1983 yılında Elazığ’da doğdum. Annem Mardinlidir, babam Diyarbakırlıdır. Evliyim ve 4 çocuğum var.
Çocuklarım, Sur’da 2 yıldır devam eden çatışmalardan dolayı okullarına devam edemediler. Anne baba olarak biz çok mücadele ettik onları okumaya ikna etmek için ama bir türlü okulu sevdiremedik onlara. En büyük oğlum 5’inci sınıfta bıraktı. Onun bir küçüğünün okul işlemlerini, buraya gelirken yaptırdım. O aslında okula gidiyordu ama bir aydır o da okula gitmiyor. Diğer ikisi de büyük çocuklarıma bakmak için okullarını bıraktılar. Peş peşe vazgeçtiler okumaktan, ben de ikna edemedim. Yasak döneminden önce en azından okullarına gidip geliyorlardı, bir şekilde devam ediyorlardı. Son iki yıl içerisinde, sürekli yasak ilan ediliyordu, okullar da bu yasak kapsamına giriyordu. Sürekli açılıp tekrar kapatılınca okullar, çocuklarım da okuldan soğudu. Hepsi işsiz ve evde, hiç kimse çalışmıyor. Süreçten önce eşim İŞKUR’da çalışıyordu. Fakat İŞKUR’da sadece dokuz aylık bir süre veriyorlar. Eşimin de sözleşmesi bitince işten çıkardılar. Ben de ev temizliğine gidiyorum. Çalışıyorum mücadeleyi veren benim. Tamam evliyim eşim var ama kendisinden hayır yok.
O kadar sarsıcı şeyler yaşadık ki tam tarihi bile hatırlayamıyorum… Aslında Kobanî olayları* olduğu günlerden sonra buradaki çatışmalar daha da sıklaştı. Bir de başbakanın cumhurbaşkanı olduğu dönem sonrasında da çatışma ortamı şiddetlenmeye başladı. Çatışmalar başlamadan önce bizim belli bir düzenimiz vardı. Çok ahım şahım bir yaşantımız yoktu ama bir düzenimiz vardı. Süreç başlamadan önce ben kendi evimdeydim, her şey çok güzeldi. Sur’daki insanlar, özellikle benim tanıdığım komşularımla ilişkilerimiz çok iyiydi. Hep yan yanaydık, hep kapımızın önünü yıkardık, temizlerdik, orada oturur çay içerdik. Oradan çıktığım zamandan beridir başka bir şehre taşınmış gibiyim. Düzenimiz altüst oldu.
İlk yasak ilan edildiğinde, dokuzuncu gün yasak kaldırılana kadar ben içindeydim, evimi bırakmadım, terk etmedim. Elektriğimiz ve suyumuz vardı, henüz kesilmemişti o süreçte. Sadece, unumuz bittiği için ekmek sıkıntısı çektik. O dakika, o saniye kimseden bir şey de isteyemiyordum. Çünkü hepimiz evimizi hiç bırakıp gitmeyeceğiz düşüncesiyle herkes kendi ihtiyacı kadar malzemesini hazırlamıştı. Ben, eşim ve üç çocuğum birlikte kalıyorduk. Kızımı Elazığ’a, annemin yanına yollamıştık. Yemeğimizi elektrikli ocağın üzerinde yapıyorduk. En son bir gün elektrik kesildi, ben de ekmek yapmak için dama çıktım. Baktım helikopter üzerimde dönüp duruyor. O an bana ateş edeceğini düşündüm. O endişeyle yaktığım ateşi söndürmeye çalıştım, o korkuyla elimi de yaktım. Elimdeki iz hâlâ duruyor. Bu da Sur’un hatırasıdır dedim. Elimi yaktım ateşi söndürürken sonrasında hemen aşağı kaçıp eve girdim.
Bazen regl olduğumuzda, evde ped yoktu. Eski kıyafetler, çarşaf ve döşekler vardı. Onarı kesip, lazım olur diye çekmeceye kaldırdım. Kadın olarak bu gibi zorluklar da yaşadım. Ben Sur’un içinde olduğum sürede hiç su kesilmedi, birkaç sefer elektrik kesintisi oldu. En son, görümcem kaldı içerisinde [Sur’un]. 20-25 gün içeride kaldıktan sonra sular kesilmiş ve onlar da çıkmak zorunda kalmıştı.
