Annem Hazroludur. Sur’da doğdum. 40 yaşındayım. Biz 7 kardeşiz, ben hiç evlenmedim. Ben, annem ve babam şu an oturduğumuz evde kalıyoruz.
İçerisinde olduğumuz için, Sur’da yasak sürecinin her anını hatırlıyorum. Şöyle başlayayım; önceleri hendekler yoktu arkadaşlar yine geliyorlardı ve onlara YDGH* deniyordu. Genelde gecenin 2’sinde 3’ünde geliyorlardı. Yüzleri maskeli olduğu için, kim olduklarını bilmiyorduk bu yüzden onlara maskeliler deniyordu. Bu nedenle insanlar biraz da korkuyordu. O zamanlar, henüz hendekler yokken uyuşturucu ve fuhuşla mücadele etmek için geliyorlardı. Bazıları onlara karşıydı, kimse kapılarını açamıyordu. Korkudan Sur dışında çalışan bazı komşular evlerine hava karanlık olmadan dönüyorlardı. Maskelilerle karşılaşmamak için komşular birbirlerine gitmeye korkuyorlardı. Sokaklarda 10-12 tane maskeli insan geziyordu. Bir gün ben de onları gördüm ve onlarla konuşmak istedim, birisine “Heval kolay gelsin, başarılar dilerim dedim, o da bana teşekkür etti. Yüzlerinde maske var diye, yengem onlarla konuşmamı istemedi, ben de onların maskeli olmadığını, heval olduklarını söyledim. Sonraları başka kişiler maske takıp, insanlardan para istedi ve insanlar gidip onları maske takan gençliğe şikayet ettiler. O gençlerde “Biz böyle bir şey yapmadık. Biz sadece uyuşturucu ve fuhuş ile mücadele ediyoruz” dediler ve bu durumu suistimal eden kişileri bulup, dışarı çıkardılar. O zaman yasak yoktu, düşman sızma yapıyordu. Geliyorlardı onlarla o gençler kavga ediyorlardı yani bizim Sur’da gördüğümüz buydu; tarihe bunu yazmalı, hendeklerden dolayı değil yani. Beklenirdi önce de daha önce de Hizbullah zamanında da böyleydi, çatışma vardı, ama hendekler yoktu, Mazlum arkadaş şehit oldu. Pazar’ın orada Saray Kapı’da, çok eskiden değildi yazdı. Ondan sonra orada hendek kazındı. Hangi aydı hatırlamıyorum, Ağustos olabilir yanılmıyorsam biz damlarda yatıyorduk o zamanlar. Biz bahçede oturuyorduk, hevallerin orada olduğunu biliyorduk. Onlar bize “içeri geçin” dediler arkadaşlar hazırlık yapıyorlardı. Biz de “Neden içeri girelim, size zararımız yok” dedik, onlar da “Yok bizi görmesinler diye söylüyoruz” dediler. Bizim haberimiz yoktu, meğer çatışma olacakmış. Hepimiz içeri girdik. Sonra Yeni Kapı tarafında abimin evine gittik, sonra gecenin 3’ünde silah sesleri gelmeye başladı.
