DEVLET GELDİ
2015-2016 Sokağa Çıkma Yasakları Almanağı

2013 yılından itibaren Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun barışçıl çözümü çerçevesinde sürdürülen Çözüm Süreci, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe mutabakatı ile müzakere edilmeye başlandı. Ancak sürecin buzdolabına kaldırılmasının¹ ardından 2015 yılının temmuz ayında Kürtler ile rejim arasında yeniden başlayan çatışmalar, otuz bir yıllık düşük yoğunluklu iç savaşın en şiddetli safhasına sahne oldu. On yıllardır süre gelen çatışma sürecinin önceki evrelerinin aksine, bu kez silahlı çatışmalar Kürdistan’ın kırsal alanlarında değil, kent merkezlerinde yaşandı. 18 Ağustos’ta Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde bir dükkânın kepengine yazılan “Devlet Geldi” yazısı ile rejim, bütün silahlı güçleri ile bir savaş yürüteceğinin mesajını verdi.
Bu süreçte YPS (Sivil Savunma Birlikleri-Yekîneyên Parastina Sivîlan) toplamda 12 şehirde hendekler kazdı ve bu kentlerin tamamında çatışmalar yaşandı. Bu şehirler, Varto, Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova Silopi, Silvan, Derik, Dargeçit, Bismil ve İdil’dir. Bu şehirlerin dışında Van ve Siirt’te de hendeklere dayalı olmayan hareketli çatışmalar yaşandı.
Aralık 2015’te bu çatışmalara Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tank, top, helikopter ve ağır silahları dahil etmesiyle beraber Şırnak, Cizre, Sur, Nusaybin, Yüksekova gibi kentler yerle bir edildi. 16 Ağustos 2015’te Muş’un Varto ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile başlayan çatışmalarda, hayat
bir bütün olarak sekteye uğradı. Sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar kısa süre içerisinde birçok kent ve mahalleye yayıldı. Günlerce, aralıksız bir şekilde devam eden sokağa çıkma yasakları döneminde, abluka altındaki kentlerin dış dünyayla irtibatı kesildi. Çatışmaların olduğu kentsel alanlarda mekansal dokunun tamamıyla yıkıma uğratılmasının yanı sıra öldürme, yaralama, kitlesel yerinden etme gibi ağır insan hakları ihlalleri ve özel mülke yönelik gasp planlı bir şekilde uygulandı.
1 Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Reccep Tayyip Erdoğan 11 Ağustos 2015’te “Bundan sonra çözüm süreci buzdolabına kaldırılmıştır” dedi.
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/08/150811_turkiyede_bugun_catisma_operasyon

Bu süre içerisinde kentlere giriş ve çıkışlara izin verilmedi. Kentlere girişler polis ve asker barikatları ile engellendi. Sivil toplum örgütlerinin, gazetecilerin, doktorların, avukatların, parti temsilcilerinin bu süre içerisinde kentlere girişleri önlendi ve araştırma yapmalarına izin verilmedi. Elektrik ve telefon şebekeleri de kesilerek kentlerde yaşananlara dair dışarıya bilgi akışı önlendi. BM dahil İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve İnsan Hakları için Doktorlar (Physicians for Human Rights)
gibi insan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası grupların, ihlalleri belgelendirmek amacıyla kentlere girmesine, çatışmalar bittikten ve sokağa çıkma yasakları kaldırıldıktan sonra bile ya engellenmeye çalışıldı ya da izin verilmedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye araştırmacısı
Emma Sinclair-Webb bu durum için:
“Türkiye Hükümeti’nin güneydoğuda birçok bölgeyi fiilen abluka altına almış olması, bir şeylerin örtbas edilmeye çalışıldığına ilişkin şüpheleri besliyor”
dedi ve ardından “aralarında çocukların da bulunduğu, beyaz bayrak sallayan, ya da bodrumlarda mahsur kalmış sivillerin, Türkiyeli güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü yönünde inandırıcı anlatımlar var ve bu anlatımların varlığı alarm zillerinin yüksek sesle çalmasına neden olmalıydı” açıklamasında bulundu.
16 Ağustos 2015’ten 1 Mart 2018 tarihine kadar geçen süre içerisinde toplam 11 il ve en az 49 ilçede resmi olarak tespit edilebilen en az 299 sokağa çıkma yasağı ilanı yapıldı:
DİYARBAKIR (169 kez),
MARDİN (48 kez),
HAKKÂRİ (23 kez),
ŞIRNAK (13 kez),
BİTLİS (14 kez),
MUŞ (7 kez),
BİNGÖL (7 kez),
DERSİM (6 kez),
BATMAN (6 kez),
ELAZIĞ (2 kez) ve SİİRT (4 kez).
Ayrıca Dersim (Tunceli), Hakkari, Mardin, Şırnak başta olmak üzere 127 bölge özel güvenlik bölgesi ilan edildi.

2014 nüfus sayımı verilerine göre sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği ilçelerde yaşadığı bilinen en az 1 milyon 809 bin kişi bu yasaklardan etkilendi; özgürlük ve güvenlik hakkı; özel ve aile hayatına saygı hakkı; toplanma özgürlüğü; örgütlenme özgürlüğü; din özgürlüğü; bilgi alma ve verme özgürlüğü, mülkiyetin korunması hakkı, eğitim hakkı, işkence ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağı, yaşam hakkı ve vücut bütünlüğü hakkı olmak üzere en temel hakları ihlal edilerek bu haklarından mahrum bırakıldı.²
Ölüm, yıkım ve kitlesel zorla yerinden etmelerin önemli bir bölümü, aralarında Cizre’nin de bulunduğu dokuz kentte gerçekleşti.
Bu kentlere daha sonra geri dönüşler olsa da ilk
etapta yarım milyona yakın insan zorla yerinden
edildi. En az 3 bin 638 kişi öldü. Sadece insanları hedef alıp onları yerinden etmeyi değil, insanların kültürel değerlerini, yaşadıkları kentleri ve yaşam biçimlerini ortadan kaldırmaya yönelik olan kentkırımın örnekleri yaşandı. Kentkırım olarak değerlendirilebilecek örneklerden biri de Şırnak oldu.
2 TİHV, 16 Ağustos 2015 – 1 Mart 2018 Tarihleri Arasında İlan Edilen Sokağa Çıkma
Yasakları

Şırnak’ta yasağın başlaması ile beraber kentin hakim tepelerine konumlandırılan tank, top ve obüsler ile kent merkezi vurulmaya başlandı. Saldırı öncesinde askeri değerlendirmelerde Şırnak’ta
“her eve mutlaka bir top mermisi değecek”
şeklinde bir yıkım taktiği tasarlandı. Kentte top ve havan mermisinin değmediği ev neredeyse bırakılmadı. 12 mahalleden oluşan kent merkezinin 9 mahallesi yerle bir edildi. Saraybosna örneğinde olduğu gibi Şırnak 2016 yılında Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova gibi yerle bir edilen kentkırım örneklerinden birini yaşadı.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) aşırı güç kullanımı; öldürme; zorla kaybedilme; işkence; konutların ve kültürel mirasın yok edilmesi; nefrete teşvik; acil tıp hizmetleri, gıda, su ve geçim kaynaklarına erişimin
engellenmesi; kadına karşı şiddet; düşünce ve ifade özgürlüğü ile siyasi katılım haklarının ciddi ölçüde kısıtlanmasına dair sayısız vaka belgelemiştir. En ciddi insan hakları ihlallerinin ise sokağa çıkma
yasaklarının uygulandığı dönemlerde meydana geldiği rapor edilmiştir. Bu dönemlerde bazı yerleşim yerlerinin dünya ile bağlantısı bütünüyle kesilmiş ve hareketlilik günlerce, gece gündüz aralıksız bir şekilde kısıtlanmıştır.³
3 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Türkiye’nin güneydoğusundaki
insan hakları durumuna ilişkin rapor Temmuz 2015- Aralık 2016

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks’in tecrübesine göre bölgede ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve yaşananlar eşi benzeri olmayan bir uygulamadır. AİHM içtihadında da böyle bir uygulamanın izine rastlanmamıştır. Komiser raporunda, sokağa çıkma yasağının bundan daha ağır bir uygulamasını tahayyül etmenin zor olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle komiser, söz konusu sokağa çıkma yasaklarının
Venedik Komisyonu tarafından sayılan bütün hakları etkilemiş olması muhtemel olduğu görüşündedir.⁴
Bölgedeki sürece bir bütün olarak bakıldığında, bu sürecin, altyapıdaki değişiklikler ve nüfus transferi vasıtasıyla güvenliği sağlamak için söz konusu yerlerde ikamet eden kişileri yerinden etme ve bu yerleri yıkıp yeniden inşa etmeye yönelik önceden tasarlanmış bir planın olduğu izlenimini veriyor. Sokağa çıkma yasaklarının boyutu düşünüldüğünde, bölge genelinde sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerde yerinden edilen kişilerin toplam sayısının yarım milyonu aşmış olması kuvvetle muhtemeldir.⁵
4 Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks, Türkiye’nin Güneydoğu
Anadolu Bölgesindeki Terörle Mücadele Operasyonlarının İnsan Haklarına Etkilerine İlişkin Memorandum, 7.
https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?command=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2952754&SecMode=1&DocId=2393076&Usage=2
5 https://www.amnesty.org/download/Documents/EUR4452132016TURKISH.PDF

Temmuz 2015’te Türk Güvenlik Güçleri, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve ona bağlı gençlik milislerinin arasında açık düşmanlığın tekrar ortaya çıkması ile, özellikle Türk hükümeti tarafından, sağlık hakları ve tıbbi tarafsızlık ihlallerinin yaygın olarak meydana geldiği bir dönem başlamıştır. Türk güvenlik güçleri; güneydoğudaki kentleri tamamen kuşatmış, sağlık tesislerini kanunsuz olarak askeri
amaçlarla kullanmış, acil sağlık hizmetlerine erişimi engellemiş ve bunlardan mahrum etmiş, sağlık tesislerini imha etmiş, sağlık çalışanlarına saldırmış ve zulüm uygulamış ve diğer yöntemlerle bölge sakinlerinin yaşam ve sağlık haklarını ihlal etmiştir.⁶

Gimgim/Varto
7 Haziran 2015’te yapılan Türkiye Genel Seçimleri sonrası başlayan çatışmalı dönemin yaşandığı ilk yer Muş iline bağlı Varto ilçesidir. 16 Ağustos’ta
Varto’da uygulamaya konan sokağa çıkma yasağı daha sonra 11 il ve 49 ilçe merkezine yayılacaktı.
10 Ağustos günü Varto-Muş karayolunda HPG gerillalarının yol kontrolü yaptığı sırada çıkan çatışmada HPG gerillası Ekin Wan kod adlı Kader Kevser Eltürk yaralı olarak esir düştü.
Esir alınan kadın gerillanın 15 Ağustos gecesi sosyal medyada yayınlanan sokak ortasında öldürüldüğü ve çıplak görüntülerinin sergilendiği kareler infial yarattı. Bu görüntüler bundan sonra yaşanacak süreç için dönüm noktası oldu.
2013 yılından itibaren sürdürülen çatışmasızlık sürecini etkileyen ve hem kent savaşlarının başlangıcını hem de kentlerde hendeklerin kazılmaya başlanmasına neden olan sürecin en önemli gelişmesi oldu. Aynı zamanda yeni süreçte rengini belli eden ilk ciddi göstergeydi.
Batı seçim atmosferinden dolayı yaşanan durumu fark edemezken doğu öfke patlaması yaşıyordu. ‘Coğrafyayı koruyamazsan bedenini de koruyamazsın’ algısının özellikle gençlerde yerleşmesine neden oldu. Zaten 2013 yılından
itibaren gençler, rejim güçlerini sokaklarından, evlerinden uzak tutmak için barikatlar ile küçük deneyimler yaşamıştı. Hendekler, bu yaşanan durum ile yeni bir boyut kazanıyor ve hem 2004 yılından beri talep edilen öz yönetimin fiili icrası hem de rejim güçlerini ‘bedeninden, hanenden ve
mekânından’⁷ uzak tutmak için başvurulan bir koruma sistemi oldu.
7 Mersin, Şırnak Kadın, 52