Biz daha içerisindeyken, evimin pencereleri hep kırıldı. Zaman zaman kurşunlar isabet ediyordu. İki katlıydı evimiz, biz aşağı katta kalıyorduk. Yukarı katta da mutfak ve oda arasında avlu vardı. Mutfaktan çıkana kadar az kalsın o pencereler benim üzerime düşecekti. Son anda kendimi geri çekebildim, az daha üzerime devrilecekti. Sonrasında yukarı odaya tekrar çıktığımda yerler hep mermi kovanlarıyla dolmuştu.
Yeter ki o sesler bana gelmesin diye öyle kapatıyordum ki kulaklarımı…
Tüm bu gerginlik her şeye yansıyordu, mesela eşimle aramda tartışmalarımız oluyordu. Korkudan mıydı neydi tam bilemiyorum ama ben bombaların sesinden çok korkuyordum ve ürperiyordum. Hele ki patlama olduğu zaman diyordum “Yarabbi keşke bir an önce bitse.” O korkuyu nasıl yaşadığımı bir ben biliyorum. Kulaklarımı kapatmak istiyordum. Patlama bittikten sonra bazen çocuklarım bana gülüyordu. Biri diyordu “Ana tamam geçti geçti.” Yeter ki o sesler bana gelmesin diye öyle kapatıyordum ki kulaklarımı… Eşim bir şey söyleseydi, o sinir ve gerginlikle ona çatıyordum, bu yüzden ara ara tartışıyorduk. Daha önce de tartışmalarımız oluyordu, aile arasında olur ama süreç sonrası hepimiz çok gergin ve agresiftik. Zaman zaman çıkıp gitmeyi düşünüyorduk ama evimdir, içerisindeki eşyalardır… Gitmek için de maddiyat olmalı. Yokluk içerisindesin nasıl yeni düzen kuracaksın? Bir de 20-30 yıldır, içerisinde oturduğum yeri yurdu ben nasıl bırakayım, gideyim? Bunlar insana çok ağır geliyor. Eğer durumumuz iyi olsaydı, insan çıkar döner yine geri gelirdi ama olmadı işte…
* 2014’te İŞİD’in Kobanê’yi kuşatması sürecinde YPG’nin Türkiye sınırları üzerinden silah nakli yapma talebinin dönemin hükümeti tarafından kabul edilmemesi Türkiye’de ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşan kitleler tarafından protesto edildi. 6-8 Ekim 2014 süreci olarak bilinen protestoların yapıldığı dönem, 49 insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı.
Bir gün, bir polis damın üstüne çıkıp dedi ki “Üçe kadar sayıyorum, içeri girin! Eğer girmezseniz ateş ederim.” Bu çocuklara eğlence gibi, oyun gibi geldi. Çocuklar içeri girmedi, adam üçe kadar saydı ve ateş etti…
Yasak zamanında mücadele vardı. Mesela beraber ekmek açardık, beraber yemek yapardık, sürekli yan yanaydık. Bizim evin sokağı çıkmazdı. O yüzden çatışma süreçlerinde de eğilerek, kenarlardan birbirimizin evine girip çıkıyorduk. Bir gün, bir polis damın üstüne çıkıp dedi ki “Üçe kadar sayıyorum, içeri girin! Eğer girmezseniz ateş ederim.” Bu çocuklara eğlence gibi, oyun gibi geldi. Çocuklar içeri girmedi, adam üçe kadar saydı ve ateş etti. Ateş etti ama bize isabet etmedi, duvara değdi. O günü hâlâ hatırlıyorum, az daha ölüyorduk. Kadınlarla birlikteyken hep bu meseleler üzerine konuşuyorduk. Diyorduk “Bu ne tufandı bizim başımıza geldi? Öleceğiz burada.”
Çatışmalı sürecin nasıl biteceğini düşünüp, bir çözüme kavuşmasını istiyorduk. Dua ediyorduk sürekli. En büyük korkumuz can sağlığıydı. Çocuklarımızla, yaşanan kötü günleri bir an önce geride bırakmak istiyorduk. Evimizin nasıl bu hale geldiğine de çok üzülüyorduk. Tüm bunlar üzerine konuşuyorduk ve bir çözüm arıyorduk ama bulamıyorduk.