Biz, Savaş Mahallesi’ndeydik, tam ortada kalmıştık. Sesler duyuyorduk, babama dedim “Baba ben çok korkuyorum çatışma sesleri geliyor.” Babam “Hayır korkma, bu çatışma değil bazen Çingeneler kavga ediyor” dedi. Ben ona “Hayır bu çatışmadır, Çingeneler değil.” Kurşunlu Cami’nin oradan sesler geliyordu. Gecenin 3’ünde başladı sabah saat 6’ya kadar. Çatışmaya giren bütün arkadaşlar öldü. Annem dışarı çıktı, annem dedi ki “Kalkın ev yanıyor, biri şehit olmuş.” “Kimdir” diye sorduk. “Yeni gelmiş biriydi, dün gece gelmiş” dedi. Ablamın evine gittik, tişörtle dışarıya çıktım her tarafta özel hareket timleri vardı. Sur’da yaşayan insanların hepsi dışardaydı, kimse eve girmedi, herkes demirlere vuruyordu ses çıkarıyordu. Polisler, “Kimse içeri girmesin, herkes uyansın” diyordu. Ses çıkarıyorlardı. Fırının oraya gittik ben koştum gittim sonra panzerler geldi. Sonra aklıma geldi orada arkadaşlarımın olduğu kim onlara haber verecek diye düşündüm. Fırın açık olduğu için arkadaşlar geldi fırına gitti. “Bir kişi şehit olmuş, cenazesi hâlâ yerdedir, pazarın orada” dedi. Oraya gitmemize izin vermiyorlardı, sonra polisler bir eve baskın yaptılar, biz bu evdeki insanları öldüreceklerini düşündük o yüzden dışarıda kaldık, içeri girmedik. Bir komşumuz geldi sonra o da sapsarı kesilmişti. Ona “Pazarın oraya gidelim mi?” dedim. Bana “Yasak değil mi?” dedi. Sonra üzerinde pijama vardı hala, üzerini değiştirip geldi. Annem kızdı bana “Sen nereye gidiyorsun?” dedi. Herkes kızdı bana. Polisler hâlâ sokaktaydı biz pazara kadar gittik. Sular patlamıştı, sonra onun kanını gördük, ben ağlamaya başladım. Sonra yerdeki kanı takip ettik sonra biri dedi “Bir kedi yaralanmış onun kanıdır.” Pazarın oraya kadar gittik orada bir mayın patlamıştı. Polisler orada, o çukura bakıyorlardı, bir araba vardı. Herkes arabada bomba olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden kimse cenazenin yanına gitmiyordu o yüzden insanlarımıza gelirlerse bombanın infilak edeceğini söylüyorlardı. Komsumla beraber Saray Kapı tarafına gittik. Her yere roketler düşmüştü, duvarlar delik deşik olmuştu. Çatışma caddeye kadar sürmüştü. Özel harekat timleri oradaydı. Cenazeyi sorduk, kadının biri cenazeyi panzerin arkasına bağlayıp sürükleyerek götürdüklerini söyledi. Ona cenazenin kadın mı erkek mi olduğunu sorduk. Bilmediğini, bir panzer’in arkasına bağlayıp, sabahın dördünde götürmüşler. Ağzına halat bağlayıp, yerde sürükleyerek götürmüşler. Herkes kendi çocuğu olabileceği ihtimaliyle telaş içerisindeydi. Kimi benim oğlum, kimisi de bilmiyorum diyordu. Sonra öğleden sonra basın, milletvekilleri ve insanlar geldi, yürüyüş yaptılar ama polisler engelledi. Hâlâ kim olduğunu öğrenmeye çalışıyorduk.
Sonrasında gençler baktılar, böyle olmuyor, hendek kazmaya başladılar. Önce hendekler sadece 1-2 sokakta vardı. Cuma günü olunca anons yaptılar sokağa çıkma yasağı var dediler. Biz evde kaldık, giriş çıkış yasaktı, onlar [güvenlik güçleri] hep anons yapıyorlardı, diyorlardı “Sokağa çıkmak yasaktır.” Bütün arkadaşlar Sur’un içindeydi. Hepsi oradaydı, bize “Kalkın! ses falan geliyor” diyorlardı. Artık Sur’daki bütün insanlar kalkmıştı yani genci yaşlısı herkes dükkanlarını kapatmışlardı. Herkes demirlere vuruyordu onlar geri gittiler. Sonra Pazar günü tekrar gidip geldiler her Cuma aynı şekilde anons yapıyorlardı “Sokağa çıkma yasağı var” diyorlardı. Bir gece Mardin Kapı tarafından birilerinin girdiği söylendi, panzerler geldi sonrasında. İnsanlar dışarıya çıkmaya başladı, hepimiz çıktık. Çatışma olacak dediler, sonra panzerlerdekiler küfretmeye başladı. İnsanlara “Dağılın!” dediler. Kapıyı açıp gaz attılar, kimse duramadı herkes kaçmaya başladı.
