Çıplak Şiddetin Sömürgeci Anatomisi: Ekin Wan ve Kadın Bedeni Üzerinden Simgesel Şiddet
2015-2016 yılları arasında devletin valilikler üzerinden ilan ettiği sokağa çıkma yasakları ile beraber Kürt coğrafyasında yaşanan olaylar, rejimin militarist ve sömürgeci uygulamalarını barındıran birçok sembolik şiddet olayına sahne olmuştur. 10 Ağustos 2015’te Varto’da öldürülen Ekin Wan’ın (Gerçek adı: Kevser Eltürk) bedeninin çıplak teşhir edilmesi ve sonrasında Cizre’de 10-11 Şubat 2016 yılında öldürülen iki kadın bedeninin daha çıplak teşhiri, kolonyalist gücün Kürt kadınları üzerindeki cinsiyetçi ve sömürgeci politikalarının en çıplak örneklerini sergilemektedir. Bu makale, Ekin Wan’ın çıplak bedeninin teşhir edilmesi üzerinden devletin kolonyalist zihniyetini ve bu tür şiddet uygulamalarının Kürt toplumu üzerinde nasıl bir iz bıraktığını, ayrıca kadınların bu şiddete karşı direniş biçimlerini inceleyecektir.
1. Kolonyalist Şiddet ve Kadının Bedeninin Sömürgeleştirilmesi
Kolonyalist güçler, tarih boyunca işgal ettikleri toplumların bedenleri ve mekânları üzerinde sembolik hakimiyet kurma yöntemlerine başvurmuşlardır. Özellikle kadın bedeni, sömürgeci güçler tarafından bir “fetih” alanı olarak görülmüştür. Ekin Wan’ın bedeni, ölümünden sonra teşhir edilerek sadece fiziksel olarak öldürülmedi, aynı zamanda sömürgeci güçler tarafından aşağılayıcı bir sembolik işarete dönüştürülmek istendi. Bu, devletin Kürt kadınları ve onların direnişini “yenilgiye” uğratma arzusunun bir yansımasıydı.
Kadın bedeni, burada hem Kürt toplumunu temsil eden bir sembol haline gelmiş hem de patriyarkal şiddetin bir nesnesi olarak kullanılmıştır. Ekin Wan’ın teşhiri, bu bağlamda devletin Kürt toplumu üzerinde mutlak bir hakimiyet kurma isteğini sembolize eder. Bu tür uygulamalar, sömürgeci zihniyetin bir uzantısıdır.
Ekin Wan’ın bedeninin çıplak teşhir edilmesi, Cizre’de öldürülen diğer iki kadının da benzer bir şekilde teşhir edilmesiyle devam etmiştir. Bu tür teşhirler, devletin Kürt kadınlarının direnişini aşağılamak ve bastırmak için kullandığı sistematik bir yöntemdir. Judith Butler’ın beden politikaları teorisi, bu tür teşhirlerin kadın bedenine yönelik uygulanan sistematik bir şiddet biçimi olduğunu vurgular. Kadın bedeni, hem patriyarkal hem de militarist bir düzenin sembolü haline gelmiştir. Butler, bedenin yaralanabilirliği ve bu yaralanabilirliğin politik kullanımı üzerine yoğunlaşır. Ona göre, bedenler, yalnızca biyolojik varlıklar değil, aynı zamanda politik arenanın öznesi haline gelirler. Butler, kırılgan ve yaralanabilir bedenlerin, egemen güçler tarafından nasıl araçsallaştırıldığını tartışır. Direnişçi Kürt kadınlarının bedenlerinin çıplak teşhiri, bu kırılganlığın somut bir örneğidir.
Frantz Fanon, sömürgeciliğin, kadın bedeni üzerinden bir fetih alanı açtığını savunur. Fanon, sömürgecilikte kadının bedeninde, halkın ve kültürün “fethedildiğini” sembolize ettiğini belirtir. Dolayısıyla Kürt kadınların çıplak bedeninin teşhiri, sadece onun bireysel varlığına değil, Kürt toplumunun toplumsal yapısına da bir saldırıdır. Kürt kadınlarının bedenleri, burada hem toplumsal cinsiyet ilişkileri üzerinden bir baskı aracı, hem de devletin egemenliğini perçinlemek için bir nesneye dönüşür. Cinsiyetçi saldırılar, kadın bedeni üzerinde kurulan bu hegemonya ile birleşir. Kürt kadınlarına yönelik fiziksel şiddetin ötesinde, bu teşhir, sömürgeci bir aşağılama pratiği olarak da işlev görmektedir.