Diğer bir taraftan da çatışma sesleri kesildiğinde evde duramıyorduk, gizlice birbirimizin evine girip çıkıyor, sohbet ediyorduk. Akşamları yanyana zaman geçiriyorduk. O dönemde biz komşular olarak, kadınlar olarak birbirimize daha da yakınlaştık, daha da içli dışlı olduk. Bazen çıkmayı düşünüyorduk ama çıkarsak bunu hep birlikte yapmamız gerektiğini söylüyorduk. O kış kıyamette nereye gidebiliriz diye düşünüyorduk. Çocuklar, gece yatarken sürekli bomba sesleri geliyordu, uyku uyumanın olanağı kalmamıştı artık. Gündüz sabah gibi çatışmalar duruluyordu, o ara bir iki saat uyuyabiliyorsak uyuyorduk. Uykusuzluktan artık perişan oluyorduk. İki saat kestirdiğimiz zaman o bomba sesleri o silah sesleriyle gözümüzü açıyorduk. Ürperiyorduk, bu o kadar etkiliyordu ki bizi, ben de konuşma sorunu oldu. Konuşamıyorum kendimi ifade edemiyorum bazen. Hâlâ bazen konuşurken bir tutukluk oluyor, kelimeler yanlış çıkıyor, konuşma bozukluğu oluyor bende…
Komşularımızla birbirimizi yarı yolda bırakmayacağımıza dair söz verdik “Sonuna kadar evimizi terk edip çıkmayacağız. Evimizde kalacağız ne olursa olsun gitmeyeceğiz” dedik. O kadar ki yasağın içinde bile temizliğimizi yapmaya çalışıyorduk. Bir keresinde suyumuz var diye üç battaniyemi yıkadığımı hatırlıyorum. Bir yandan silahlar patlıyordu, ben de battaniyelerimi yıkıyordum. Çamaşırlarımı makineden çıkarıp, seriyordum. Evimiz, bizim gözümüzde daha da değerlenmişti, her şeye daha da sıkı sıkıya sarılmıştık. Çocuklarımızı aç bırakmamak için yemek yapıyorduk.
Bir gün televizyonda, yasağın kalktığı haberini duyduk. Bizim sokakta 20 ev vardı, hiçbirimiz çıkmayacaktık, sonuna kadar, ne olursa olsun evimizde olacaktık. Bizim arka kısmımızdaki mahalleler komple gitmişti. Hiç kimse kalmamıştı. En son bir gece baktım hayalet şehir gibi olmuştu. Herkesin kapısı açıktı ama kimse kalmamıştı. Bizim sokak eğer çıkılacaksa, bu hep birlikte olmalı diye karar almıştık, kimse kimseyi yarı yolda bırakmayacaktı. Yasak kalktıktan sonra, Bermal abla geldi, dedi “Zelal, durumumuz ortada ne diyorsun, çıkalım mı? Çocuklarımız çok küçük, yazık. Böyle olmuyor. Devlettir, bir kere içeri girmiş, mahvolacağız. Sen görmedin mi? Çıkmamla, 4-5 evin havan toplarıyla yerle bir edildiğini gördüm.” Benim o an, aklım hayalim durdu. Ben dedim “Demek biz içinde kalsaydık, o evler hepsi bizim üstümüze gelecekti.”