İlk zamanlar, özel harekatçılar kadınları hedef alıyorlardı, sokaklara gaz atıyorlardı. Çatışma çıkarıyorlardı ancak sokaklara giremiyorlardı. Bütün evleri geziyorlardı, özellikle kadınları soruyorlardı. Bazı kadınların isimlerini verip onların yerini gösterenlere para vereceklerini söylüyordu özel harekatçılar. Sur’daki insanlar bilmediklerini söylüyorlardı. Neredeyse her hafta böyleydi, sonra çatışma ve hendekler başladı. Ama çatışmalar varken özel harekat timleri kadınlara karışmıyorlardı, çünkü korkuyorlardı, biliyorlardı ki onların arkadaşları var. Hayatımız diken üzerindeydi. Bir gün geçince «Bugün de geçti» diyorduk. Derin sessizlik olduğunda, bazen «Bugün kesin bir şey olacak» diyorduk. Gece 12 oldu mu silah sesleri başlardı. Evimizde üç kişi yaşıyorduk, ablamın evi de bize komşuydu ama aynı zamanda abim de bize komşuydu. Bu sürec te, bütün aile beraber kalmak zorundaydık. Sokağa çıkma yasağının ilk zamanları, geceleri toplanıyorduk. Giriş çıkış yasaktı sadece komşuların evine gidebiliyorduk.
* YDGH: Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi
Biz bir araya geldiğimizde, konuşmalar her zaman çatışmalar üzerineydi. İnsanlar, o gün çatışma olup olmayacağını konuşuyorlardı. Kadınlarımız kendileri için korkmuyordu, sadece işe giden, Sur’un dışına çıkan çocukları için korkuyorlardı. Biz, genç kadınlar, yerimizde duramıyorduk, kimse evinde iş yapamıyordu. Bir silah sesi çıktığında herkes caddeye çıkıyordu. Filistin gibi olmuştu her yer, devlet bir ara elektrik ve suyumuzu kesmişti. Hendekler artınca her şey daha zor oldu. Herkes alışmıştı, Cuma günü olduğunda insanlar fırınların önünde kuyruk oluşturuyordu. Çatışma çıktı çıkacak diye, herkes sebzesini, meyvesini, yemeğini, ekmeğini alıyordu; şarjını dolduruyordu. Artık hangi gün çatışma başlar, hangi gün bitebilir neredeyse biliyorduk. O yüzden herkes hazırlığını yapıyordu, kimse korkmuyordu. Ama gerçekten şiddetli çatışmalar oluyordu o zaman. Bir keresinde sabah 6’da başlayıp, gündüz 12’ye kadar devam etti, çok korktum gençlerin hepsi öldü diye düşündüm.
Sokaklardan yürüyordum, her yerde terörle mücadele polisleri vardı. Bir şey de yapamıyordum, onların yanından çekip gittim. Halk meclisinin yerini yakmışlardı. Bütün duvarlar delik deşik olmuştu. Meclisin kapısı açıktı, sonra geri çekildim, polisler meclisin camına taş attılar. 4-5 tane polisin elinde bir torba dolusu mermi vardı. Onu görünce hemen kaçtım. Komşumuz sokak başındaydı, erkekler ve kadınlar vardı orada onlara ne olduğunu sordum. Polislerin geldiğini söylediler. Sokağın başına kadar gittik, oradan baktık polislere, onlar da ateş etti. Kendimizi son anda çektik, az kalsın ölüyordum. Bir gün halk meclisini yaktılar, ne belediyenin ne de itfaiyenin gelmesine izin verdiler. Meclisin yanmasını istedi devlet. Mahalleli tekrar ayaklandı, itfaiyenin gelmesini talep ettiler. Çocuklardan kadınlara, kadınlardan yaşlılara kadar herkes kalktı itfaiye gelsin diye çağırı yaptı. O gün avluda otururken, bir şarapnel parçası benim boğazıma saplandı. Annem yemeye çağırdı, ben ağlıyordum. Babam “Ağlama, bir şey olmayacak” dedi. Ben hâlâ ağlıyordum avluda, o sırada arkadaki sokağa bomba attılar. Yanımızdaki sokakta polis beni gördü, ben kapıyı kapattım içeri girdim. Anneme “Sokağa girdiler, sesinizi çıkarmayın. Dışarıda bomba patladı, geldi benim ayağıma çarptı ama boğazım yanıyor” dedim. Babam “Herhalde bir yerden taş gelmiş” dedi. Arkadaşıma boğazıma bakmasını söyledim, kanadığını söyledi. Anladık ki bir demir parçasıydı. Annem dedi “Kızım yanımda ölüyordu. Eğer yere çarpmamış olsaydı direk gelseydi şimdi olmayacaktı.”
