1974 yılında doğdum. Gabar ilçesine bağlı bir köydenim. Babam iki defa evlenmiş. Üvey annemin dört çocuğu var, iki kız iki erkek. Annemin ise beş kız, dört erkek; yani dokuz çocuğu var toplamda. Bizim durumumuz çok iyiydi, 300-400 koyunumuz vardı, ineklerimiz vardı, her şeyimiz vardı.
Ailemde iki eşlilik çok yaygın, dedemin kuşağı hep 2-3 evlilik yapmış, babam da iki kadınla evlenmiş, eskiden çok yaygındı bu ama şimdi çok az. İhtiyaçtan değildi bu durum, keyfiyettendi, erkekliktendi, bazıları ben zenginim, iki defa evlenirim diyordu, kimse bir şey demiyordu. Kız ve erkek çocukları arasında ayrım vardı ev içinde, babam rahmetli her zaman önce erkek çocukları diyordu. Annem ikinci eş. Kardeşimin biri kayalıklardan düşmüş, bir kardeşim de Cizre’de şehit olmuş, bir diğeri de yurtdışına çıkmış. Ben hiç okula gitmedim. Erkekler de gitmedi okula, hiçbirimiz okula gitmedik, biz köyde büyüdük. Sonra Cizre’ye geldik iki kardeşimle beraber, biri şehit oldu, diğeri de yurtdışına İtalya’ya gitti. O sekiz yıl okumuştu.
Ben daha önce hiç şehre gitmedim, köyde evlendim, 13 yaşındaydım evlendiğimde, daha çocuktum ve üvey kardeşim için berdel* oldum. Evliliğin ne olduğunu bilmiyordum, bir şey anlamıyordum, hepimiz karşı çıktık, annem kardeşim herkes karşı çıktı, dediler daha küçüktür ama babam dediğini yaptı. Evlendirdi bizi. Kardeşim büyüktü. Evlendiğim kişi de bizim köydendir. Beraber çobanlık yapardık küçükken. Evleneceksin dediklerinde çok korktum, kayınbabamın evinde iş çok vardı. Babam diyordu ki “Evlenince onların ev işlerini yapamazsın.” Allaha şükür ki işlerimizi yaptık, yetişebildik.
Düğünümü hatırlıyorum, davulla zurna vardı. Ben ve berdelin düğünü aynı gün olmadı, ben ondan 15 gün önce evlendim. Gelinlik yerine o zamanlar elbise vardı, Botan yöresine ait kıyafetlerimiz vardı. Onları giydim. Evlendikten sonra 24 yıl boyunca eşimin ailesiyle yaşadım, hatta kaynanamın çocuklarını bile ben büyüttüm şu an üniversiteye gidiyorlar.
Biz 24 yıl önce Cizre’ye devlet yüzünden geldik. Köyleri yaktılar bize dediler ki “Siz korucu olacaksınız”. Kayınpederim kabul etmedi, böylece Cizre’ye geldik. Kocam İstanbul’a gidiyordu sürekli, çünkü orada çalışıyordu. Bazen iki yıl boyunca gelmiyordu, bazen daha uzun, bazen de altı ay kalıp dönüyordu. Orada çalışırken bize para gönderiyordu. Çocuklarım babalarını görmedi hiç. Biz tek başımızaydık. Ben başkalarının tarlasında çalışıyordum, pamuk topluyordum, başkalarının el işini yapıyordum. Bu şekilde çocuklarımı büyüttüm, bir keresinde çocuklarımı kaynanama bırakıp Manisa’ya gittim, bir kere de Silopi’de pamuğa gittim. Mevsimlik işler yapıyordum. Çok zorluk gördüm, her işi yaptım. Hiç demedim bu erkek işidir ben yapmam, bu ağır iştir, zahmetlidir… Her şeyi yaptım. Ben öyle çok zorluk çektim ki, benim çektiğim zorluk anlatılamaz. Ailede şiddete gelince, doğrusu ben hiç şiddet görmedim aileden.