Dolabın fişini taktım. Damda halı yıkamıştım, onu da getirip serdim ki döndüğümde temiz bulayım evimi…
Evden çıkarken sadece bir çanta aldım. Evimi o kadar temiz tutmuştum ki buzdolabının fişini de takılı bıraktım. Dönüp geldiğimiz zaman, et bozulmasın, eve koku girmesin temiz kalsın diye düşündüm. Dolabın fişini taktım. Damda halıyı yıkamıştım, onu da getirip serdim ki döndüğümde temiz bulayım evimi. Çıktığımız gün ağlamakla geçti. Çok zoruma gidiyordu, bir sığınmacı gibi olmuştuk, başka birinin evine sığınıyorsun ya! Ne biz serbest oturup kalkabildik ne de çocuklar rahat hareket edebildi. Görümcemin evine gittim, kocası da evdeydi. Daha önce çok ilişkimiz yoktu, o gün mecburiyetten gidip orda kaldım. Birkaç gün sonra yasak biter diye bir çanta içerisinde, birkaç parça kıyafet getirmiştim sadece. Evimize geri döneriz, düşüncesi vardı ama görümcemde birkaç gün kaldıktan sonra annemlere, Elazığ’a gitmek zorunda kaldık. Orada çocuklarım rahat değildi. Benim babam biraz asabidir, en ufak şeye dahi tahammülü yoktur. Çocuklarımla, stres içindeydim; sürekli “Susun, oturun! Sessiz olun” diye telkin ediyordum [çocukları]. Orada da bir hafta kaldım, hep birlikte olmuyordu. Annem de dedi ki “Kızım gel yanımıza, sana TOKİ’lerde* bir ev tutalım. Babandan kaynaklı rahat değilsen, yasak bitene kadar orada kalırsınız. Sonrasında dönüp kendi evinize gidersiniz.” O zaman, bizim hâlâ umudumuz vardı. Gözümüz televizyonlardaydı, yasak kalktı mı kalkacak mı diye. Bir hafta Elazığ’da kaldıktan sonra tekrar Diyarbakır’a, görümcemin evine geldik. İki katlı, avlulu bir evdi. Bütün kış yukarı odayı hiç kullanmadıkları için buz gibiydi ve de rutubetliydi ev. Görümcem bir halı bir soba verdi, bir hafta orada kaldım. Çocuklarım orada rahat değildi. Ben de merdivenlerden düştüm. Kıştı, merdivenler yukardan aşağı buz tutmuştu. Ayak bileğimi incittim o gün. O şekilde olmuyordu artık, o mahallede bir ev tuttuk. Eşya yoktu ama ev bulur bulmaz yerleştik, bir gece uyuduk. Sonraki gün, öğle vakitlerine doğru çarşıya gittim. Bir tanıdık vardı, dedi “Gelin, küçük bir televizyon alın, çocuklar evde sıkılmasın.” Yanlış değilsem, daha oraya yetişmeden büyük bir patlama oldu. O patlama sesi ile bana sanki bir şey oldu, geri de dönemiyorum. Yasaklı olan sokaklardan geliyordur diye düşündüm… Ben nerden bileydim ki o havan topu, o kadar binanın içerisinden gel benim halama isabet et. Halam o gün, orada ölmüştü. Görümcem ve benim oğlum da hepsi ordaydı. Kelimelerle anlatılmaz, tarifi yok bu duygunun! Nasıl geri gelmişim, nasıl haber almışım, nasıl morga gitmişim bilmiyorum. Devlet hastanesine gittik, o günü nasıl geçirdiğimi bilemiyorum. O günü bir daha hatırlamak bile istemiyorum. Kendi evinde değildi benim halam. Yoğurt Pazarı’nın orada oturuyordu, o da yasaklı bölgedeydi. 25 gün boyunca içeride kaldı, mücadele etti evinde kalmak için, evini terk etmemek için ama en son o da anladı ki çare yoktur, o da çıkmak zorunda kaldı. Onlar polis tahliyesiyle çıktılar, polis gelip resmen “Çıkın evinizden” demişti. Ondan sonra o da çıktı geldi kayınımın evine. Kayınım da o evi Sur’dan çıkınca kiralamıştı. İki katlıydı, bir katında o kalıyordu diğer katında da halamlar kalıyordu. Halam çıktı, gidecek yeri yoktu. Direkt geldi kayınımın evine, o evde de başına bunlar geldi. Öyle olunca, ben kiraladığımız o evde bir gün kalıp çıktım. Gidecek yer yok, sığınacak