Tüm boğazım yanıyordu, ağlıyordum büyük bir demir parçasıydı. Herhalde, bomba patladığı zaman, damdan bizim avluya düşmüştü. Gençler devleti çok zorluyordu. Uzaktan görüldüğü gibi değildi, içinde olmak lazımdı. Özel güvenlikçiler panzerlerle geliyorlardı, her şeylerini getiriyorlardı. Gençlerin sadece keleşleri vardı.
Yasak altında geçen günler
Dışarı çıkan olursa, öldüreceklerini söylüyorlardı. Bir panzer gelip bizim kapımızda durmuştu. Biz her zamanki gibi dışarıya çıkabiliriz diye düşünüyorduk. Kapıya çıktık bize “İçeri girin, yoksa sıkarız” dediler. Babam “Bu seferki çok farklı, bu sefer tam içerde kaldık” dedi. İçeriye girdik, yine sular kesildi. O ara bir panzer de patlamıştı, cuma günüydü. Babamın tansiyonu yükseldi abim telefon açtı bizi sordu ona babamın tansiyonunun yükseldiğini söyledim “Ben geleyim mi?” dedi, ona “Kesinlikle gelme, yasak var” dedim. Ama abim ve yengem geldiler askerler hep Yeni Kapı’yı kuşatmış o da bilmiyormuş bizim sokağın o kadar kötü olduğunu. Kapımız çalındı ve polis geldi sandım ben. Annem “Sen dur baban kapıyı açsın” dedi. Annem ve babam gidip kapıyı açtılar, abim gelmişti askerler onlara izin vermemiş zorla gelmişlerdi. “Dört tarafta askerler var, tanklarla gelmişler” dedi. Mayınlar silahlar başka yerde patlıyordu, biz sadece avluda geziyorduk başımızı eğiyorduk avludayken, öyle geziyorduk başımızın üzerinden vızır vızır kurşunlar geçiyordu. Avluda oturmuştuk, sadece avluda gidip gelebiliyorduk. “Siz nasıl geldiniz? Bir daha da gidemezsiniz” dedik abimlere. Abim “Hayır biz gidebi liriz” diye ısrar etti. Gitmeyin dedik hiç böyle çatışma olmamıştı panzerler kapıda duruyor abim biz gideceğiz dedi. Abim tam sokağa çıktığında panzer ateş etmeye başladı. Yengem bağırdı taştan seken kurşun onun yanından geçti yengem geri geldi bir taş sekti yengemin ayağına çarptı ne olduğunu sordum, “Abin gitti, bir komşu onu alıp avlusuna götürüyor”. Daha sonra bir komşu geldi, “Panzer abini aldı götürdü” dedi. Yaralı haliyle götürmüş, ambulansı arıyorlar “Bir yaralımız var” diyor. Ambulans, “Gelemiyoruz, bizim can güvenliğimiz yok o yüzden gelemiyoruz” diyorlar. Dışarıya bakmaya korkuyordum, abimi götürdüler, telefon açtık ambulans gelmedi. Diğer gün değil üç gün sonra tedavi oldu. Abim yaralandığı zaman benim kanamam oldu o anda regl oldum, onun öldüğünü sandım… Orada bulunan diğer abim ‘Kızını tut’ dedi. Benim kanamam oldu, annem ağlıyordu “Sen de öldün” diyordu. Gittim ben dükkan da yoktu, tüm dükkanlar kapalıydı, dışarıya bile çıkamıyordum. O gece kaldım. Silah sesleri, bomba sesleri geliyordu. Uykusuzluktan sersem olmuştuk, insanlar uyuyamıyordu; kim öldü kim kaldı merak ediyorduk. Komşular kalmış mı, ölmüş mü… Helikopterler geziyordu, bütün keskin nişancılar hazır bekliyordu. Hepsini görebiliyordum. Sabah oldu gittim, komşumuz dışarı çıktı, panzer bize karışmadı. Komşumuz bana sordu “Silah kime sıkıldı?” diye sordu. “Abime” dedim. Ona “Benim kanamam oldu” dedim. Bana “Sen bekle sana birkaç tane bez