2. Postkolonyal Feminizm ve Çifte Şiddet
Pierre Bourdieu, simgesel şiddetin, doğrudan fiziksel olmadan, toplulukların kimliklerine ve kültürel pratiklerine saldıran bir şiddet biçimi olduğunu söyler. Rejim, Ekin Wan’ın bedenini Kürt kadınları üzerindeki egemenliğini sembolik olarak kurmak için kullanmak istemiştir. Bu, fiziksel şiddetin ötesine geçerek, Kürt kadınlarının bedenlerini küçümseme ve onların direnişini bastırma amacını taşır. Postkolonyal Feminizm kavramı, sömürgeci projelerin toplumsal cinsiyet temelli şiddetle nasıl iç içe geçtiğini açıklar. Ekin Wan ve diğer Kürt kadınlarının bedenlerinin teşhiri, bu bağlamda devletin hem toplumsal cinsiyet ilişkilerini hem de etnik kimliği kontrol altına alma çabasının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Kürt kadın bedeni sömürgecinin, hem etnik hem cinsiyet temelli çifte şiddetine maruz kalmıştır.
3. Şiddetin Tarihsel Bağlamı
Kolonyalist devletler, tarih boyunca yerli halkların kimliğini, kültürel pratiklerini ve sembollerini silmeye yönelik çeşitli stratejiler geliştirmişlerdir. Frantz Fanon, sömürgeci şiddetin, yalnızca fiziksel işgal değil, aynı zamanda yerli halkın toplumsal yapısını yeniden şekillendirme çabası olduğunu belirtir. Ekin Wan’ın bedeni üzerinde uygulanan şiddet, bu tarihsel pratiklerin devamı niteliğindedir. Bu tür şiddet uygulamaları, sömürgeci devletin, işgal ettiği toplumlar üzerinde mutlak bir hakimiyet kurma arzusunu yansıtır.
Ekin Wan’ın teşhiriyle, Kürt kadınlarının bedenleri, hem bir “fetih” alanı olarak kullanılmış hem de direnişin sembollerine yönelik bir saldırı olarak işlev görmüştür. Kürt kadınlarının bu dönemdeki direniş pratikleri, sömürgeci şiddete karşı toplumsal ve bireysel düzeyde bir karşı koyuşu temsil eder.
4. Cinsiyetçi Şiddetin Sömürgeci Yansıması
Kolonyal şiddet ve toplumsal cinsiyet, birbiriyle yakından ilişkilidir. Kürt kadınlarına yönelik uygulanan bu şiddet biçimi, sadece bir askeri zafer ilanı olarak değil, aynı zamanda Kürt toplumunu “aşağılama” aracı olarak kullanılmak istenmiştir.
5. Kadınların Direnişi ve Kürt Toplumunun Kolektif Belleği
Ekin Wan’ın ve diğer öldürülen Kürt kadınlarının teşhir edilmesi, Kürt toplumunun hafızasında derin izler bırakmıştır. Ancak bu hafıza aynı zamanda bir direniş alanı da yaratmıştır. Kürt kadın hareketi, bu tür saldırılara karşı direnişini, kolektif hafızada ve direniş pratiklerinde inşa etmeye devam etmektedir. Zapatistaların “kolektif direniş” kavramı, burada Kürt kadınlarının şiddete karşı geliştirdikleri pratiklerle örtüşmektedir. Bu direniş, sadece fiziksel değil, aynı zamanda sembolik bir alanda da gerçekleşmektedir.