“Ölü bedenler önümüze bir özgeçmiş ile birlikte gelir.
O özgeçmiş, bizim o ölü bedenleri onlarla aynı hayatı süren başka insanlarla özdeşleştirmemizi sağlar. Onların bedenine yapılanlar, hayattayken onlarla aynı kaderi paylaşanlara yapılmak istenilenin bir göstergesidir. Bedenleri hem ölü hem diridir. Fiziken ölü olsalar da, siyaseten yaşamaktadırlar. Ölü beden ve ölü bedene yapılanlar siyasetin en çıplak halidir.”⁸
8 (Verdery, Katherine. 1999. The Political Lives of Dead Bodies: Reburial and Postsocialist Change. New York: Columbia University Press aktaran Evren Balta,
http://www.birikimdergisi.com/haftalik/7240/olu-bedenlerinsiyasal-yasamlari#.Vx5-Afl97IU)

Bir grup HPG gerillası, bu görüntülerin servis edilmesinden sonra Varto merkeze kadar indi. 15
Ağustos akşamı saat 20:30 civarında ilçe merkezinde HPG gerillaları ile asker ve polis arasında yaşanan çatışmanın ardından kent merkezi tüm sokaklar dahil HPG gerillalarının kontrolüne girdi. İlçede bulunan asker ve polis karakollara çekilirken Muş ve Hınıs yönünden
asker ve polis takviyesi yapıldı.
2013 yılından itibaren Cizre, Lice, Nusaybin gibi yerlerde hendekler olmasına rağmen ilk ciddi hendek kazma olayı da Varto’da yaşandı. Önceki hendek kazma pratiği daha çok güvenlik nedeni ile gece yapılan ev baskınlarına karşı önlem amacı ile mahalleli gençlik tarafından kazılırken Varto da ise
hendekler savaş cephesi olarak alan tutma ve oraya devlet güçlerini sokmama amacıyla kazıldı.
Muş Valiliği tarafından, sokağa çıkma yasağı 16.08.2015 tarihinde sabah 8.30’da, HPG’liler kent merkezinde iken, ilan edildi:
• “15.08.2015 tarihinden itibaren, Varto ilçesi şehir merkezinde PKK terör örgütü mensupları tarafından çok sayıda mayınlama ve tuzaklama yapılmıştır. Bu tuzaklamaların imhası esnasında vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinin
sağlanması başta olmak üzere, asayiş ve güven ortamının tekrar tesis edilmesi için, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi gereğince, ilimiz Varto ilçesinde, 16.08.2015 günü saat 08.30 itibari ile ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.”
Buna karşın HPG gerillaları 156 jandarma ve 155 polis imdat hatlarını arayarak devlet güçleri için sokağa çıkma yasağı ilan ettiklerini duyuruyordu:
• “Varto’da demokratik özerklik ilan edilmiştir ve tüm sokaklar PKK gerillalarının denetimindedir. Siz polis ve askerlere sokağa çıkmak yasaktır. Kendi can güvenliğiniz için sokağa çıkmayınız. Bundan sonra Varto PKK gerillalarının denetimindedir.”
16 Ağustos akşam saat 20:00 civarında HPG’liler Varto merkezden çekildi, sokağa çıkma yasağı ise 17.08.2015 saat 05.00’te kaldırıldı. Bu sürede 4 kişi yaşamını yitirdi. İnşaat işçisi oldukları belirtilen Muş doğumlu Rahmi Kızıltaş (36) ve Abdullah Toprak’ın (26) araçlarına açılan ateş sonucu yaşamlarını yitirmiş oldukları ifade edilirken diğer 2 kişinin kimliklerine ilişkin ise bilgi edinilemedi.⁹
9 TİHV Dokümantasyon Merkezi Verilerine Göre 16 Ağustos 2015- 16 Ağustos 2016
Tarihleri Arasında Sokağa Çıkma Yasakları ve Yaşamını Yitiren Siviller 21.08.2016

Kader Kevser Eltürk’e ait fotoğrafların infial yaratmasından sonra Muş Valiliği tarafından fotoğraf ile ilgili yapılan açıklamada ise şu
ifadelere yer verildi:
• “10.08.2015 tarihinde İlimiz Varto İlçesi kırsalında güvenlik güçlerimiz ile girdiği çatışma neticesi etkisiz hale getirilen PKK terör örgütü mensubu bayana ait bazı görüntülerin sosyal paylaşım sitelerinde yayınlandığı tespit
edilmiştir. Kamuoyu ve Valiliğimizce kabul edilemeyecek şekildeki bu görüntüleri çeken, yayınlayan ve sosyal medyaya servis eden kişi veya kişiler hakkında adli ve idari soruşturma başlatılmıştır.”
Halkı tahrik etmeye yönelik
Sokağa çıkma yasağının kaldırılmasından sonra İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından oluşturulan bir heyet Varto’ya gitti. Heyet 15-16-17 Ağustos tarihlerinde Varto ilçesinde olaylara tanıklık eden,
yaşananlar nedeniyle zarar gören kişilerle yaptığı görüşmelerden elde edilen anlatımları şöyle sıraladı:¹⁰
– Ekin Wan kod adlı Kader Kevser Eltürk’ün yakalanıp infaz edildikten sonra sosyal medyada yayınlanan görüntüleri dehşet vericidir. Halkı tahrik etmeye yöneliktir. Aldığımız duyumlara göre ve ailesinin otopside gördüğüne göre Kader Kevser Eltürk’ün kalçasından yaralandığı ve bunun öldürücü olmayabileceğidir, yine ailenin ifadesinde boynunda ip izleri olduğu iddiaları vardır.
– Valiliğin kadın militanın çıplak cesedinin yayınlanması konusunda yaptığı “bu görüntüyü servis edenler tespit edilecektir” sadece bu
açıklaması, “görüntüden önceki yapılanların işkence ve insanlık dışı muamele olduğunu” görmezden gelmesi sebebiyle toplumun değerlerini incitici ve dehşet vericidir.
İHD heyetinin tanıklar ile yaptığı görüşmelerin birkaçı yaşanan durumu şöyle ifade etti:
– “Varto merkezde güvenlik güçleri ile HPG militanları arasında çatışma yaşandığı iddialarının doğru olmadığını düşünüyoruz, sokağa çıkma yasağından sonra silah sesleri yoğunlaştı, sokağa çıkmamız yasak olmasa bile çatışma var mı yok mu bilgimiz olamaz çünkü kurşunlar evlerimizin içine kadar girdi.”
– “Elektrikler ve sular kesilmişti.“
– “Varto merkez çatışmaya uygun bir yerleşim yeri değildir, evlerimiz, iş yerlerimiz taranmıştır, buyurun fotoğraflarını! Mermi, kurşun delikleri gözle görülür haldedir, panzer mermilerini bizzat topladık, bixi tarzında silahlarla tarandık, roketler atıldı, bazı komşularımızın evleri kısmi yandı bir komşumuzun evi tamamen yandı, evden çıkmasalar kendileri de şu an yoklardı.”
– “Taranan evlerin ve iş yerlerinin arasında bulunan Banka, ATM gibi kamuya ait binalarda hiçbir kurşun izi yoktur, bu ilgi çekici değil midir?”
– “Sokağa çıkma yasağı boyunca hareketlilik tespit edilen her yer taranmıştır, sonrasında da özel harekatçılar bu taranan yerlere gelip kan izleri aramışlardır.”
– “16 Ağustos akşamı çok büyük bir patlama oldu ve ondan sonra çatışma hafifledi ve duyduk ki infaz edilenler varmış. Sokağa çıkma yasağı bitmiş olmasına rağmen olay yerine yaklaştırılmadık, daha
sonra gittiğimizde cenazeleri zaten götürmüşlerdi. Ağaçların üstünde, yerlerde et parçaları vardı, gördük, resimlerini çektik. Duyduk ki, Varto’ da ikamet eden Rahmi Kızıltaş ve Abdullah Toprak isimli kişiler ile birlikte iki kişi daha infaz edilmiş.”
– “İki komşumuzun öldürüldüğünü duyduk, onlar bizim komşularımızdı; arkadaşlarımızdı, her gün bir aradaydık, çay içip sohbet ediyorduk, cesetleri görmek için olay yerine bile yaklaştırılmadık.”
– “Güvenlik güçleri, HPG’liler merkezdeyken evlerinde, karakollarda bekledi, sonrada evlerimizi taradılar.”
Av. Eren Keskin, Leman Yurtsever ve İHD Varto Temsilcisi Av. Rumet Agit Özer’den oluşan ekip bir kez daha Varto’ya giderek, Muş İli Varto İlçesinde Meydana Gelen Olayları Araştırma ve İnceleme
Raporuna Ek Olarak yeni bir düzenleme yayınladı. Yaşananların savaş suçu olduğu ifade edilen
raporda, ULUSLARASI HUKUK KAPSAMINDA OLAYA BAKIŞ başlığı altında şunlar belirtildi:
“Uluslararası hukuk, kadına yönelik şiddet konusunda uzun yıllar çok yetersiz kalmıştır. 1. ve 2. Dünya savaşlarında milyonlarca kadın cinsel şiddete maruz kaldıkları halde, savaşlardan sonra kurulan Tokyo ve Nürnberg mahkemelerinde, bu suç yargılanmamış, gözden kaçırılmıştır. Ancak, Bosna ve Ruanda’da yaşanan çatışmalarda, çok
sayıda kadına karşı taciz, tecavüz ve her türlü cinsel şiddet, özellikle kadınların çabaları sonucunda, ‘savaş suçu’,’ insanlığa karşı suç’ olarak tanımlanmış ve yargılanmaya başlanmıştır.
Yine Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsünde de, kadına yönelik her türlü şiddet, bir ‘savaş suçu’ ve ‘insanlığa karşı işlenmiş suç’ olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar Türkiye UCMY’e taraf olmasa da suç tanımı olarak Kader Kevser Eltürk’e (Ekin Van) karşı işlenen suç, savaş suçu niteliğindedir.”
10 İHD, Muş İli Varto İlçesinde Meydana Gelen Olayları Araştırma Ve İnceleme
Raporu

Varto’da yaşanan süreçte, afet ve kriz yönetim ilkeleri doğrultusunda bir çözüm geliştirme yöntemi denenmedi. Bunun yerine operasyonel bir perspektiften bakıldı. Özellikle Kader Kevser Eltürk’ün öldürülüp bedeninin çıplak sergilenmesi bütün bölgede infiale neden oldu.
Savaşlarda ve silahlı çatışmalarda kadına karşı şiddet bir savaş aracı olarak kullanılmaktadır. Böylece kadına karşı şiddet bir yana, savaşın karşı tarafı olan halkın, toplumsal ve sosyal yapısı da tahrip edilmektedir.¹¹
11 İHD, Muş İli Varto İlçesinde Meydana Gelen Olayları Araştırma Ve İnceleme Raporuna Ek olarak
Kader Kevser Eltürk olayının bölgede nasıl bir infial yarattığı, bölge insanı üzerinde nasıl bir tesir bıraktığını Şırnak’ta yapılmış aşağıdaki görüşme ortaya koyuyor.
12 Kadınların Göç Hikayeleri, Şırnak s.32-34, 2018, İstanbul