vereyim.” dedi. Ona “Ben öldüm sandım” dedim. Kanamam olmuştu, yatağım hep kan içinde kalmıştı. Evde iki tane ped vardı. Kanamam doğum yapıyorum gibi yoğundu, annem bütün yataklarımı yıkadı. Ocak’ta su ısıtıp yıkadı, sonra komşumuz geldi “Dükkanlar açık” dedi. Ben kalktım dükkana gittim, çocuk bezi aldım. “Ancak bunlarla idare edebilirim” dedim. Bakkal komşumuzdu dükkanı açmıştı ona “Bana bir poşet bez ver” dedim. Yerde koltuklar vardı, ona koltukları sordum, o zaman, panzerden haberim yoktu. Bana “Ne oldu?” diye sordu. Güldü, “Sen koltukları boş ver, demire bak” dedi. Panzeri gördüm, komşumuz “10 tane polis öldü, biz pencereden gördük, arkadaşları onları yerde sürükledi götürdü” dedi. Panzerden yine anons yaptılar, “İçeri girin, yoksa size ateş açacağız” dediler. İnsanlar tekrar içeri girdi. Babam da dışarı çıkmıştı, kardeşimi merak ediyordu, nasıldı ona bakmaya gitmişti. Duvar kenarından yürüdüğünde ne panzer görebiliyordu seni ne de helikopter. Babam da duvar kenarlarında yürüdü, “Gidip oğlumu soracağım, oğlum içerde öldü mü kaldı mı?” Ben ve annem yalnız kaldık evde, ben de bezimi sardım. Anneme, “Uyuyorum kim ölürse de beni uyandırmayın, uyuyacağım artık, uykusuzluktan geberiyorum” dedim. Sonra kalktım avludaki mutfak tezgahında, bardakları yıkadım. Birden tekrar bir ses duydum, silah sesi, bana koşun dediğini sandım. Bakamıyordum, annem beni çağırıyordu, ‘öldün mü kaldın mı’ diyordu. Ben konuşamıyordum, yanıma gelemiyordu, kurşunlardan dolayı. Hep soruyordu “Yaşıyor musun” diyordu. Musluğun yanındaydım eğer bana değdiğini bilseydim söylerdim ona. Kurşun ilk değdiği zaman insan hissetmiyormuş, eğilip kapıya baktım kurşun izleri var mı diye. Kapıda olmadığını gördüm, bardaklar hâlâ elimdeydi, bırakamıyordum. Yavaşça ayağa kalktım kurşun değmemişti hiçbir yerime. Annem soruyordu nasılsın diye, ona “İyiyim” dedim. “Sen çabuk içeri gir, avluya çıkma” dedim. İçeri girecektim tekrar silahlar patladı, bardakları bıraktım. Annem “Bardakları biraz çabuk yıka içeri gir” dedi. İçeri girdim bana “Yaralı mısın?” dedi. Ona “Eğer iyi olmasaydın şimdi senin yanında olamazdım” dedim. “Babam nereye gitti, abim nasıl?” diye sordum. Komşu kadın bağırdı, “Biliyor musun abini hastaneye götürdüler” dedi. Damdan inip anneme haber verdim. Ne elektrik vardı ne de su çok kötü bir durumdaydık, o anda mayın patladı, camlarımız hep kırıldı, betonlar dökülüyordu, film gibiydi. Yatağımdan kalktım, tekrar yere uzandım, annem uzanmıştı yerde. Annem diyordu ki “Beni neden surdan çıkarmıyorsunuz? Beni buradan çıkarın, yoksa burada öleceğim” Ona gülüyordum, sanki o anda bir film izliyorduk; avluya baktığımızda her tarafta molozlar vardı, camlarımız kırılmıştı. Herkes ölmüştü sanki, tekrar dama çıktım, kimse yoktu ses yoktu. Babam da gitti sandım kim var kim yok herkes öldü sandım. Abimi panzerle götürmüşlerdi, ablam ve eniştem de onun yanındaymış, babam diyor ki “Ben de geleceğim oğlumu tek başına nasıl göndereceğim.” Sonra diğer kardeşim de “Gidiyorum” dedi.