akraba yoktu. Akrabaların çoğu da hep Sur’da oturuyordu, hepsi yerinden olmuştu. Herkes bir akrabasının yanına sığınmıştı. Ev yok, yurt yok nereye gideceklerdi? En son çare kaldı; Sosyal Yardımlaşma’ya gittik, bizi oradan otellere yönlendirdiler. Orada yaklaşık 4 ay kaldık. Sonra dediler “Ev kirası veriliyor isteyen kiraya çıkabilir.” Ev kiralarsak, eşya yok, ev soğuk, çocuklar perişan olur diye düşündüm. En azından otelin sıcak suyu var, yatak ve sıcak yemek veriyorlar. Biraz daha kalalım, dedik. 4 ay kaldıktan sonra otelde de yasaklar vardı. Misafirin gelip gidemiyordu, kardeşin de dahil ve de canının istediği bir yemek bile yapamıyordu insan. Baktık olmuyor, ev hayatı gibi değil, kalkıp ev aradım, şimdiki oturduğum evi buldum. O gün bu gündür buradayım. 1,5 yıldır buradayım, hiçbir eşyamı çıkaramadım. Sadece, bir dolabımı, içindekilerle çıkardım. Sadece ona zarar vermemişlerdi. Bir gün hasar tespiti için devlet bizi çağırdı. Gittim dedim “Hani benim evim nerededir? Evimi bulamadım.” Duvarlar hep birbirinin üzerine yıkılmış, moloz haline gelmiş. Sanki deprem olmuş orada. Ben o evi, o şekilde gördüğüm zaman, dizlerimin bağı çözüldü. Ben o mahalleye giriş yaptığımda Sur’u o şekilde gördüm dehşete düştüm. Bir pikap tutmuştuk kendimize, belki eşyalarımız sağlamdır, getirebiliriz diye. Benim Sur’u o halde görmemle birlikte ağlamaya başladım, o pikabın içinde ağladım ta eve yetişene kadar. Evin önüne geldim baktım bir tek odam kalmış, diğer kısımlar olduğu gibi yıkılmış, çökmüştü. Aracı süren kişi 2 tane el bombası gördüğünü söyledi, eline aldı, polisler bizim yanımızdaydılar, müdahale ettiler elinden aldılar. Sadece bir dolabım sağlam kalmıştı.
İnsanın can sağlığı önemli ama insanın yaşadığı yer, huzur da önemli…
Mahallem, huzurum, yaşadığımız yerin kaybı beni çok üzdü. İnsanın can sağlığı önemli ama insanın yaşadığı yer, huzur da önemli! Kızımı bakkala bile gönderemiyorum burada, yalnız bırakamıyorum. Burada kimseyi tanımıyorum, Sur öyle değildi, birbirini tanıyordu insanlar. Çocuklarımız da daha serbest hareket ediyorlardı. Korku yoktu içimizde ama buraya geldikten sonra korkuyoruz artık. Sur’daki huzuru bulamıyorum burada. Orada komşularla oturmam, onlarla oturup bir bardak çay bile içmem ne kadar keyif veriyordu bana. Ama ben burada kimseyi tanımıyorum, tüm bunlar psikolojimi olumsuz etkiledi.
Evimiz yıkıldı, devlet sadece eşya parası olarak 5.000 TL verdi. Bunun dışında bir tazminat almadık. Benim sadece klimam 3.000 TL’ydi, buzdolabım 2.000 TL’ydi. Bize sadece 5.000 TL verdiler ve dediler ki “Bunu kabul etmezsen 2-3.000 TL’ye iniyor. Eşim kabul etmemiz gerektiğini söyledi, aksi taktirde o kadar da alamayacaktık. Herhangi bir dilekçe vermedik. Onlarla baş edemezdik, mecbur kabul ettik.
Son olarak, benim isteğim, bir an önce barış olsun ve herkes huzura kavuşsun. Yani artık bu çatışma bitsin, gençlerin artık gelecekleri olsun. Kafamı yastığın üzerine bıraktığımda, hangi genç nerededir, ne oldu, ne olacak soruları aklımdan çıkmıyor. Bir an önce huzur gelmesini istiyorum. Bu topraklarda artık huzur içinde, yan yana yaşayalım istiyorum. Çocuklarımızla huzur içinde yaşamak istiyoruz. Eğitimlerini devam ettirebilmeleri için huzurlu bir ortam yaratılsın artık.
* TOKİ, Toplu Konut İdaresi, 2004 yılında 802 sayılı Başbakanlık kararıyla Başbakanlığa bağlı kuruluş olarak görevlendirilen birimdir.