45 yaşındayım ve Cizre’nin köylerinden birinde, yazın dünyaya gelmişim. Annem koçermiş* bu yüzden Van tarafında yaylalara çıkarlarmış.
Ailem yoksul bir aileydi. Annem çobanlık yapıyor, koyun ve büyükbaş hayvanları otlatıyormuş. Başkalarının hayvanları için ot topluyormuş, otları onlara verip karşılığında bulgur, şeker gibi malzemeler alıyormuş. Babam o zamanlar 4 yıl askerlik yapmış ve kıtlık varmış. Bu nedenle, babam da Suriye’ye gitmiş. Ailesi Suriye’de kalmış, sadece bir kız kardeşi varmış oda kız kardeşini oradan almış Cizre’ye gelmiş.
Babam askere gitmiş. O zamanlar telefon olmadığı için babam mektup yazmış ailesine. Siyah kurşun kalemle yazıldığı için ailesi mektubu görür görmez ondan kara haber geldiğini düşünmüş. Ve sonrasında kıtlık başlayınca, dedem ailesini alıp, Suriye’ye götürmüş. Suriye’ye göç ettikleri için başka mektup da alamamışlar ondan. Babam 4 yıl bittikten sonra teskeresini alıp, Cizre’ye gitmiş ailesini aramış. Ona kıtlığın başladığını ve ailesinin Suriye’ye gittiğini söylemişler. O da onları bulmaya, Suriye’ye gitmiş. Babam askere gittiği zaman, 3 erkek ve 1 kız kardeşi varmış. Babam Suriye’ye gidince babasının öldüğünü, annesi, kız kardeşi ve anneannesinin Suriye’de kaldıklarını öğrenmiş. Sınırın diğer tarafına kaçak bir şekilde, bir nehirden geçerek ulaşmış. Orada ailesini soruşturmuş, bir çadır göstermişler. 3 amcam da oradaymış. Sonra annesini çağırmış kendisini ailesine tanıtmış, onlara hâlâ yaşadığını açıklamış. Sonrada kız kardeşini alıp nehirden geçerek Cizre’ye getirmiş. Bir eşek bulmuş kendine, onunla Cizre’ye odun götürüp satmış. Sonra 2 tane keçi almışlar ve bu şekilde geçinmişler. Diyordu ki “Biz o keçilerin sütünü kaynatıp yoğurt yapıyorduk. Sonra onu otlarla karıştırıp yiyorduk. Bir yıl boyunca o şekilde beslendik.” Bir eşek almışlar kendilerine. Bu eşeğin semeri altında uyumuşlar. Bir yıl boyunca boşaltılan bir karakolda kalmışlar. Suriye’de bizimkilerin Araplarla ilişkileri iyi değilmiş, düşmanlıkları varmış. O nedenle babam geri dönmek istemiş Cizre’ye. Bir süre sonra annesini de alıp getirmiş, birlikte çalışıp hayatta kalmışlar. Beş yıl boyunca, sefalet içerisinde o karakolda kalmışlar. Odun toplamışlar uzun bir süre, kömür yapıp satmışlar, bu şekilde geçinmişler. Odun toplamışlar. Kendilerine bir ev yapıncaya kadar, kerpiçten bir evde kalmışlar. Sonra kendilerine 3 tane ev yapmışlar bu şekilde yavaş yavaş eşyalar almaya başlamışlar. Pamuk almışlar yatak yorgan yapmışlar. Uzun zaman almış ama bütün kardeşlerin evleri yan yanadır. Bütün aile bir araya gelmiş. 7 yıl geçmiş, bu şe kilde kadınlar yünden keçe yapmışlar, pamuk toplamışlar. Bu şekilde geçinmişler. Babam askerden döndükten sonra 3-4 yıl geçmiş sonra annemle evlenmiş. Biz sekiz kardeşiz, beş erkek üç kız, ben dördüncüyüm. Hiç okula gitmedim, o zamanlar yoktu. Sanırım 12-13 yaşlarında, daha çocukken evlendim. Benden yaklaşık 15 yıl büyüktü eşim. Görücü usulüyle evlendim, dört gün boyunca düğün yaptık. Halay da vardı, düğünde enstrümanlar ve de ben düğün kıyafeti de giymiştim. Ama hiç eğlenemiyordum, çocuk olduğum için bir şey anlamıyordum. Düğünümüz 4 gün sürdü, o zaman düğünler güzeldi, ben de düğünleri seviyordum.