Farqîn/Silvan
Varto’da yaşanan olaylar daha
yatışmamışken ve heyetler yaşananlara dair araştırma yapmak üzere yola yeni çıkmışken bu kez Diyarbakır ili Silvan ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyordu. Silvan’da 18-19 Ağustos, 24-25 Ağustos, 13-14 Eylül, 02-05 Ekim, 18- 21 Ekim ve 03-14 Kasım tarihleri arasında 6 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Ekin Wan’ın ölü bedeninin çıplak görüntüleri sosyal medyaya düştüğü gün olan 15 Ağustos tarihinde Silvan’da öz yönetim ilan edildi. DBP İlçe Başkanı Barış Gülenyüzlü 15 Ağustos’ta okuduğu öz yönetim ilanında şu beyanda bulunuyordu:
“AKP hükümetinin herkes benim emrimde
olmalı ve istediğim şekilde hareket etmeli, dayatması kabul edilmez. Biz Ankara’dan yönetilmek istemiyoruz. Bu yüzden kendimizi ve kentimizi öz yönetimimizle yönetmek istiyoruz. Ve tabii ki de yöneteceğimiz bu alanda bu halkın önderi olan önder Apo ile bu sistemi uygulayacağız. Bu bizim en meşru hakkımızdır. Önder Apo’nun özgürlüğü Kürdistan halkının özgürlüğüdür. Bizler
Farqîn’de (Silvan) yaşayan seçilmişlerin Demokratik Kent Meclisi olarak faşizan ve meşru olmayan rejime karşı toplumun öz yönetimi olarak
kendimizi beyan ediyoruz.
Halka karşı yapılan topyekün imha rejimine karşı bugünden itibaren halk olarak öz yönetim ve irade ile kendilerini yöneteceklerine inanıyoruz. Bütün kamuoyu ve meşru irade beyanımızı tanımaya ve sahiplenmeye çağırıyoruz. Bununla beraber
geliştireceğimiz bu öz yönetime karşı gelişecek
herhangi bir saldırıya karşı öz savunmamızı alacağımızı ya da halka yönelik herhangi bir katliam ya da saldırıya karşı en meşru hakkımız olan
öz savunmamızı geliştireceğimizi belirtiyoruz.
Farqîn’i (Silvan) Farqîn halkı yönetecektir.”

YDG-H’li (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) gençler devlet güçlerinin saldırılarını durdurmak ve mahallelerine girmesini engellemek için
Tekel, Mescit ve Selahattin mahallelerinde sokaklarda barikat kurup hendek kazmaya başladı.
Varto’da 15 Ağustos’ta ilan edilen ve 17 Ağustos 2015’de kaldırılan iki günlük sokağa çıkma yasağının ertesi günü, 18 Ağustos gece saat 01.00’de, Diyarbakır Valiliği tarafından Silvan’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Diyarbakır Valiliği, 19.08.2015’te yaptığı basın açıklamasında özel
harekat ve diğer birimlerden oluşan 700 kişilik
bir ekiple sabah saat 05.00’ten itibaren ilçenin
tamamını kapsayacak şekilde operasyon başlatıldığını duyurdu. Kent bu operasyon ile tamamen abluka altına alınırken dışarıdan kente girmek isteyen heyetlere izin verilmedi. Elektrik, su, internet, mobil şebekeleri kesildi¹ ve ilçede olan bitene dair bilgi akışı da gerçekleşemedi.
1 SİLVAN OLAYLARI İNCELEME RAPORU, 26 Ağustos 2015, heyette yer alan
kurumlar:
– İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi
– Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği
– Diyarbakır Barosu
– Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD) Diyarbakır Şubesi
– Diyarbakır Tabip Odası

Silvan’da yaşanan durumu yerinde gözlemlemek ve Varto’da yaşanan olayların burada tekrarlanmaması için Silvan’a doğru heyetler harekete geçti. Ancak heyetlerin kente girişine izin verilmedi. Kente girmek isteyen heyetin içinde yer alan HDP Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir yetkililer ile görüşmelerini şu ifadeler ile aktarıyordu:
“Bölgede iletişim hatları kesik, elektrik kesik, bilgi alamıyoruz. Şu anda Silvan yolundayız. Valilikle görüştük, Valiliğin ifadesine göre, Valiliği aşan bir durum var. Ankara’dan emir gelmiş.”² Erişim engeli, sokağa çıkma yasağının sona erdiği 19 Ağustos 2015 günü saat 07.00’ye kadar sürdü.
Diyarbakır Valiliği, 17 Ağustos’ta ise Silvan, Lice, Kulp, Dicle ilçelerinin kırsal kesimlerinde 20 bölgeyi güvenlik bölgesi ilan etti. Silvan’a bağlı yaklaşık 55 köy sınırının dahil olduğu 6 mıntıka ilan edilen güvenlikli bölgenin içinde yer aldı. Bu köylerin büyük bir bölümü ilçenin kuzey kesiminde yer alan dağ köyleri. Ancak ilçenin güneyi ve batısını da içine alan ova köyleri güvenlikli bölge kapsamına alındı.
Sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra ilçe sakinleri seslerini duyurabildi. İlçede yaşayan Ahmet Altun BBC Türkçe’ye Silvan’da yaşananları şöyle aktarıyordu: “Balkonlara çıkamıyoruz. Camiden, katliam olmasın diye insanlara canlı kalkan olma çağrısı yapıldı fakat polis sert müdahale etti. Azizoğlu Meydanı’nda büyük bir yangın var. Balkona çıkıp bakmak istedim, polis balkona ateş açtı. Bugün burası Kobanê gibi. Çatışma değil, burada savaş var. Silvan’ın dört tarafından dumanlar yükseliyor.”
Silvan’da uzun yıllardır gazetecilik yapan İhsan Yılmaz yaşanan süreçte afet ve kriz yönetim ilkeleri doğrultusunda bir çözüm geliştirme yöntemi denenmediğini şu ifade ile aktarıyordu: “9 saat boyunca güvenlik güçleri müdahale etti. Çatışma yaşandı. Sanki Silvan düşman işgalindeymiş gibi. Oysa diyalog yoluyla bu durum hasarsız, ölümsüz atlatılabilirdi. Bu hassasiyet gösterilmedi.”
2 http://www.radikal.com.tr/turkiye/sokaga-cikma-yasagi-olan-silvanda-catisma-1-olu-1-yarali-1417402/

Sokağa çıkma yasakları sürecinde çatışmaların olduğu kentlerde sıklıkla dillendirilen bilinmeyen silahlı kişiler ya da sakallılar da ilk kez Silvan’da ortaya çıkıyordu. Tanıklar, operasyon boyunca gördükleri bazı silahlıların hiç de polise ya da özel harekata benzemediklerini kaydediyordu. Bir kent sakini, “Özel harekattan beterdi. Kime hizmet ettikleri belli değil. Yüzleri kapalı. Bazılarında uzun sakallar vardı. İlaç kullanıyor gibi bakıyorlardı.” Genç bir kent sakini de gördüklerini şöyle aktarıyordu:
“Hafif başımı uzatıp pencereden baktım. Buraya gelen devletin normal polisi değildi. Siyah, uzun sakallı, hiç polise benzemiyor.
Ben onların polis olduğuna inanmıyorum.
‘Çabuk içeri gir’ diye bağırdı. Uzun sakallarıyla sanki devletin polisi değil de IŞİD’li gibi
görünüyor. İnsanlara bakışını bir görseniz,
vahşet içinde.”³
Yasak döneminde Serhat Bilen (25) Özel Hareket Timleri tarafından
açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi. Hanife Durak (80), Veysi Toraman (60) ise çatışmaların gerilimi nedeniyle geçirdikleri kalp krizi
sonucu yaşamlarını yitirdiler.
3 http://www.diken.com.tr/sur-izlenimleri-2-buraya-gelenler-devletin-normal-polisleri-degil/
Tanık:
Ben şu penceredeydim. Kobra, gelip şu direğin önüne girdi ve ateş etmeye başladı. Karşımızdaki bütün evlere ateş ederek, tahrip etti. Sonra bize doğru geldi. Bütün dükkanlara ateş etmeye başladı. Tekel mahallesine 6 araçla geldiler sanırım. Kepçe de önlerindeydi. Arabamı önüne katıp sağa sola, direğe duvara vurmaya başladı. Parçalayıp getirip buraya attı. Ben izliyordum. Artık dayanamadım ve dışarıya çıktım. Köşe başındaki kobradan bana ateş ettiler. Camlar kırıldı ve ben üzerine düştüm. Güç bela kendimi tekrardan içeriye attım. Birkaç mermi de içeriye isabet etti. Adamlar bizi öldürmeye gelmişti. Pencere bırakmadılar bizde, hiçbir şey bırakmadılar. Evleri taradılar, sonrada bizi geçip gittiler. Evleri taradıkları sırada ‘Allah-u Ekber’ diye tekbir getiriyorlardı ve Ölürüm Türkiye’m marşları söylüyorlardı. Sadece ben değil, bütün mahalle gördü bunu. Bir de arabamı hırpalayan kepçecinin yanına gelen rütbeli bir komutan, ona ‘gazan mübarek olsun’ dedi. Bi de ‘benzin yok mu?’ diye bağırmaya başladı. Belli ki yakmak istiyorlardı. Bütün bunları bizzat duydum. Bunlarda iman, din yoktu.⁴
4 SİLVAN OLAYLARI İNCELEME RAPORU, 26 Ağustos 2015, heyette yer alan
kurumlar
-İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi
-Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği
-Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası
-Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD) Diyarbakır Şubesi

16 Ağustos 2015 tarihinden itibaren Silvan’da farklı zamanlarda 6 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. En uzun uygulanan yasak, 03-14 Kasım 2015 tarihlerinde ilan edilen ve 12 gün süren 6. sokağa çıkma yasağı oldu. Bu yasak ile süreç geri dönülemez bir noktaya geldi. Devlet bütün silahlı güçleriyle karşısında direnen gücü imha etmeye yöneldiği bir konsepti devreye koydu.
Tahribat, ölüm ve yaralanmaların en çok olduğu yasak süreci de bu dönemde gerçekleşti. Kentten, özellikle çatışmanın olduğu mahallelerden insanlar büyük oranda göç etmek zorunda kaldı.
3 Kasım 2015 tarihinde saat 05.00’te başlayarak ikinci bir emre kadar Silvan’da Tekel, Mescit ve Konak mahallelerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak ilanından sonra ilçeye daha önce sevki gerçekleştirilen savaş mühimmatı, ağır silah, asker, özel hareket timleri, sivil polislerin yer aldığı hava destekli bir saldırı gerçekleştirildi.
Yasak, ilçe kaymakamlığı tarafından yapılan duyuru ile 14 Kasım 2015 tarihinde saat 14.00’ten itibaren sona erdirildi. Yasak sona erene kadar ilçede mobil şebeke kesintileri uygulandı.
Bu yasak döneminin en çarpıcı olaylarından biri duvar yazıları oldu. Silvan’da başlayan devletin duvara yazı yazma olayı bundan sonra çatışmanın yaşandığı tüm yerlerde görüldü. Devlet duvar yazılarında varlığını yaralayıcı bir şekilde sergilerken aslında yokluğunu da ifşa ediyordu.