Kürt kadınlarının bu şiddete karşı geliştirdikleri direniş biçimleri, toplumsal cinsiyet ilişkileri çerçevesinde ele alınmalıdır. Kürt kadınları, bu tür sembolik ve fiziksel şiddete karşı aktif bir şekilde direniş göstermiş, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde öz-savunma pratikleri geliştirmiştir. Kadınlar, bu süreçte patriyarkal devlet şiddetine karşı güçlü bir itiraz getirmiştir. Kadınlar, kendi bedenleri ve kimlikleri üzerindeki denetimlerine sahip çıkarak, bu şiddeti geri püskürtmeye çalışmışlardır.
Özellikle Kürt kadınlarının çoklu direniş pratikleri, bu tür sembolik şiddete karşı aktif bir tepki olarak değerlendirilebilir. Kadınlar, bu süreçte hem toplumsal cinsiyet eşitsizliğine hem de devletin militarist politikalarına karşı bir direniş hattı oluşturmuştur.
Ekin Wan’ın ve diğer Kürt kadınlarının bedenlerine yönelik bu şiddet, Kürt kadın hareketinin direniş pratiklerinde güçlü bir yanıt bulmuştur. “Kadın bedeni üzerinden bir halkın onuruyla oynamanın kendisi onursuzluktur.”, “AKP onurunu giyin de gel.”, “Ekin Wan onurumuzdur.”, “Ekin Wan’a yapılan bu katliamı tüm kadınlar olarak hesap soracağız”, “Jin, Jîyan, Azadî!” sloganları, bu süreçte kadınların kendi bedenleri ve kimlikleri üzerindeki denetimlerini geri alma mücadelesinin bir parçası olarak yükselmiştir. Avrupa’da ve diğer kıtalarda da kadınların bu olayı canlandırarak protesto etmeleri, bu direnişin uluslararası bir boyuta taşındığını göstermektedir.
Kürt kadınları, bu süreçte sadece fiziksel değil, aynı zamanda sembolik bir direniş hattı oluşturmuşlardır. Kadın bedenine yönelik uygulanan bu şiddet, kadınların kolektif direnişi ile karşılanmıştır. Bu direniş, patriyarkal devlet şiddetine ve sömürgeci aşağılama pratiklerine karşı geliştirilmiş bir öz-savunma biçimidir.
Sonuç: Çıplak Şiddete Karşı Çıplak Direniş
Katherine Verdery’nin The Political Lives of Dead Bodies eserinde belirttiği üzere, ölü bedenler, politik olarak yaşamaya devam ederler ve onların başına gelenler, yaşayan topluluklara yönelik mesajlar içerir. Türkiye’deki sokağa çıkma yasakları sırasında Kürt kadınlarının bedenlerine yönelik uygulamalar, yaşayan Kürtlere yönelik bir gözdağı olarak işlev görmektedir. Bu bedenler üzerinden verilen mesaj, sadece öldürülen bireylere değil, aynı zamanda yaşayanlara yönelik bir tehdit anlamı taşır.
Verdery, “Ölü bedenler siyasetin en çıplak halidir.” diyerek, ölü bedenlerin politik yaşamının nasıl şekillendiğini vurgular. Onlar bedenen ölü de olsa taşıdığı politik anlam itibariyle diridir ve rejimin saldırısı tam da bu bedenin taşımış olduğu politik, diri varoluşunadır. Verdery’nin “Ölü bedenler önümüze bir özgeçmiş ile gelir.” ifadesi, ölü bedenlerin yaşamları boyunca taşıdığı tarihsel ve toplumsal yükü gözler önüne serer. Ekin Wan ve diğer Kürt kadınlarının bedenleri, hayatta iken verdikleri mücadelenin ve direnişin sembolü haline gelirken, ölümleriyle birlikte bu sembol daha da güçlenmiştir.
Ekin Wan’ın ve diğer Kürt kadınlarının bedenleri üzerinde uygulanan bu çıplak şiddet, sadece militarist bir zafer ilanı değil, aynı zamanda Kürt toplumunu ve kadınlarını sembolik olarak yok etme çabasıdır. Ancak bu şiddet, aynı zamanda direnişin de bir parçasıdır. Kürt kadınları, “Ekin Wan direnişimizin çırılçıplak halidir.” tepkisi ve protestolar ile bu süreçte bedenleri ve kimlikleri üzerindeki denetimlerini yeniden kazanmaya yönelik aktif bir mücadele yürütmüştür.