Çocuklarımı okuttum. Biri hemşireliği kazandı, oğullarımdan biri sekiz yıl okudu, babası onu da inşaata götürüyor kendisiyle beraber şimdi. Bir kızım da sekize kadar okudu sonra da evlendi, bir çocuğum da dağa gitti. Yasaklardan dört yıl önce gitti, 13 yaşındaydı gittiğinde. Kasım ayıydı, pazar günüydü, geldi anne bana para ver tıraş olacağım dedi. Ben de ona para verdim gitti, tıraş oldu geldi. Dedi anne ne yemek yaptın, ben dedim ki patates kızarttım. Dedi ki hayır ben yemeyeceğim, ona dedim ki peynir getireyim sana seversin. Biraz ekmek peynir yedi çıktı, akşam geldi. Ona dedim ki, “Mehmed’im sen rahatsız mısın, hasta mısın, neden böyle keyifsizsin?”. Dedi ki, “Yok bir şeyim ben zaten böyleyim.” Yine bana akşam yemeğini sordu. Ona dedim ki şehriyeli çorba yaptım, yemeği koydum yemedi çıktı. Bazen anne ben gideceğim diyordu, o gün de anne gideceğim dedi ve gitti. Gidişinin üzerinden üç yıl geçti, yani Cizre’deki çatışmalardan sonra haber aldık ondan.
* Berdel: Ailedeki erkek üyeleri evlendirmek için, ‘kız almayı’ hedefledikleri aileye kendi ailelerinden bir ‘kız vererek’ yapılan eski bir töre.
Sokağa Çıkma Yasakları…
Yasağın başladığı gün, teyzemin kızı mevlit veriyordu, biz oradaydık, birden insanların paniklediğini gördük. Bir gördük ki herkes kaçıyor, ben evde hazırlık yapmamıştım, hiçbir şeyimiz yoktu, dükkâna gidip bir şeyler aldım. Eve gittiğimde gördüm ki top sesleri geliyor çocuklarım korkuyordu, kulaklarına pamuk tıkadım. Biz yedi aile kardeşimin evine sığındık. Su yoktu, evde olan şeyleri yiyorduk sadece. Gündüz idare ediyorlardı çocuklar ama gece olduğunda hepsi ağlıyordu, silah seslerinden korkuyorlardı. Yasaktan sonra eve gittim her şeyim mahvolmuştu, perdeler yanmıştı. Her şey harap olmuştu, el atmadık hiçbir şey bırakmamışlardı. Erzaklar, perdeler, yataklar, her şey gitmişti… Yasak süresince 21 insan öldürülmüştü. Devlete karşı hendekler kazıdılar. Düşman üstümüze geliyordu, bütün gençlerimizi tutuyordu, götürüp işkence ediyordu. Şehit olan oğlum 20 defa işkence gördü, kulak zarı patladı, kolu kırıldı. Bu durumda gençler kendilerini korudular.
İlk yasaktan sonra bazı insanlar evlerini terk etti, bazıları da terk etmedi, ben evimi terk etmem dedim. Ben ve üç çocuğum evde kaldık. Küçük kızımı elimle tuttum, kocam, siz gidin dedi. Ben evime sırtımı dönüp gitmem dedim, bırakıp gitmem dedim. Biz 43 gün evde kaldık; elektrik yoktu, su yoktu, kış ortasıydı, kar yağıyordu… Kardeşim şehit oldu. İnsanlar evlerinden çıktıklarında, o da evine gidip çocuğunu ve eşini almak istiyor. Keskin nişancılar onu öldürüyorlar, Cudi mahallesinde. Daha 33 yaşındaydı. Üç tane de çocuğu var. Kardeşimin haberini aldığımda düşüp bayılmışım. Aklım başımdan gitti, delirdim. Ambulansı çağırdılar. O gün, özel timler geldi, kardeşimi istediler bir de. Biz hastaneye gittik orayı da işgal etmişti özel timler.
Hemşirelerin bizi tedavi etmesine izin vermiyordu özel timler. Beni kuzenimin evine götürdüler, Kardeşimin cenazesi 29 gün yerde kaldı.
Kardeşimin cenazesi günlerce sokaklarda kaldı. Duyduğumuzda delirmiştik, ne hissedebilirdi ki insan, sadece ağlıyordum. Aklım başımdan gitmişti, insanlar benimle konuşamıyordu. Hiçbir şey yapamıyorduk. Komşumuz olan bir kadın bakıyordu çocuklarıma, yemek veriyordu, onları yıkıyordu. Televizyonu açmıyordum, 40 gün başımı yıkamadım, üstümü değiştirmedim, “kendimi öldüreceğim” diyordum. Ölmek o halimden daha iyiydi, ben kardeşimi istiyordum. Biliyordum insanlar bu bodrumlardan sağ çıkamazdı. 29 gün sonra kardeşimin cenazesini getirdik. Gece köprünün üstüne gittik izin vermediler cenazenin yanına kimsenin gitmesine, sadece bir kardeşim ve kuzenim cenazeyi almaya gittiler. Başka kimsenin gitmesine izin vermediler. Bir hafta sonra Cizre’deki yasak kalktı, biz köprünün oraya gittik, arama vardı.