Sokağa çıkma yasağının ilk günü olan 3 Kasım 2015’te Diyarbakır Caddesi üzerinde, Müslüm Tayar (22) isimli genç zırhlı araçtan açılan ateş sonucu 4 kurşun ile yaralandı. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi altına alınan Tayar, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Aynı gün Tekel mahallesinde polis tarafından açılan ateş sonucu Sertip Polat (20) isimli bir genç daha yaşamını yitirdi. Abdulkerim Eleftos (27), Faysal Korkmaz (40) ise yaralandı. Yasağın ikinci gününde Engin Gezici (24) evinin önünde vurularak öldürüldü. İsmet Gezici (55) vurulup yere düşen yeğeninin imdadına giderken o da öldürüldü. 5 Kasım’da Mukaddes Arbağ (33), 6 Kasım’da Rıdvan Us (20) ile Adnan Bakır (?) 8 Kasım’da Mehmet Emin Çiçek (70) ise yaralandılar. 9 Kasımda kahvehane taranması sonucu Mehmet Gündüz (45) yaşamını yitirirken Seyfettin Kurt (44), Kudbettin Çiçek, Abdulsamed Kesici (50) ise yaralandılar.
Mustafa Sağlam (26) da Selahattin Mahallesi’nde polisler tarafından açılan ateş sonucu yaralandı. 11 Kasım’da A.G. (5) bombaatar parçasının isabet etmesi socunu yaşamını yitirirken İ. Y. ise ağır yaralandı. 12 Kasım’da Hüseyin Yıldız 13 Kasımda Üstün Güneş (45) yaralandılar.
18 Ağustos’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve sonrasında yaşanan olayları araştırmak
için kente giden sivil toplum örgütleri gazeteciler tanıklar ile yaptıkları görüşmelerde hemen
hepsi ismini vermekten sakınca görmemiş; ancak 03-14 Kasım olaylarından sonra yapılan
görüşmelerde tanıklar adlarının saklı kalma
şartı ile konuşmuştur. İnsanların güvenlik riskini en üst boyutta hissetmeye başladığını gösteren önemli bir işarettir.
Öldürülen Süleyman Güleç için tanık beyanı:
Kendisi bekârdı. Market vardı, markete bakıyordu. Kahvenin yanındaydı marketleri. Zaten bizim vekiller oradaydı. Onlar, bizden daha iyi biliyor. Onları kurtarmaya çalışmış. Kendini onlara siper etmiş. Ayla Akat ordaydı,
4 milletvekilimiz oradaydı. Onlar dediler ki “biz nereye sığınmaya çalışıyorsak tank veya roketi, oraya doğru atıyorlar.‟ Helikopter yukarıdan onları tespit ediyor. Olay anında vekillerle birlikte oradaymış. Tek bir kurşunla, kalbinin üzerinden vurmuşlar. Kurşun sırtından çıkmış… Onu çıkardığımızda aynen bizim gibiydi… Çocuk aniden düşmüş. Bunların kurşunları zehirlidir. Kana dokundu mu hemen insan gider. Bakın, iki-üç kişi de aynı bu olaylarda ayaklarından yaralanmışlar. Bu yara nedeniyle adamlar gitmişler.
Tanık 2:
Bir tane kurşun da omuzuna değmiş. Yani gerçekten hocam, bu M16 mermileri hepsi zehirlidir. Öbürleri, kaleşnikof veya G3 ile vurulursa bir şey olmuyor. Yani yaralar büyüktür. M16 mermilerinde hemen yara kapanıyor, iç kanamadan gidiyorlar.
Tanık 3:
12 gündür evime giremiyorum. Yeni geldim bütün kapılarım kırılmış, askerler yapmıştır.
Kimsem yok, iki oğlum hapiste tek başıma kalıyorum. 12 gündür açız sokaklardayız. Yaşlıyım, benim evimi yakıp yıkmışlar. Ben şimdi ne yapacağım gücüm yok. Korkudan evimizde kalamıyoruz ki evde kalalım! Evde elektrik, su yok ateş ediyorlar nasıl kalalım. Biz ne yapmışız ki devletin askerleri evimizin kapılarını kırıp evimizi dağıtmışlar! Allah hakkımızı bırakmasın.
Tanık 4:
4 aydır dışarıdayız dedim. 10 günde bir çocuklar gelir, devlet onları vurur… Eve gidemiyoruz. Perişanız. Evimizi yıkmışlar. 4 aydır ne Büyükşehir Belediyesi, ne Silvan Belediyesi, ne insan hakları kurumları… Kimse mağduriyetimiz için gelmedi. Açlığımız, hastalığımız, perişanlığımız… Amaç Kürdistan ise baş göz üstüne, ama bazıları keyiflerindeyse… Bak işte Silvan, şu yukarıya git güllük gülistanlık. Kahvede okey oynuyorlar. Ben burada açım, kira 150 liradan, 300 TL olmuş. Kürdistan eyvallah da, biz perişan olmuşuz.

Vicdansızlar evi hedef aldılar. Bütün kurşunları dışarıdan attılar, bakınız kurşunlara. Yeni geldim kapıyı açtım. Askerler bizleri çıkartmışlardı, kolumuzdan sürükleyip çıkarttılar. Dolaplara bakınız
kurşun izleri var, hepsini karşıdan attılar. Gelin odaya bakınız, Allah yanlarına bırakmasın. Bütün camları kırmışlar, her yeri taramışlar. Caddeden kurşun atıyorlardı. Keskin nişancılar Azizoğlu binasına yerleşmişlerdi. Kaç defadır böyle yapıyorlar. Halkın
evini boşu boşuna taramışlar, ne gerillalar burada var ne de başka kimse. Kim burada var ki halkın
evini boşu boşuna tarıyorsunuz.

Nursel Aydoğan (HDP Diyarbakır Milletvekili)
Kırılmadık kapı, dağıtılmayan ev, hiçbir şey kalmadı. Öyle saldırı, operasyon değil, resmen savaş yani! 4 bin özel harekatçı ile gelmişler. İnsan öldürmeye odaklanmış, büyük bir kin, nefret taşıyan bir güruh. İnsan eve girer, arar, o başka mesele. Göreceksiniz evleri, evlere girmişler, kapıları, buzdolapları kırmışlar, çamaşır makinelerini
dağıtmışlar. Yani nefretle, kinle ancak böyle izah edilebilir, başka türlü izah edilemez. Zaten evlerde tek bir insan kalmamıştı. Bizim bulunduğumuz noktalara roketatarlar, bombalar atıldıktan sonra biz
hemen daha korunaklı olduğunu düşündüğümüz arka mahalleye geçtik, geçerken evlerde tek bir kişi bırakmadık, bıraksaydık hepsi öldürülürdü. Mahallelerde tek kediler kaldı, mahallelerin yüzde
yüzü boşaltıldı. Çarşamba günü biz, “herkes mahallelerden çıksın” dedik. Çünkü tam cinnet geçirmiş, tam gözü dönmüş bir güruh vardı.
Çoluk çocuk, genç, yaşlı, ihtiyar demeden herkesi öldürebilirlerdi.
Biz çatışmanın olduğu gün o ana caddenin arkasındaki bir evdeydik. Birkaç eve öyle dağılmıştık. O gece sabaha kadar yüzlerce mermi, bomba atarlar, top atışları yapılıyor, bulunduğumuz ev zangır zangır titriyordu. Kapıyı kilitlemiştik… bizi orada görselerdi büyük bir katliam olurdu, hepimizi öldürürlerdi. Biz Konak mahallesine, elektriğin olduğu, telefonların biraz çektiği mahalleye geçtik. Allah kimseye göstermesin diyorum, çok kötüydü gerçekten! Kaymakam’a burada mesaj attım, yazdım dedim ki: Kaymakam Bey, burada korkunç bir durum var, durum sandığınızdan, tahmin ettiğinizden çok daha vahim, çok daha kötü, her an her şey olabilir. Biz Mescit Mahallesi’ndeyiz.Ona rağmen bulunduğumuz her noktaya tepeden ateş ediliyordu, helikopterlerle izliyorlardı. Biz bulunduğumuz noktada okuldan keskin nişancıların açtığı ateşle yaşamını yitiren Süleyman Güleç’i battaniyeye koyup hemen yan tarafta 50 metre ötedeki caminin içerisinde ölülerin yıkandığı taşın üstüne bıraktık. Zaten orada vurulduğu yerde vefat etmişti, ben baktım nabzı gitmişti atmıyordu. Bir de bulunduğumuz noktaya , tahmin ediyorum ki koordinatlar veriliyordu, bahçeye tepeden havan topları, atışları yapılıyordu. Ondan sonra biz camiye gittik, caminin her tarafını havan topları ile taradılar, caminin her tarafı parçalar ile doluydu. Korkunç bir şeydi gerçekten.

Murat ATEŞ (Muhtarlar Derneği Başkanı)
Sokağa çıkma yasağının 9. günü kaymakamlık anons yaptı sivillerin mahallelerden çıkması için. Bir gün çatışmasızlık kararı çıkarıldı; o arada çıkabilenler çıktı, çıkamayanlar içeride kaldı. Muhtar arkadaşlarımdan aldığım bilgiye göre diyebilirim ki %95 oranında insanlar çıkmıştır ama %5’lik kısım evlerinde kaldı. Onlar da hasta, yatalak
veya maddi sebeplerden dolayı evlerini terk edemeyenlerdi. Silvan genelinde ise 25 bin insan göç etmiştir. Bunların bir kısmı yukarı mahallelere, bir kısmı Bismil, Batman, Diyarbakır’a bir kısmı da
Mersin, Adana gibi şehirlere göç etmiştir. Bu üç mahalle Silvan nüfusunun yaklaşık üçte biri yani 14.365 kadardır. Sokağa çıkma yasağının 9. günü yapılan anonstan önce mahallelerin yaklaşık %30’luk kısmı evlerindeydi, ama anonstan sonra %95’i çıktı. Silvan’da en mağdur en fakir aileler gecekondulardan oluşan bu üç mahallede
yaşamaktadırlar. Özellikle maddi durumu düşük ailelerin bu çatışmalarda maddi-manevi kayıpları olmuştur. Şunu da vurgulayayım; bazı fırsatçı insanlar Silvan’da kiraları 1000 TL ye çıkarmışlar ve
sokağa çıkma yasağı bittiğinde ya da evler tamir edilirse gitmelerini engellemek için bir yıllık sözleşme imzalatmışlar.
Abdulmenaf MANAZ (CHP Silvan İlçe Başkanı)
60 yaşındayım böyle bir şey görmemiştim. Filistin’de İsrail’de bile böyle bir şey olmamıştır şimdiye kadar. Hedefleri belli değil şu an.
Benim evim tepenin altında ve orada 11 tane tank var. Gelişi güzel tarıyorlar. Kendi bahçemden dışarı çıkamıyorum. Kurşunların adresi yok, kime denk geldiyse adres orasıdır. Bu masada iki taraf var. Biri Abdullah Öcalan’dır diğeri de Erdoğan’dır.
Halk perişan durumdadır… Ana bacı dinlemeden küfrediyorlar. Devletin üniformasına güvenmezlerse bu kadarını yapamazlar. Devlet yetkilileri çıkıp burada sivil halkın can güvenliğini koruduklarını iddia ediyorlar. Hâlbuki burada 2-3 gerilla öldü, geri kalanların tümü sivil vatandaştır. Bu olaylar hakkında söylenecek tek bir şey var: Eskisi gibi çözüm süreci başlasın. Erdoğan Öcalan ile görüşürse ne Osmanlı Ordusu kalır burada ne de DAİŞ kalır. Biz abdestsiz Kur’an-ı Kerim’i elimize dahi almazken onlar gidip Kur’an kurslarını tarıyorlar, camileri tarıyorlar. Bu son olaylarda Esedullah timini henüz görmedik ama geçen defa gittiğimizde görmüştük. Özel harekât timinin içinden biri yetkililer ile Arapça konuşuyordu, Türkçe konuşamıyordu. Sosyal medyadaki fotoğraflarda zaten görülüyorlar.⁵
MAZLUM-DER Değerlendirmesi
Savaş ve çatışmaların en büyük psikolojik etkilerinden biri göç olgusudur. Yerel kaynaklardan alınan bilgilere göre bahsi geçen 3 mahalleden 25.000’e yakın insan evlerini terkederek, Silvan’daki diğer mahallelere veya farklı illere göç etmiştir . Göç sonucunda bu mahallelerde ticari faaliyetler durmuş ve yaklaşık 5.000 civarındaki öğrenci temel hakkı olan eğitimden faydalanamamıştır. Güvenlik güçlerinin operasyon yaptıkları sokaklara düşmanca hislerle duvar yazıları yazması ve bazı evleri tahrip etmesi psikolojik açıdan sağlıklı bireyler olmadıklarına, psikolojilerinin ciddi zarar gördüğüne ve toplumsal güvenlik hizmeti veremeyecek düzeyde olduklarına delil kabul edilebilir. Duvar yazılarının sıklığı ve içeriğine bakıldığında, yazılamaların farklı merkezlerde de aynı içerikte olduğu için münferit olmadığı kanısını güçlendirmektedir. Bu yazılamalar çatışma mahallinde yaşayan sivillere karşı yerleşik bir nefret duygu durumunun yaşandığına işarettir. Yaşananlara ve yazılamalara maruz kalan mahalle sakinleri ve özellikle çocuklar otoriteye karşı güvensizlik ve nefret duygularına sahip olma eğilimi taşımaktadır.
5 Diyarbakır İli Silvan İlçesi’nde Meydana Gelen Hak İhlalleri inceleme raporu, MAZLUMDER, 17.11.2015