Evlendikten sonra hemen hemen bütün aile aynı evde kalıyorduk; kayınpeder, kaynanam, 4 kız, kayınım, kayınımın eşi ve çocuklar da vardı. Kayınpederim çobandı, koyunları vardı. Hayvanları vardı. Biz koçerdik, hayvan besliyorduk, sağıyorduk, yaylalara çıkıyorduk. Biz de hayvanları sağıyorduk. Bazen hayvanların başını tutuyorduk. Ekmek pişiriyorduk…
* Koçer; Konar göçer
90’lı yıllar…
10 çocuğum oldu, 8 tanesi hâlâ hayatta. 5 tanesi öldü; 2 tanesi şehit oldu, 3 tane de Allah’ın emriyle öldü. Şehit olan ilk çocuğum Fatma’ydı. Öldüğü gün saat 7’de çatışma başladı, biz de Bodrum’a indik. 10 dakika geçti, sonra bir şey görmedim, bir şey hissetmedik, top sesini de duymadım sadece topun eve değdiğini gördüm, darmadağın oldu her yer. Bir şey duymuyordum. Sonra Mehmet’i gördüm evin kapısında, zavallı o da odadan odaya koşuyordu, annesini babasını arıyordu. Ona annesini babasını görmediğimi söyledim. Bütün ailemiz ve diğer insanlar gelmeye başladı. Çatışma çıkmamış, sadece top atışları olmuş. Bir top mermisi evimize değmişti. İnsanlar; kayınpederim, kaynanam ve bizi hastaneye götürdüler. Kayınvalidemin nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Dediler o da evdeymiş, üç oda birden yıkılmış, üç çocuk yaralanmış, Fatma da kardeşinin altındaymış. Yengem geldi kızı zehirlenmiş, ona süt içirdiler, raporumuzu yazdılar Diyarbakır’a sevk ettiler. Ben, Fatma, Nisa, Abdullah dördümüzü Diyarbakır’a götürdüler. Kızımın ayağı evde yaralanmış, evin parçaları ayağının üstüne düşmüş, ayağı kırılmış. Hafif olanların pansumanını yapıp, hepsini eve gönderdiler. Yolda, ambulansımız bozuldu. Nusaybin’den ambulans çağırmışlar ama ambulans geç geldi. Çocuğun ayağı kopmuştu zaten, amcasına “Fatma öldü” dedim. Serumu durmuştu. Benimki önemli bir yaralanma değildi, sadece başım ve elim yaralanmıştı, bilincim de yerindeydi. Dedim ki “Fatma ölmüş.” O sinirlenip neden böyle söylediğimi sordu. Fatma’nın öldüğünü söyledim ve gözlerini kapattım, battaniyeyi üzerine örttüm. Dayıları da bana “Hayır senin aklın başında değil” dediler. 2 saat boyunca, bir ambulans gelip bizi alıncaya kadar üçümüz ambulansta kaldık, ben kızım ve oğlum. Ambulansta kimseyi görmedim, doktor da yoktu. Kayınım vardı, ben ve çocuklar yalnızdık. Kızımın gözlerini kapattım, serumu çıkardım. “Tamam onu rahat bırakın” dedim. Artık bu şekilde Mardin’e gittik kardeşim yanıma geldi, bana onu morga koyduklarını söylemedi. Dedi ki “Doktorlar onu tedavi edeceğiz, siz Diyarbakır’dan dönünceye kadar demiş.” Artık yanımda öldüğünü söylemediler. Onu morga gönderdikten sonra beni ameliyat etmeleri için biz Diyarbakır’a, fakülteye gittik. Her tarafım yara bere içindeydi sonra bacağımı ameliyat ettiler. 15 gün hastanede kaldım doktor da gelmedi yanımıza, ayağım böyle sakatlandı. Ayağıma düzgün müdahale etmedi doktorlar. Beni ameliyat etmediler ben çıkmak istedim, “Boş ver lazım değil” dedim. 15 gün sonra Cizre’de doktora gittik başhekim geldi ayağımı pansuman etti “Çok üzüldüm niye seni tedavi etmediler” dedi. Bu arada da ben aslında Fatma’nın öldüğünü biliyordum, dayısı sağ olduğunu söylüyordu, üzülme diyordu. Ameliyat günü o da yanıma geldi. 20 gün Diyarbakır’da kaldık sonra ayağımı ameliyat ettiler. Sonra eve geldik. Hiç kimse yoktu, sadece Mehmet vardı evde.
Fatma’nın öldüğü yıl 1992 yılıydı. Cizre’de çatışma olmuştu, toplar patlamıştı. Her yerde çatışma vardı, Fatih Mahallesi’nde de çatışma vardı. Mayın patlamış, panzer havaya uçmuştu. Gece her yeri bombaladılar, her yere ateş ettiler. Halkın başına bunlar geldi. Her yerde fırtına koptu, o gece 7 kişi öldü. Bir evde 4 kişi öldü diğerinde de 3. Ben de taburcu olup Cizre’ye döndüğümde, artık anlamıştım, ölmüştü o. Her şey gözümün önünde olmuştu. O gün, kayınpederim ve kaynanam da ölmüştü. Fatma 7 yaşındaydı, okula daha yeni gidiyordu, okumayı öğrenmişti. Mezarına 2-3 ay gidemedim. Evde pek kimse de yoktu. Bazılarının gözleri kör olmuştu. Eşimin babası beyin kanaması geçirip ölmüştü. Yaralarımın yerleri, hâlâ bazen ağrıyorlar. Bazen de iyiler. Beni tekrar ameliyat ettiler sonradan ama doktor bu ağrılarla idare etmem gerektiğini söyledi.