Gözaltına alınan kardeşimi panzere bindiriyorlar, hastaneye götürüyorlar, ona diyorlar “Elbiselerin nerede? Neden dışarı çıktın? Sen hangi elini kullandın?” diye soruyor polisler. Abim diyor ki “Ben bir şey yapmadım, gidip görüntülere bakabilirsiniz, elimde hiçbir şey yoktu.” Ablam polislerle kavga ediyor hastanede, “Ne silahı, elinde silah yoktu” diyor. Dört gün gözaltında kaldı abim. Parmak izleri temiz çıktı evinden bir şey çıkmadı ancak o zaman onu çıkarıp ayağını alçıya koymuşlar. Kangren gibi olmuştu, doktor “Bu ayağının kesilmesi lazım, kurşun içinde kalmış. Alçıyla tedavi olmaz, alçı kan dolaşımını durduruyor” dedi. Biz orada kaldık onu götürdüler babam da onunla gitti. Onu sormak için dışarı çıkacaktım. Panzer de karşıda durmuştu. Annem dedi “Eğer sen ölürsen dışarda ben içeri kaçarım” dedi. Yani bizim psikolojimiz bozuktu, bu kadar bozuktu. Bana diyordu ki, ‘Sen ölürsen ben içeri Kaçacağım.’ Ben de ona, “O zaman, ben dışarı çıkmam, sen gidiyorsan git” dedim. Annem yine de dışarı çıktı, ben yalnız kaldım. Saat akşamın 5’i oldu, telefonumun şarjı da bitmişti. Elektrikler kesildi, bir ışıldağımız vardı, onunla evi aydınlatıyorduk. Panzer hâlâ kapıdaydı, bir tarafta da hendek vardı. Gece çatışmalar oldu, annem halen gelmemişti, korkudan ağlıyordum. Hiçbir şeyden korkmayan ben çocuklar gibi ağladım. Gece 12’ye kadar o şekilde kaldım. “Annem babam beni sevmiyor” dedim. Silah sesleri geliyordu, babam “Eve gideceğim” demiş. Köşeye kadar gelmiş onu almışlar, sonra eve geldiler. Babam onların arasında yalnız kalmıştı, o anda çatışmanın olmasını istiyordum yeter ki bir ses olsun. Sonra dışarıya çıkayım dedim, bazıları vardı sokakta, onları komşu sandım. Baktım ki sesler geliyor; “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diyorlardı. Tekrar geri kaçtım, “Bunlar komşu değil” dedim. Dama çıktım, ağlıyordum orada, her taraf karanlıktı elektrikler yoktu eğer elektrik olsaydı belki korkmazdım. Sonra gidip toprağımı aldım, o anda dua ettim. Askerler damdan aşağı gelirse, beni öldürürlerse, biz bir terörist öldürdük derler diye geçiyordu aklımdan. Sesler geliyordu, o zaman geldiler diyordum. Bir kerede kapının arkasına geçtim eğer biri girerse “Ona vuracağım” dedim. Ama onlar kapıyı kırabilirlerdi, gecenin 12’sine kadar ağladım. Silah sesleri de gelmiyordu, saat 3’e kadar bekledim. “Artık sabah olacak” dedim. Odanın kapısının açıldığını gördüm, biri elini uzattı bana, “Annen kurban olsun” dedi. Annem gelmişti. Bana dedi ki “Seni asla bırakıp gitmeyeceğiz? Seni zalimlerin eline bırakmayacağım.” “Bana dokunma, ben de sizin oğlunuz gibi değil miyim?” Babam dedi ki, ‘Kurban olurum, ben üç defa gittim geldim ama giremedim, abini pansuman yaptılar onu hastaneye götürmüşler sonra gözaltına aldılar.’
Bir gün de dama çıktım. Baktım, komşumuz, polise yalvarıyordu, elinde poşetler vardı. “Sen ne yapıyorsun, neden yalvarıyorsun?” diyecektim ona. Çok kızdım, ama orada düşman vardı konuşamıyordum. Anons yapıyorlardı, ona soruyorlardı “Elindeki ne?” diye, o ekmek var diyordu. 4-5 tane çocuğu vardı, kocası yoktu yemin ediyordu, polis ona bağırıyordu. “Poşeti elleme, yavaş yavaş yürü yanımıza gel” diyordu. Annesi de dışarı çıktı, polise diyordu “Yalvarırım kızıma ateş etme, çocuklar için ekmek götürüyor.” Bu şekilde, panzerin yanına gitti. Polis bağırdı “Bütün çocuklarını getir buraya dedi yoksa hepinize sıkarım” dedi. Polis çocuklara diyordu, “Anneniz sizi doğuracağına taş doğursaydı, sizi teröristler!” diyorlardı. Dördüncü gün kapıları kırdılar bir komşumuz evinden gitmedi, “Biz onlardan [çatışan gençlerden] daha mı iyiyiz, evimizde kalacağız ne olursa olsun gitmeyeceğiz” dedi.