HDP Değerlendirmesi
Bu görüntülerde, ilçeye giden yüzü maskeli özel harekât polisi mensuplarının duvarlara “Devlet geldi, “Kan koksun buram buram”, “Kurdun dişine kan deydi, korkun”, “Kızlar geldik ininize girdik”,
“TC burda piçler nerde”, “Adam Olun!!!”, “Esedullah timi burada”, “Devletin var ihanet etme”, “TC ne derse odur”, “Türksen Övün Değilsen İtaat Et” şeklinde milliyetçi, ırkçı ve cinsiyetçi tehdit içeren yazılar yazılmıştır.
Devlet Geldi
“Devlet geldi” yazısı devletin ‘yoktum ama şimdi buradayım’ ve ‘şiddetle burada olabilirim’ itirafında bulunmasıdır. Devletin varlığını Kürtlerin gözünde bir türlü süreklileştiremediğinin, “meşru” bir şekilde orada olamadığının da ifadesidir. Bu şiddet üzerinden kendini dayatan güç, sınırsız itaat beklentisi içerisinde olduğunu dile getirmektedir.
Silvan’da yazılan sloganlar, çizilen ay yıldızlar ve üç hilaller… Türk milliyetçiliğinin kuramsallaşmasında önemli bir mitin ve yol açtığı katliam hafızasını bugüne ve buraya taşımakla beraber devletin tehditkâr saldırganlığını tüm açıklığıyla ortaya sermektedir.
“Kızlar geldik ininize girdik”
Kadın bedeninin fethedilecek bir alan olarak kurgulanması ulus devletlerin temel mitlerindendir… Bu cinsiyetçi yazılamalar kadına dair devletin genel bakışın özeti ve yeniden üretimi niteliğindedir…
“Esedullah timi burada”
Esedullah timi kimdir? Kimlerden oluşur?.. ‘Esedullah Timi’… bölgedeki vali ve kaymakların inisiyatifi dışında faaliyet yürüttüğü, bu
birimlerin doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlı olduğu iddialarını bir kez daha gündeme getirmiştir. 21 Ağustos Pazartesi günü Evrensel gazetesinde çıkan habere göre heyette yer alan milletvekilleri, “Burada valilik, kaymakamlık ve kolluk güçlerinin emirlerine uymayan, doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı birliklerin olduğuna” dikkati çekerek, özel hareket timleri kıyafeti giyen bu kişilerden
bazılarının Türkçe konuşmadığını ifade etmiş, söz konusu kişilerin Varto’da da olduğunu iddia etmiştir.⁶
6 Diyarbakır Silvan’da (Farqîn) 03-14 Kasım 2015 Tarihleri Arasında Yaşanan Olaylarla İlgili İnceleme Raporu,
HDP Genel Merkezi, 18-Kasım 2015

Sûr/Sur
Diyarbakır Sur ilçesinde 14 Ağustos 2015 tarihinde Sur Halk Meclisi; topyekûn, savaş konsepti çerçevesinde kendilerine katliamla yönelen devletin kurumlarını artık meşru görmediklerini, öz yönetim ile kendi kendilerini yönetmek istediklerini duyurdu.
Öz yönetim talebine rejimin şiddet ile karşılık verip baskıyı artırması üzerine yerel güçler, rejim güçlerini yaşam alanlarına sokmamak üzere barikatlar kurdu.


2015 yılında ilk olarak 6-7 Eylül’de ilan edilen sokağa çıkma yasağı,13-14 Eylül ve 10-13 Ekim tarihlerinde de uygulandı. 28-30 Kasım tarihleri arasında Sur ‘da 4. sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 5. ve 6. sokağa çıkma yasağı ise 2 Aralık tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile başladı. 10 Aralık’ta geçici bir süre kaldırıldıktan sonra 11 Aralık’ta tekrar başlatıldı ve 103 gün aralıksız devam etti.
Ağustos ayında polis ile yerel güçler arasında başlayan çatışmalar artarak dehşet veren bir şiddet dalgasına dönüştü. 2015 Aralık ayında bu çatışmalara Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ancak konvansiyonel savaşlarda kullanılan tanklar, toplar, ağır silahlar ve helikopterler ile dâhil olmasıyla beraber 7 bin yıllık tarihi bir kent olan Sur ilçesinin 6 mahallesi harabeye çevrildi. 24 bin insan göç etti, onlarca sivil yaşamını yitirdi.
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi 28 Kasım 2015 tarihinde 4 ayaklı minare önünde çatışmaların durdurulması ve tarihi yapılara zarar verilmemesi için basın açıklaması yaptığı sırada başından vurularak katledildi. Tahir Elçi’nin 4 Ayaklı Minare’nin dibinde vurulmadan önceki son sözleri şöyleydi:
“Yıllar önce Afganistan’da Taliban güçlerinin Buda Heykeli’ni bombalama görüntülerini hep birlikte dehşet içinde izledik. Yine son birkaç yıl içinde IŞİD denilen o barbar grupların Palmira’da, Mısır’da, Ezidi yurdu Şengal’de, o insanlığın tarihi birikimlerine yönelik suikastlarını, bombalamalarını hep endişeyle, kederle izledik. Ve Türkiye toplumu olarak hep şunu derdik, aman bunlar bizden uzak olsun. Ne yazık ki, çok kısa bir süre içerisinde bizim de tarihi eserlerimize, tarihi değerlerimize yönelik benzer girişimler söz konusu oldu. Şu anda içinde bulunduğumuz Diyarbakır’ın tarihi Suriçi bölgesi, 9 bin yıllık geçmişe sahip bu alan içerisinde surlar, camiler, kiliseler ve daha başka tarihi yapılar bulunmaktadır.
Diyarbakır deyince zihinlerimizde en çok canlanan, Diyarbakır ismiyle en çok anılan, zihinlerimizde en çok sembolize olan Dört Ayaklı Minare’yi, ne yazık ki iki gün önce şu anda gördüğünüz gibi ayağından vurdular. Şunu diyoruz:
Tarihi Dört Ayaklı Minare insanlığa sesleniyor. Beni ayağımdan vurdular; ne savaşlar ne felaketler gördüm, ama böyle ihanet görmedim diyor bize. Bu tarihi yapı Anadolu’da örneği tek olan bir eserdir. Dünyada bunun bir örneği daha yoktur. Diyarbakır salnamelerine göre, buradaki yazıtlara göre İslam’dan önce inşa edilmiş, tahminen bir Çan Kulesi gibi tasarlanmış, ancak İslamiyet’ten sonra, fetihten sonra Akkakoyunlu Hükümdarlığı döneminde Sultan Kasım tarafından hemen yanı başımızda Mutahar Camii inşa edilmiş ve bugüne kadar birçok felaketten sağ kurtulmuştur bu eser. …Biz buradan çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz. Bu amaçla bugün arkadaşlarımla, Diyarbakır Barosu üyesi arkadaşlarımla ve Diyarbakırlılarla birlikte buradayız. Buradan demokratik tepkimizi ifade etmek için buradayız. Bu davranışı tarihe yönelik bu şiddet eylemini, tarihi bir değere yönelik bu suikastı, saygısızlığı kınıyoruz.

9 Mart 2016 tarihinde çatışmalar bitmesine rağmen Sur’daki bazı mahallelerde yasak devam
etti. 22 Mayıs 2016 tarihinde 172 gün sonra Fatih Paşa, Dabanoğlu ve Savaş mahallelerinde
14 sokakta daha sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Ancak diğer yerlerde devam etti. Dünyanın en
uzun süreli sokağa çıkma yasağı olarak kayıtlara geçerken bu yayının yayıma hazırlandığı
Ağustos 2019 yılına kadar da 6 mahallede yasak devam ediyordu.

Cevat Paşa, Fatih Paşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal
Yılmaz ve Savaş Mahallelerinde
2 Aralık 2015 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile beraber bu mahallelerde yaşayan 24 bin kişi yerinden edildi. Mahalleler boşaltıldıktan sonra tüm ara sokaklar dahi beton bloklar ile kapatılarak mahalle sakinlerinin evlerine geri dönmelerine izin verilmedi.
Resmi Gazete’nin 25 Mart 2017’de yayınlanan sayısında Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar ile 7
bin 742 parselden oluşan Sur ilçesinin 6 bin 300 parseli ‘acele kamulaştırma’ kapsamına alındı.
Kararla beraber ilçenin yüzde 80’ine yakını kamulaştırıldı. Koruma İmar Planı’nın uygulanmadığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı projesinde, plan değişikliği ile mevcut plandaki kentsel donatı alanları da kaldırıldı. Mülk sahipleri kamulaştırma kararı ile yerlerinden edilmenin yanı sıra evsiz de bırakıldı.
Sur’un yasaklı 6 mahallesinden sonra Lalebey ve
Alipaşa’da da yıkım başladı. 2009 yılında uygulanmak istenen ancak halkın karşı çıkması ve belediyenin projeden çekilmesi ile gerçekleştirilemeyen kentsel dönüşüm olağanüstü durum fırsat
bilinerek tekrar başlatıldı. Mülk sahiplerinin iznine başvurmaksızın evler bir bir yıkılarak binlerce
insan evsiz bırakıldı. Dünyanın en eski yerleşim
yerlerinden biri olan ve UNESCO tarafından koruma altına alınan kentten geriye dümdüz edilmiş
araziler kaldı.