Cemilem…
90’larda korucu olmamızı istedikleri zaman da göç etmek zorunda kaldık. Doğubeyazıt’a gittik, orada bir yıl kaldık. Tanıdıklarımız vardı. Bize ev verdiler orada kaldık. Eşim, o zaman Irak’a gitti, orada çalıştı. Bir yıl sonra tekrar Cizre’ye döndük. 12 Eylül 1980’de de aynı şeyler oldu, o zaman köydeydik yaylalara çıkıyorduk. Biz burada her şeyi gördük. O kadar çok kötü şey gördük ki keşke hiç buraya gelmeseydik. Son süreçte de aynı şeyleri yaşadık, hendekler 1,5 yıl sürdü. Gençler, hendeklerle mahalleye artık askerler girmeyecek diyordu. Biz Cizre’nin sakin olmasını istiyorduk. Artık evler basılmasın istiyorduk. Bazılarımız iyi olmuş, diyorduk. Bazılarımız da kötü oldu, hendekler kapatılsın diyordu. Devlet hendeklerin kazıldığını görüyor ve engel olmuyordu. Bir nevi devlet, bu hendekleri kendi kazıyordu. Bu mahallede ilk yasak 9 gün sürmüştü. 9 gün boyunca evimizden çıkamadık, 9 gün sonrasında çatışma bitti mahalleye çıktık yürüyüş oldu. Biz gece gündüz nöbet tutuyorduk. Neredeyse, her gün yürüyüş oluyordu, biz hiç durmuyorduk. Cizre’deki ilk yasaktan sonra insanlar, bir daha böyle bir şey yaşanmasın diye eylem yapıyordu. Cemile beni çağırdı «Sen de gel» dedi. «Ben gelemem, çok yorgunum» dedim. O kalktı kardeşiyle beraber gitti. Evden tabak kaşık falan götürdüler, mahallenin sonuna kadar gittiler, burada Botan diye birinin taziyesi varmış. Diyarbakır’dan bir tane gazeteci gelmişti, o gece müzik çaldılar. Kameranın karşısına geçtiler. Gençler yardım etmişler, mahallenin yarısı ordaymış. Cemile daha sonra gelip evin önünde oturdu. Bizim yanımızda 3 aile daha vardı. Diğer gün de Cemile evin önünde kürsüde oturmuştu. Yaklaşık 20 insan vardık, saat akşam 8’di. Oturuyorduk, bir yürüyüş başlamıştı, insanlar geçiyordu evin önünden “Kızım kalk içeri git” dedim. Sonra elbiselerimi değiştirmek için ben içeri girdim. Sonra silahlar patladı, 7-8 insan evin önünde düştü. “Cemile” dedim, ses çıkarmadı. Kızımı aldım kucağıma “Ah anne” dedi, sonra bitti… Yengeme “Cemile öldü” dedim. Her taraf toz duman içindeydi. Biz gaz attıklarını sanıyorduk ama aslında duvarlardan toz kalkıyordu. O gün babası evde değildi, kimse yoktu, kardeşi de yoktu evde. Aldık onu alt kata indirdik. Oğlum ve ardından babası geldi. Oğlum babasına “Cemile öldü” dedi. Aldık onu odaya koyduk. Elini tutmuştum “Cemile’m bir şey olmamış” diyordum. Sonra gittim buz getirdim göğsüne koydum kurşun bir tarafından girmişti diğer taraftan çıkmamıştı. Çıksaydı, belki bir şey olmaz yaşardı… Babası kalktı su getirdi. Onu yıkadık ve kefenledik. Babası ambulans çağırdı gelmedi. Kimi çağırdıysak gelmedi, bir hafta öylece bekleyince. Babası dedi “Ben kızımı derin dondurucuya koyacağım.” Sonra tekrar polisi aradık ambulans çağırdık, ambulans vermediler, dediler “Nusaybin Caddesi’nde İdil’e giden yola getirin.” Bir tabut hazırlayıp, onu oraya götürdük. Nusaybin’den, Batman’dan bir sürü insan gelmişti. İnsanlar hep birlikte onu İdil Caddesi’ne götürdüler. Ambulans babasına “Kimse gelmesin yasak” demiş. Caddeye kadar gittiler ambulansa binmelerine izin vermediler. Sonra insanların dağılması için ateş etmişler. Oğlum diyordu “Kurşunlar ayaklarımızın dibine düştü diyordu.” Devlet cenazeyi onlardan almış, Şırnak’a götürmüş, orada 8 gün kaldı. Yasak 10. günden sonra kaldırıldı. Biz Şırnak Devlet Hastanesi’nin oradaydık. Bütün cenazeleri toplamışlar. 22 tane cenaze olduğunu söylediler. Şırnak savcısı Cemile’yi görmemiz için izin vermişti. Ama biz kızımızın onunla aynı kaderi paylaşan insanlarla beraber gömülmesini istedik. Ve yasak kalkınca, hepsini birlikte defnettik.