Dördüncü gün evden çıkabildik, çıktığımız gün Tahir Elçi şehit oldu. Ablam, şehitlikten bizim eve geliyordu, polisler onu görüp tehdit etmiş. “Geldiğinde bize ekmek getir” demiştik. Fırın kapalıydı, o zaman ona eğer gelirsen ekmek getir dermiştik. Polisler ona “Eğer geçersen seni öldürürüz” demişler. O dört gün geçtikten sonra ertesi gün, insanlar gelmişti. Artık bittiğini sandık, 15 gün bir şey olmadı. Arkadaşlar hendek kazmaya başladılar. Artık hendeksiz yer kalmadı. “Gitmeyin, biz burada yalnız kalıyoruz, sakın taşınmayın kendi savunmanızı yapın” dediler. Bazıları “Çocuğum var, bazıları kocam hasta bazıları da işim var” dedi. “Biz gitmiyoruz” dedik. Ben “Çıkmıyorum “dedim. Annem “Ben gidiyorum” dedi. Babam da “Gitmiyorum” dedi. Onlar da bana dedi ki “Eğer babana bir şey olursa sebebi sensin.” Sokaklar bomboştu sadece hendekler vardı her tarafta. Kediler geziyordu her tarafta, keşke bir kamera olsaydı, onları kameraya çekseydim. Sadece kediler ve hevaller vardı başka bir şey yoktu. Süleyman Nazif’e gittim, sanki o anda bir film içindeydim, şaşırıp kalmıştım ne dükkanlar vardı ne de evler, kalktım gittim. Sigaram bitmişti hevaller bana “Nereye gidiyorsun’”dedi. “Gidiyorum” dedim. Bana “Deli misin, dükkan yok ki git evine, hepsi kapanmış” dediler.
O dört günde bütün duvarlara yazı yazmışlardı: “Biz geldik, Apo’ya şöyle yaparız,” duvarlara küfürler yazmışlardı. Komşuların evlerine girmişlerdi, kadınların bezlerini yataklara sermişlerdi hep böyle yaparız demişlerdi daha önceden polisler. Korkutmaya çalışıyorlardı.
Sur’dan çıktıktan sonra, ablamın evine gittik ve iki ay ablamın evinde kaldık. Diğer ablam da geldi, başka bir aile de vardı. Dediler ki “Sizin halinizi anlıyoruz gelin bu evde kalın.” Sonra eve girdik üç ay da o evde kaldık. Ama yine de Sur’daki komşularımızla iletişimimiz kopmadı devam etti, hâlâ görüşüyoruz ilişkilerimizin kopması da mümkün değil. Evimizin duvarları delik deşik olmuştu. Bizim evimiz kiraydı ama abimin evi kendisinindi. Eşyalarımızı götürmüşlerdi. Abimin evini karargâh yapmışlardı.
Orada direnen kadınların erkeklerden bir eksiği yoktu, görenler gördü
Şimdi ben istiyorum ki kadınlar, kafalarındaki korkulardan kurtulsunlar, dışarı çıksınlar, ‘Korkmuyoruz’ desinler. Onların elinden gelen şeyler var, niye bizi kaçırsınlar sen de kendi hakkını savun, sen de kendi gücüne göre yapabilirsin. Orada direnen kadınların erkeklerden bir eksiği yoktu, görenler gördü. O zaman daha çok özendi, daha çok açıldı, daha çok cesaretlendiler. Korkan kadınlar da cesaretlendi, “Demek ki kadınlar her şeyi yapabilir” dediler. Kendi gözleriyle gördüler, korkusuz kadınları gördüler şimdi bir şey olduğunda biz korkmuyoruz diyorlar biz artık alıştık diyorlar…