17 Şubat 2016 Çarşamba günü operasyonlar devam ederken Sur’da haber takibi yapan Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Mazlum Dolan SMS mesajları ile yaşananları ajansa şöyle duyuruyordu:
Saat: 12.56 “Durum kötü, bir bodrumdayız. Aileler ile birlikteyim çok yakında bir Cizre olayının benzeri olabilir. Çatışmalar çok şiddetli, olduğumuz yerler yoğun bir şekilde bombalanıyor, havan ve tanklarla vuruluyor. ‘Havadan vuracağız hepinizi, öldüreceğiz’ anonsları yapılıyor. Kendinize iyi bakın, arkadaşlara selamlar.”
Saat: 14.57 “Yaralılar var. Durumu ağır olanlar da var. Benim bulunduğum yerde 30 kişi. Diğer yerlerde de ortalama 200 kişi var. Bebekler, yaşlılar var. 4 aylık bebekler bile var. Şarj sorunu var.”
26 Şubat 2016 tarihinde Sur’da mahsur kalan sivillerden Remziye Tosun, Dicle Haber Ajansı’na telefon ile bağlanarak şu aktarımda bulunuyordu: “Ne koridoru? Çocuklarımızı alıp bu mermilerin içine çıkma riskini göze almıyoruz. Heyet gelip bizi alırsa çıkarız. Yoksa burada ölürüz daha iyi. Yasak ve abluka kaldırılsın, öyle çıkarız, Sur’daki insanları sahipsiz bırakmayın.” açıklamasında bulunduğu sırada çok sayıda patlama sesi geliyordu. 27 Şubat 2016 tarihinde DİHA’ya telefon ile tekrar bağlanan Remziye Tosun, şunları aktarıyordu:
“Bulunduğumuz alana değil, resmen olduğumuz binaya düşüyor. Bugün son gündür. Ya girin ya da bizi ölüme bırakın. Bu zulümdür, vahşettir… Sur’daki herkes için bugün son gün, herkes katliamla karşı karşıya. Eğer biz burada ölürsek kimse gelmesin… Çocuklarım uyanıktır. Korkudan ağlıyorlar, ‘bugün öleceğiz, öleceğiz’ diyorlar. 9 yaşındaki kızım kendini ölüme hazırlamış. ‘Anne korkma zaten öleceğiz’ diyor. Sabah 04.00’ten bu yana binamız tankla vuruluyor. Biz en alt kattayız. Görseniz gerçekten şaşırırsınız, nasıl yaşadınız burada diye. Tankla vuruluyor… Gerçekten biz ölürsek, buradaki bütün aileler olarak öyle kararlaştırmışız, kimseyi cenazemizde istemiyoruz. Bomba, tank ne kullanmıyorlar ki. Eğer bu durumdan sağ kurtulursak size binayı göstereceğiz ne durumda diye. Şu ana kadar nasıl ölmemişiz ona şaşırıyoruz. Biz 6 kişi yan yanayız. 3 yetişkin, 3 çocuk… Yanımdaki arkadaşım sizinle konuşmak bile istemiyor. ‘Bizi ölüme terk ettiler’ diyor.”
Tanık 1:
Biz iyiyiz. Sıkıntımız babam, 65 yaşında. 20 yıl boyunca köyde gevjal (yengeç) gibi çalıştı. Topraktan, çamurdan kendine ev yaptı. 90’larda babamın gözünün yaşına bakmadan gözünün önünde 20 yıllık emeğini ateşe verdiler. Babam Sur’a göç etti, bizim evimiz çatışmalı bölgede kaldı. Hala evimiz yarım yamalaktı, mutfağımız küçüktü. Bu yıl babam mutfağımızı büyüttü. 20 yıl boyunca tamamlayamadığımız evimizi bu sefer de toplarla yıktılar. Babam 40 yıl boyunca bir evi olsun diye çalıştı, her seferinde yıktılar.
Tanık 2:
Çatışmaların yoğunlaştığı bir gece kocam evde yoktu. Uyuyamadım, çocuklarımı da alıp bahçedeki kömürlüğe saklanmak istedim, o sırada camlardan birine mermi isabet etti. Çocuklarım o sesle bir anda sıçradılar. Küçük kızım kustu. Zorla kömürlüğe indik. Kömürlüğün ne kapısı vardı ne de hava alan bir yeri. Gece boyunca kızım orada kusmaya devam etti. Biz üstümüz başımız her yerimiz kusmuk içerisinde bir gün boyunca kocamın mahalleye gelip bizi almasını bekledik. O dönemde hamileydim, stresten dolayı sürekli kanamam oluyordu. Mahalleden çıktıktan sonra çocuklarım halen yataklarını ıslatıyorlar. Büyük oğlum konuşamıyor kekeliyor. Geçenlerde evi görmeye gittik. Evimizin tamamen yandığını gördük. Tekrar kanamam başladı evi görmeye gittiğimizde. Ama kendimi kaybetmişim, oradan yarısı yanık bir battaniye alıp hastaneye gitmişiz. Doktor düşük riskimin çok yüksek olduğunu söyledi. Eski evimize karşı duygusal bağım vardı. Şimdiki evde çok mutsuzum, ne çocuklarımla ilgilenebiliyorum ne de beslenmeme dikkat ediyorum. Sık sık çocuklarıma şiddet uyguluyorum.
Tanık 3:
Ben Sur’a gidemiyorum çünkü her tarafta oğlumun hatırası var. Zamanla giderim belki…
Tanık 4:
Önce helikopterden ateş ediyorlardı sonra keskin nişancılar ateş ediyorlardı. Bir gün evime giderken kurşun önümden geçti kendimi yere attım, atmasaydım vurulurdum. Hemen evimizin karşısında bulunan fırın, bir gün fırıncının oğlu dışardaki tahtaları toplamak için çıktı, havadan gelen top parçalarıyla gözümüzün önünde öldürüldü. Biz çıkmak istemedik. Orda ölsem dahi çıkmam dedim. Evimi bırakamazdım ancak yukardan o kadar bomba yağdırdılar ki baktım olacak gibi değil 27. Günde çıkmak zorunda kaldım. Biz 3 ev toplam on üç kişi çıktık. Çıkarken duvarlardan avlulardan açılan oluklardan çıktık.
Tanık 5:
Ben 155’i aradığımda, ki sürekli arıyorduk, telefonu açan kişi bana dedi ki ‘bayan tanktan
toptan sesin anlaşılmıyor.’ Ben de sinirlendim sizin attığınız tank top ben ne yapayım atmayın dedim. Telefondaki kişi içerde misiniz kaç kişisiniz dedi, ben de evet içerdeyiz yüze yakın kişiyiz dedim, gelin bizi çıkarın dedim. Biz çıkarken duvardaki deliklerden çıktık. Çıkınca tuğlalar üzerimize sürülmüş kırmızı olmuştu. Polisler çıkışta bana üzerinde kan var yaralı mı taşıdın deyince ben kızdım. Üç çocuk anasıyım belki kirlenmiştir deyince polis ‘bunu alın’ dedi. Beni Class otelin içine aldı. Makinaya koydu
bir şey çıkmayınca öyle bıraktılar. O süreçte helikopter havadan keskin nişancılar yüksek yerlerden çoluk çocuk sivil demeden ateş ediyorlardı. Polis ile evimin arasında 50 metre kadar mesafe vardı. Rastgele ateş ediyorlardı. Baktım ölecez, çocuklarımı aldım on gün kömürlükte kaldım. 27 gün sonra baktım olmuyor çocuklarım ölecek dayanamadım, çocuklarımın gözlerine bakınca içim yanıyordu
baktım olacak gibi değil çıktım. Çocuklarım o kadar etkilenmiş ki 3 çocuğum da ikinci dönem boyunca öğretmenleriyle hiç konuşmamış, derse katılmamış. Hala bir ses geldiğinde ‘ana biz ölecez ana’ diye bağırıyorlar. Bir hafta önce evimi görmeye gittim, baktım evim yakılmış yıkılmış, dört odayla mutfağım kül olmuş.
Tanık 6:
Bir sabah kalktığımızda mahallemizde, sokağımızda tanımadığımız sakallı kişilerin dolaştığını gördük. Aklımıza Suriye’de tecavüze uğrayan, başları kesilen insanlar geldi. Evimizden hiçbir eşya almadan üstümüzdeki kıyafetlerle evimizi terk ettik.
Tanık 7:
Evimiz Fatih Paşa Mahallesindeydi. 65 yaşındayım. Çatışmalar başladığında iki çocuğumu mahalleden çıkardıktan sonra evimi bırakmak istemediğim için iki ay boyunca kendim gibi üç kadınla bir evin bodrum katında kaldım. Yiyecek ve su sıkıntısı yaşadık ama polisler hareket eden her şeyi hedef aldıkları için hiçbir koşulda dışarı çıkamadık… Isınmak için herhangi bir şeyimiz yoktu, şeker hastası arkadaşımızın vücut ısısı yüksek olduğu için ona sarılarak ısındık.
Tanık 8:
Polisler bizim karşı dama mevzi kurdular. Çocuklarım balkona çıkınca onlara küfür ettiler. Birkaç defa balkonumuza gaz bombası attılar. Yatak odamıza fener tutuyorlar. Bunların hiçbiri önemli değil ama ben o öldürülen insanları aklımdan çıkaramıyorum. Yine de evde olmak evime bir şey olmaması diğer insanları düşününce beni vicdanen rahatsız hissettiriyor.
Tanık 9:
Süreç beni çok kötü etti, hiç normal olamıyorum. Sürekli gerginim, altı aydır adet görmüyorum. Eşime karşı tavırlarım sertleşti. Dokuz yaşındaki oğlum altına kaçırıyor.
Tanık 10:
Sur’un bir çakıl taşına dokunmayacaklardı. Anılarımızı yaşantılarımızı harap ettiler. Çivi çakmaya kıyamadığımız evimizi harfiyat kamyonlarıyla Dicle Nehrine boşalttılar.
Tanık 11:
Ta Haziran (2015) ayında beton blok ihalesi açıldı. Ben de ihaleye katıldım ama ne için olduğunu bilmiyordum. Bu süreç yaşandıktan sonra anladım ki bunun içinmiş.