Ben kızımın yasını tutuyordum bilmiyordum ki ölenin dağa çıkan oğlum olduğunu…
İnternette kızımın ismi de vardı bodrumdakilerin listesi içinde, Xece’nin ismi. Bodrum’da olduğunu söylüyorlardı. Onların da haberlerini bekliyordum. Kardeşimin mezarına gittik, daha Fatiha okumamıştım, Êvdo Hoca yanıma geldi, anladım bana haber getirdiğini. Ona dedim ki “Allah rızası için çocuklarımdan hangisi belli olmuş?”. Bana dedi ki “Ben bilmiyorum.”. Ben de dedim, “Ben biliyorum Xece’dir kesin.”. O da “Telefon gelmiş Urfa’da cenazelerden biri belli olmuş ama ben bilmiyorum kimin olduğunu.” dedi. Biz belediyeye gittik hangi çocuğumun öldüğünü sordum. Onlar biz bilmiyoruz, dediler. Ben yere düştüm, beni hastaneye götürdüler, sabah Urfa’ya gittik savcılığa. Biz gittiğimizde kabul etmediler, “Belediyeden kâğıt getirin, ondan sonra cenazeyi vereceğiz” dediler. Bir gece orada kaldık, ben kızımın yasını tutuyordum, bilmiyordum ki ölenin dağa çıkan oğlum olduğunu… İnsanlar bana “Oğlun Cizre’ye gelmiş!” diyorlardı ama ben bilmiyordum, inanmamıştım. Cenazeye gittik yüzünü açtığımızda bir baktım ki kızım değil oğlummuş öldürülen, ağlayıp bağırmaya başladım. Dişlerinden tanıdım. Dedim “Bu benim Yaşar’ımdır.” Cizre’ye geldik aklım başıma geldi, tanımıştım onu, Tanımıştım onu ama kabul etmediler. Tekrar savcılığa gittik, kan verdik. Ama kızım kayıptı, onu bulamıyorduk…
Psikolojik tedavi görmeye başladım sonrasında, yatıştırıcı ilaçlar alıyordum. Ama şimdi bıraktım. Şimdi akciğer ilaçları alıyorum ve tansiyonum var, hipertansiyon çıkmış bir de ayağa kalktığımda sağ bacağımda karıncalanma oluyor. Xece’nin haberini duyduğumda da dünya karardı gözümde, hiç kimseyi görmek istemiyordum. Çocuklarımın mezarlarına gidip bakıp bakıp ağlıyorum. Sürekli rüyama geliyor oğlum, bana bakmıyor, bilmiyorum niye yüzünü çeviriyor konuşmuyor…
Cizre sokaklarında yürürken, her şey gözümün önüne geliyor, çocuklarım, yürüdüğüm yollar aklıma geliyor. Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen sokağa çıkamıyorum, gezemiyorum sokaklarda. Eşim kapıya gelip beni kapıdan arabayla alıyor. Bu yaşananlar Türkiye’nin ayıbıdır. İnanmıyorum ki başka bir devlette böyle şeyler olsun. Ne adalet var ne insanlık! Bu devlette hiçbiri yok! Benim gördüğüm şeyler kimsenin başına gelmesin. Türkiye devletinden benim hiçbir beklentim yok. Kardeşliğe olan inancım kalmamış, benim inancım kalmamış. Türkiye devleti asla kardeşimiz olamaz! Ben hayatım boyunca bu savaşı gördüm ve barışın olabileceğine asla inanmıyorum. Ama ben her şeye rağmen, her şey güzel olsun istiyorum. Biz bu kötülükleri gördük ancak hiçbir annenin yüreği yanmasın. Bu kanın durması lazım, yine de barış olsun diyoruz. Allah bizi yarattı bunu inkâr edemeyiz, devletin silahını alıp onların peşinden gidenler, kötülükten vazgeçsinler istiyoruz! Kardeşlerine karşı savaşmasınlar istiyoruz.