeyenler bile oy kullandı ve yüzde doksan hayır oyu verdiler. Yüzde doksan büyük bir cevaptı. Hani partimiz gelip dolaştı, özel seçim çalışması yürüttü desen, öyle de olmadı, dolaştırmadılar da! Ama halk kendi duruşunu iyi gösterdi. Bu da büyük bir şeydir. Arkadaşlarımız bazen gazete dağıtıyorlar, halk bizden Azadiya Welat gazetesi istiyor, ‘Biz Türkçe gazete kabul etmiyoruz’ diyorlar. Bu büyük bir şeydir! Demek ki nedir, bir kereden kurtuluş olmayacak. Biz demokratik bir yaşam diliyoruz, umarım bunu göreceğiz. Sadece Kürt halkı için istemiyoruz, bütün halklar için; Türk halkı için de istiyoruz, dünya için de istiyoruz. Bizim duruşumuza göre, eğer birinin kapısında hastalık varsa herkesin hastalığıdır. Devlet de süreci biraz böyle okumalı. Şimdi içimden geldiği gibi söylüyorum, kesinlikle biz bitmedik, bitmeyeceğiz de.

Tek isteğim halk umudunu yitirmesin. Umutsuz kalan bir insan her şeye razı olur. Umudumuz hiçbir zaman bitmesin, inanıyorum ki bizim halkımız da umutsuz değildir. Öyle inanıyorum ki Gever eskisinden güzel olacak, burada eskisinden daha iyi bir yaşam başlayacak, halkımız kültürünü unutmayacak, kültürüne göre devam edecek yaşamına.

// BÎRGEH

.................................

// Sosyal Medya Hesaplarımız

Sepet (0 ürün)
^