Cemile öldürüldükten sonra babası ve kardeşi çok üzülmesin diye güçlü durmaya çalıştım. Allah bize sabır verdi. Mezarı bize yakın, her Perşembe gidiyorum. Üzerindeki çiçekleri ben ektim. Sürekli ilgileniyorum, gidiyorum. Çünkü gitmesem delireceğim. Bir ara hastalandım, Diyarbakır’a gittim. Sonra bana dediler “Cemile’nin yanına git rahatlarsın.”
Cemile öldüğünde11 yaşındaydı, şimdi 13 oldu. Okula gidiyordu, Kuran da okuyordu. Çocuktu ama 100 adama bedeldi. O bizim umudumuzdu, evde iş yapıyordu temizlik yapıyordu, yemek bile yapıyordu, markete gidiyor, alışveriş yapıyordu. Çok çalışkandı, birisi bilgisayara isimleri kaydettirmek için, onu yanında çalıştırmak istemişti. Dördüncü sınıfa gidiyordu. “Okuyabildiğim kadar okuyacağım” diyordu. O, bu evde hayatını kaybetti, her hatırladığımda başım dönüyor. Onu sakladığımız dolabı da devlet alıp, Diyarbakır’a götürdü. Otopsi için dediler ama bence kimse duymasın diye yaptılar. Bir tane daha derin dondurucu aldım, bir şey alacak ya da koyacak olsam, on defa kapağını açıp kapatıyorum. Allah hakkınızı alsın, başımıza ne getirdiyse, bodrumlardaki çocukların başına ne getirdiyse, onların başına da aynısını getirsin.
“Hepiniz çıkın. Cizre’yi biz kurduk, biz yıkacağız” diyorlardı…
İlk yasak sürecinde,* bizim her şeyimiz vardı; suyumuz, ekmeğimiz… Hazırlık yapmıştık, evimizde her şeyimiz vardı. Birkaç gün evimizden ayrıldık çünkü askeriye bizi çıkardı. Sonra bir şekilde tekrar geri döndük. “Hepiniz çıkın. Cizre’yi biz kurduk, biz yıkacağız” diyorlardı. Cemile’den sonra 4-5 defa evimizi bastılar. Kardeşimi ve eşimi gözaltına aldılar, evimize geldiler her şeyi kırdılar. Çünkü bizi “PKK’ye yardım ediyorsunuz, sizin evinize misafir oluyorlar” diye suçluyorlardı. Biz bir şey yapmadık. Çocukları mahkemeye götürüyorlar, oğlumu 5 defa mahkemeye çıkardılar, 5 defa da Mehmet’i götürdüler. Öğrenci olan oğlumu da İstanbul’da gözaltına almışlar, ona işkence etmişler.
Ben inanıyorum ki eğer yaşamaya devam edebilirsek, bir gün kardeş olabiliriz…
Cizre sokaklarından geçerken, içim yanıyor. Tek bir dileğim var, artık huzur olsun istiyorum. 1992’de eşimi yere yatırdılar eline bastılar, bütün parmaklarını kırdılar. Biz o günleri de gördük, sonra her şey sakinleşti. Ajanlar tekrardan her şeyi bozdu umarım her şey yeniden eski haline döner. Ben inanıyorum ki eğer yaşamaya devam edebilirsek, bir gün kardeş olabiliriz. Hepimizin başı sağ olsun. Allah sağlık versin başarı versin hepimize, güzellik ve iyilik versin!
* İlk sokağa çıkma yasağı: Şırnak Valiliği 5442 sayılı kanun 11/C maddesine dayanarak Cizre’de 04.09.2015 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, sokağa çıkma yasağın ilan etmiştir. Bu tarihli yasak, 12.09.2015 saat 07.00 itibari ile sona erdirilmiştir. Kamuoyunda ilk yasak olarak bilinen bu yasağı, 14 Aralık 2015’te ilan edilen ve 2 Mart 2016’da sona erdirilen uzun sokağa çıkma yasağı, takip etmiştir. Bu yasaklar bu tarihten sonra da kısmi zamanlı olarak sürdürülmüş olup ancak 10.04.2017 tarihinde sona erdirilmiştir.