Uluslararası Af Örgütü, “Yerinden Edilen ve
Mülksüzleştirilenler Sur Sakinlerinin Evlerine Dönme Hakkı” raporunda şunlara dikkat çekti: Yetkililer, olağanüstü hal uygulaması altında muhaliflere yapılan kapsamlı ve sistematik saldırıların bir parçası olarak, Kürt medya organlarını kapatma, gazetecilerini tutuklama,
bölgenin farklı yerlerinde, seçilmiş yerel yöneticilerin yerine kayyum atama ve sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerine kitlesel bir biçimde son verme suretiyle muhalif Kürtleri hedef aldılar. Kentte yaşayan yerinden edilmiş ailelere destek sunan iki önemli aktör; Sur ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyelerinin belediye eşbaşkanları yerine hükümet tarafından kayyum atandı ve yine
yerinden edilenlere doğrudan insani yardım ve destek sağlayan sivil toplum örgütleri kapatıldı.
Etkin bir soruşturmanın yürütülememesi ve birbiriyle çelişen ifadeler, birçok ölüm vakasının nasıl gerçekleştiğine dair açık ve net bilgilere ulaşılmasını engellese de, Cizre’deki sokağa çıkma yasağının ardından Eylül 2015’te Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı araştırma, güvenlik güçlerinin sokağa çıkma yasağının ilan edildiği yerleşim yerlerinde ateşli silahları ihtiyatsız bir şekilde kullandığını ve operasyonun silahlı kişileri gözaltına alma niyetiyle değil, öldürme niyetiyle yürütüldüğünü gösteriyor.
Sokağa çıkma yasağının uygulandığı yerleşim yerlerinde öldürülenler arasında silahlı çatışmaya katılmaları ihtimal dışı olan küçük çocuklar ve yaşlılar da var. Sur’da olduğu üzere, uzun süreli kesintisiz sokağa çıkma yasağının uygulandığı illerin tamamında, ağır top kullanımı ile güvenlik
güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlar esnasında ve bu operasyonların sonrasında altyapı ve binaların büyük ölçüde yerle bir edilmesine, bu yerlerdeki nüfusun neredeyse tamamının zorla yerinden edilmeleri de eşlik etti… Sur’daki belediye yetkilileri Uluslararası Af Örgütü’ne yaklaşık 40 bin Sur sakininin zorla yerinden edilerek ilçeyi terk etmek zorunda bırakıldığını aktardı.
Sur’da çatışmaların sona ermesinin ardından, ilçenin yeniden inşası için mevcut binaların hemen hemen hepsi kamulaştırıldı ve birçok bina da zaten yıkılmıştı. Hükümet, sokağa çıkma yasağının uygulandığı alanlarda polis kontrol noktaları inşa edileceği gerekçesiyle Cizre, Silopi ve Yüksekova gibi merkezler için de “acele kamulaştırma” kararları aldı.
Bölgedeki sürece bir bütün olarak bakıldığında, bu süreç, altyapıdaki değişiklikler ve nüfus transferi vasıtasıyla güvenliği sağlamak için söz konusu yerlerde yaşayan kişileri yerinden etme ve bu yerleri yıkıp yeniden inşa etmeye yönelik önceden tasarlanmış bir planının olduğu izlenimini veriyor.
Pierre Nora: Bellek mekânları için orada daha önce yaşamış insanların bugün yaşamaması durumunu belirtir. Gidenlerin ardında bıraktıkları anıları, hatıraları, yaşanmışlıkları, geçmişleri orayı bir bellek mekânına çevirir. Onlar yoktur orada, fakat orası onların hatırası olarak vardır.
Andrew G. Ryden: Yerle olan derin etkileşim boyunca, insanlar kendilerini o yerin kavramlarıyla, o yere göre tanımlamaya başlayabilir, bu durum daha da genişletilirse, insanlar, çevrelerini saran ortam olmaksızın, gerçekten kim olduklarını ifade edemez hale gelebilir.

Bismil
Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde 08- 09 Eylül, 27-28 Eylül, 29 Eylül ve 6 Ekim tarihlerinde 4 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasağı özellikle Ulutürk ve Dumlupınar mahallelerini etkiledi. 27 Eylül 2015 tarihinde saat 14:30 ile 28 Eylül saat 00:30 arasında Bismil’de ilan edilen sokağa çıkma yasağında 3 kişi yaşamını yitirdi. 29 Eylül’de saat 11:00 ile 21:30 arasında ilan edilen sokağa çıkma yasağında 1 çocuk yaşamını yitirdi.
Aynı günün sabah saatlerinde Halil İbrahim Oruç Parkı’nda bulunan Berat Güzel (12) adında bir çocuk öldürüldü. Olayın tanıklarının verdiği bilgiye göre; kolluk güçleri tarafından açılan ateş sonucu
ölen çocuğun cansız bedeninin yanına zırhlı araçtan inen polisler tarafından havai fişek kutusu bırakıldıktan sonra bu görüntünün fotoğrafı çekilip servis edildi. 6 Ekim 2015 tarihinde saat 12:00 ile saat
00:00 arasında Bismil’de ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında 4 kişi daha yaşamını yitirdi. Olayın görgü tanıklarına göre, 6 Ekim Rojava Mahallesi’nde özel harekat timleri tarafından Bilal Bozkur
(19/22) ve Doğan İnce (16) infaz edildikten sonra cenazeleri sürüklenerek hastaneye getirildi. Aynı operasyonda yaşamını yitiren Abdullah Sügüci (32) ve Şeyhmus Düşerge’nin(18) baş bölgelerinin kimlik
teşhisine imkan vermeyecek biçimde ateşli silahla tarandı. Öldürülen 4 kişinin aileleri “@J_l_T_E_M” isimli twitter hesabında yayınlanan fotoğraflarla çocuklarını tanıdı.

Rezan/Bağlar
Diyarbakır Merkez Bağlar ilçesinde Bağlar kaymakamlığı tarafından 15 Mart 2016 saat 03:00’te sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 21 Mart 2016 Pazartesi günü saat 06.00 itibari ile sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Sokağa çıkma yasağı süresinde biri polis beş kişi yaşamını yitirdi.

Licê/Lice
Diyarbakır’ın Lice ilçesinde gergin atmosfer her zaman devam etti. 2013-2015 yılları arasında devam eden barış sürecinde dahi olaylar ve ölümler yaşandı. Barış sürecine rağmen kalekol inşaatlarının yapımına devam edilmesi üzerine 28 Haziran
2013’te yapılan protesto eyleminde Medeni Yıldırım (18) öldürüldü. 2’si ağır 9 kişi de yaralandı. Kalekol yapımlarının durdurulmaması üzerine protesto eylemleri de devam etti. 6 Haziran 2014 tarihindeki kalekol protestosunda polis ve askerler biber gazının ardından ateşli silah ile olaylara müdahele etti. Bu müdahalede Ramazan Baran (24) ve Hacı Baki Akdemir (50) öldürüldü. Yaralı olarak hastaneye kaldırılan Abdullah Akkulu ise 3 ay yoğun bakımda kaldıktan sonra yaşamını yitirdi.
Lice’de çatışmalar genelde kırsal alanda 2015 Temmuz sonu ve Ağustos başında yoğunlaşmıştı. Top atışları ve diğer ateşli silahlardan dolayı Lice’de sık sık ormanlık alanlarda yangınlar meydana
geldi. Bu dönemde ilçe merkezinde iki hane de top atışlarından zarar gördü.

Pîran/Dicle
Dicle ilçesinde 2015 ekim ayında çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalardan dolayı kent merkezinde bazı mekanlarda hasarlar oluştu. Çatışmalardan dolayı ilçeye giden TMMOB’e bağlı teknik ekipler şu sonuçlara ulaştı: Hasar gören yapıların 22 adet
olduğu ve bunların konut ve yoğun olarak dükkânlardan oluştuğu tespit edilmiştir. 56.049,04 tutarında yaklaşık onarım maliyeti hesaplanmıştır.

Cizîr/Cizre
Cizre’de sokağa çıkma yasağı farklı tarihlerde olmak üzere 5 kez ilan edildi. İlk yasak 4 Eylül’de ilan edildi
ve 12 Eylül 2015’e kadar 8 gün devam etti. 13 Eylül’de bir gün devam eden ikinci bir yasak daha ilan edildi.
14-15 Kasım tarihleri arasında Cizre’de 3. sokağa çıkma yasağı, 24-25 Kasım’da ise 4. sokağa çıkma yasağı yaşandı. 14 Aralık tarihinde ilan edilen 5. yasak gece ve gündüz kesintisiz bir şekilde 79 gün devam etti.
Yasağın ilan edilmesinin üzerinden henüz 1 hafta geçmemişken Cudi, Nur ve Yafes mahallelerinde saldırılar yoğunlaştı. Cizre; Nur Mahallesi’ni tepeden hakim olarak gören Aşk Tepesi’ne, Sur Mahallesi’ni tepeden hakim olarak gören Şahin Tepesi’ne, Cudî Mahallesi’ni tepeden hakim olarak gören Caferi Sadık Tepesi’ne, Yafes Mahallesi’ni tepeden gören Hastane Tepesi’ne konuşlanan tanklar tarafından gün boyu yoğun top atışı ve ağır saldırılara maruz kaldı. Cizre’de yasak başladığında 110 bin olan ilçe nüfusu 10 bine kadar düştü. Özellikle son sokağa çıkma yasağının başladığı 14 Aralık 2015 tarihinden sonraki 20. günden itibaren ilçede göç hız kazandı.
Göç, Cizre ve İdil ilçelerine bağlı köylere, Batman, Diyarbakır ve Mardin gibi yakın çevre illere ve Mersin, Adana, İstanbul gibi uzak illere gerçekleşti.

Sokağa çıkma yasağının kısmi olarak sona erdiği 2 Mart 2016 tarihinden sonra ilçe merkezine dönüşler başladı.⁷
Cizre ilçesi Nur Mahallesi’nde sokağa çıkma yasakları öncesinde 27 Ağustos 2015 tarihinde saat 11:30 civarında mahallede bulunan Garnizon Komutanlığı’na düzenlenen bombalı ve roketatarlı saldırının ardından, ilçe merkezinde silahlı çatışmalar meydana geldi. Saldırının ardından Garnizon Komutanlığı’ndan etrafa hedef gözetilerek ve rastgele ateş açtı ve 2’si çocuk 4 kişi yaşamını yitirdi. Öldürülen kişilerin çatışma bölgesinde bulunan Özel Harekat Timleri tarafından infaz edildikleri iddia edildi. Bu katliam, Cizre’de olacakların habercisi gibiydi.
27 Ağustos 2015 tarihinde PKK silahlı üyeleri veya bu örgüte bağlı YDGH (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) veya başka bir örgüt veya kişiler tarafından Cizre ilçesinde Dicle Nehri kıyısında, ancak Nur Mahallesi içinde kurulu askeri kışlaya bir veya birden çok roket atışı yapıldığı ve/veya diğer ateşli silahlarla da askeri birliğe silahla ateş açılmasından sonra bu askeri birlik binasından ve mahallenin üst tarafında, tepe yerde kurulu bulunan Cizre Tank Taburundan BotaşCaddesi ve bu caddeye açılan sokak başlarındaki evlere yoğun ve uzun süren etkili silahlarla ateş açıldığı, olayın başında roket atışı dışında karşılıklı bir çatışma yaşanmış ise de bu durumun çok uzun sürmediği ancak her iki askeri birlikten ve özellikle de nehir kıyısında ve mahalle içindeki askeri birlikten tek tek ve nokta atışı olarak tabir edilen belli hedeflere ateş açıldığı kanaatine varılmıştır. Bu atışların özellikle araçlara, önce lastiklerine ateş açılarak araçların etkisiz hale getirildiği, ardından içindeki insanların tek tek atışlarla hedeflenerek vurulduğu, sağlık personeli Eyüp ERGEN’in, DEDAŞ görevlisi Mesut SANRI ve Emin YANAĞ’ın benzer şekilde aynı caddede farklı saat/dakikalarda seyir halindeyken tek tek atışlarla ve başlarından vurularak öldürüldükleri, bu durumun, askeri birliğin nöbetçi kulelerinden ve askeri birliğin istinaf duvarı üzerindeki kum torbalı mevzilerinden eğitimli keskin nişancılar tarafından açılan ateşle vuruldukları kanaatine varılmıştır.⁸
7 14/12/2015 – 02/03/2016
79 Günlük Sokağa Çıkma Yasağı Cizre Gözlem Raporu
31 Mart 2016. Diyarbakır Barosu, Gündem Çocuk Derneği, İHD, Sağlık ve sosyal
hizmet emekçileri sendikası SES, TİHV
8 27 Ağustos 2015 Tarihinde Cizre’de Yaşanan Olay ve Sivil Ölümlere İlişkin İnceleme Raporu
DİYARBAKIR BAROSU BAŞKANLIĞI
31 Ağustos 2015 / Diyarbakır
Eyüp Ergen vurulduğunda onunla aynı araçta bulunan sağlık personeli Sabri Enük tanıklığı;
“Ben, halen Cizre Devlet Hastanesinde sağlık personeli (erkek hemşire) olarak çalışmaktayım. Olay günü Cizre Nur Mahallesinde silah seslerinin geldiğini duyduk. Arkadaşım Eyüp ERGEN’in evi aynı mahallede olduğundan ve çocukları evde bulunduğundan tedirgin oldu. Ben Eyüp ERGEN ve arkadaşımız Şerif SAK ile birlikte bir araçla Nur Mahallesine doğru yola çıktık. Mahalleden ana caddelere çıkan yolların çoğu kapalı olduğundan, sadece Dicle kıyısındaki ve Nur Mahallesinin içinde bulunan, askeri birliğin yanından geçen bir yol açık idi. Buradan geçerek yokuş yukarı Cizre Tank Taburuna doğru mahallenin içinde Eyüp ERGEN’in evine doğru ilerlerken aniden cama bir cisim çarptığını ve dağılan camların üzerimize sıçradığını farkettik. Aynı anda aracın lastikleri de patladığından hızla araçtan
çıkarak ve eğilerek yakınlardaki bir eve sığındım. Sığındığım evde yanımda araç şoförü Şerif SAK da vardı. Bu sırada arkadaşımız Eyüp ERGEN’in yanımızda olmadığını farkettik, önce cep telefonundan aradık, telefonu çalıyordu ama cevap vermiyordu, tedirgin olduk, evden dışarı çıkarak araca doğru yöneldiğimizde bize ateş açılması üzerine tekrar eve geri döndük, evin sahibi olan kadın bir süre sonra her nasıl gittiyse aracın yanına gidip geri geldi, geri geldiğinde arkadaşımızın aracın içinde yaralı olarak yattığını söyledi, bunun üzerine 112 servisini ve Cizre Devlet Hastanesindeki personeli arayarak ambulans göndermesini ve yetkililere ulaşarak ateşin kesilmesini istedik, uzun süre
ambulans gelmeyince bir kez daha 112 ve hastaneyi aradık, telefonda bize güvenlik görevlilerinin ambulansın mahalleye girişine izin vermediğini söylediler, yaklaşık 1.5-2
saat sonra ambulans Eyüp ERGEN’in içinde yaralı olduğu aracın yakınlarına kadar geldi, ancak tek tek ve nokta atışı biçiminde aynı bölgeye askeri birlik de açılan ateş nedeniyle
112 personeli inemedi ve Eyüp ERGEN’e müdahale edemedi, bir süre sonra mahalleli hep birlikte koşarak aracın yanına gittik, ERGEN’i ambulansa alarak hastaneye götürdük. Hastaneye vardığımızda Eyüp ERGEN’in yaşamadığını sanıyorum, Eyüp ERGEN’in ölümü tümüyle uzun süre ambulansı gelememesi ve hastaneye kaldırılamaması nedeniyle kan kaybından olmuştur.”

Olayın görgü tanığı olan Zahide Ecer adındaki mahallede oturan kadın ile Diyarbakır Barosu adına olayı araştırmaya giden heyetin içinde yer alan Tahir Elçi arasında geçen diyalog:
Tahir ELÇİ- Merhaba. Siz bu mahallede oturuyorsunuz. Olaya Şahit
oldunuz mu?
Zahide ECER- Ben her şeyi gördüm. Herkes sessiz olsun ben anlatacağım.
T.E – İsminiz nedir?
Z.E – Zahide Ecer.
T.E – Evet dinliyorum.
Z.E – Silah sesleri gelir gelmez kendimizi evlerimize attık. Silah seslerinden sonra herkes dağıldı. Küçük bir oğlum vardı sokakta. Silah seslerini duyunca sokağa fırlayıp onu içeri aldım. Evimin önünde bir araç durdu. Araca ateş ediliyordu. Biz bağırıp çağırmaya başladık. Ben ne olduğunu anlamadan iki genç erkek kendini evimin avlusuna attı. Ne oldu anneciğim? diye sordum. Bana “anne bu taraftan üzerimize ateş açıldı” dediler, gelin oturun dedim onlara. Bana araçta üç kişi olduklarını, diğer arkadaşlarının gelmediğini söylediler. Yolun yukarısından geldikleri sırada aracın tekerleklerine ateş açıldığını ve tekerleklerin patlatıldığını söylediler. Arkadaşlarının evi bu sokakta onu bırakmak için geldiklerini, burada çatışma olduğunu bilmediklerini söylediler. Hastaneden geliyoruz, hemşireyiz biz, arkadaşımızı evine bırakmak için geldik bize ateş ettiklerini söylediler. Arkadaşlarına seslendiler ses yoktu yanıt veren olmadı. Telefonla aradılar ona da cevap vermedi. Arkadaşlarına bakmak için dışarı çıkmaya çalıştıklarında onlara “Anne kurban, çıkmayın, vurulursunuz” dedim. Oğlumu da neredeyse öldürüyorlardı. Kendimi eve atmasaydım beni öldürüyorlardı. İnsanlara nişan alıp sıktıklarını bilmiyordum. Dışarı çıkınca gördüm ki insanlara ateş ediyorlar. Ben dışarı çıktım aracın içine bakmak için. Baktım araçta kimse görünmüyor. Yolun karşısındaki mahalleliye seslendim, araçtan bir kişinin çıkıp çıkmadığını sordum. Bana kimsenin çıkmadığını, kimseyi görmediklerini söylediler. Araca biraz daha yaklaştım. Arka koltukta bir karartı gördüm. Araçtaki gencin vurulduğunu anladım.
T.E – Siz yalnız mıydınız, yanınızda kimse var mıydı?
Z.E – Hayır yalnızdım. Kimse çıkmaya cesaret edemiyordu. Bana da kaç defa sıktılar ama etrafımdan geçti kurşunlar. Bulunduğum yerden doğruldum ve tekrar aracın içine baktım… Zavallı genç başı öne doğru düşmüş alnından aşağı kan akıyordu. O sırada bana ateş etmeye başladılar. Yolun karşısındaki mahalleli bana kendini yere at diye bağırdı. Kendimi eve attım. Evdeki iki kişiye arkadaşlarının başından vurulduğunu ve muhtemelen ölmüş olduğunu söyledim. Bağırıp çağırmaya, feryat etmeye başladılar. Hastaneyi arayıp çok acil ambulans istediler. İkisi de başta baygınlık geçirdi. Sonra kendilerine gelip ambulans istediler, ancak ambulanslar gelemediklerini söylediler. Ambulans bir süre sonra geldiğinde bu kez ambulansa ateş etmeye başladılar. O ambulanstaki görevliler de kendilerini evimin avlusuna attılar. Yetkilileri, devleti arayıp feryat ettiler. Biz sağlık görevlisiyiz, araçtan yaralıyı almaya geldik bize ateş ediyorlar dediler… Ambulanstaki sağlık görevlisi telefonda ağlıyor ateşin kesilmesi ve yaralıyı almak için yalvarıyor. Arkadaşları nerde bu devlet, sesimizi duyan yok mu, arkadaşımız aracın içinde kan kaybından ölecek ama onu alamıyoruz, ona müdahale edemiyoruz bu nasıl iştir deyip feryat ediyorlardı. Gelen ambulansa da ateş açıldığı için onlar da avludan dışarı çıkamadıkları için onlar da mahsur kaldı ve başka bir ambulans çağırdılar. Yetkilileri aradılar. Bir süre sonra ikinci bir ambulans geldi. Onlara da ateş açtılar. Onlar da kendilerini zor avluya atıp canlarını zor kurtardılar. Bu defa etraftaki halk buna dayanamayıp bağırıp çağırmaya, isyan etmeye başladı. Halk ayaklanarak ölümü de göze alarak, şuradaki bidonu kendilerine siper yaparak kendini yola atıp araçta vurulan kişiyi çıkarıp bir ambulansa koydular. Daha sonra insanların üzerine tekrar ateş açıldı. İnsanlar dört bir yana dağılmaya başladı.”

Cizre’de ilk yasak: 4-12 Eylül
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi gereğince Şırnak Valiliği tarafından 4 Eylül 2015 günü saat 20.00’den itibaren Cizre’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. İlan edilen sokağa çıkma yasağı gece ve gündüz kesintisiz olarak 12 Eylül 2015 tarihine kadar devam etti.
Bu süre içerisinde Cizre’ye giriş çıkış sağlayan tüm yollar barikatlarla kapatılıp ilçenin etrafı asker-polis tank ve zırhlı panzerlerle çevrilerek tam olarak bir kuşatma altına alındı. Bu süre boyunca su, elektrik, çöp, sağlık, eğitim gibi tüm temel yaşam gereksinimlerinden yoksun bırakıldı. Özellikle su, elektrik, ambulans ve sağlık gereksinimlerinin engellenmesi sonucu halk sağlığı etkilendi ve buna bağlı olarak ölüm olayları yaşandı.⁹
Sokağa çıkma yasağı süresince ilçe nüfusunun yüzde 70’ini oluşturan Sur, Cudi, Yafes ve Nur mahalleleri askeri tank, top, panzer ve ağır silahlar ile ateş altına alındı. Yüksek noktalara yerleştirilen keskin nişancılar hedef gözetmeksizin hareket eden hemen her nesneye ateş etti. Bu saldırılar birçok ölüme neden oldu.¹⁰ Bu operasyon, saldırı ve çatışmalarda 15 sivil ateşli silah ya da şarapnel parçalarıyla hayatını kaybederken 6 yaralı da hastaneye kaldırılamadığı için yaşamını yitirdi.¹¹
8 günlük yasak ile beraber 12 Eylül’e kadar Cizre’de 29 sivil öldürüldü. Bunların 22’si 4-12 Eylül tarihleri arasındaki sokağa çıkma yasağı sırasında öldürüldü. Aralarında 35 günlük Muhammed Tahir Yaramış ve çocukların da bulunduğu 16 kişinin cenazeleri ancak sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra Şırnak ve Cizre devlet hastanelerinden alınarak toplu bir şekilde cenaze törenleri düzenlenip toprağa verildi.
9 Cizre sokağa çıkma yasağı yaşanan olaylar inceleme raporu, 04 eylül 2015-12 eylül 2015, Diyarbakır barosu
10 Cizre Olayları Gözlem Raporu, Çatışma İzleme ve Çözüm Grubu, MAZLUMDER 12.09.2015
11 A.g.e
Tanık 1:
Normalde gerçekten mesela bir aile evin penceresinden ya da kapısından beyaz örtü sallıyor, ondan sonra gel diyorlar… Esas olan 8 gün boyunca bir mahalleyi, bir şehri abluka altına alıyor, bütün her yeri… Yani bakın orada insanlar yaşıyor. Herhangi bir “terörist” yaşamıyor. Ölenlerin çoğunun 12 yaşında, 15 günlük… 53 yaşında bir annenin olayla ne alakası var. Yani öldürülenler tamamen sivillerdi.
Tanık 2:
Biz şuradan şuraya girmenin derdinde değiliz. Sonuçta eğer gerçekten öldürme amaçlı değilse, tutuklama amaçlı değilse, yakalama amaçlı değilse girebilir, girsin. Kimse bu devletin gücünü kabul etmiyor iddiasında değil.
Bir ormanımız yakıldığında onu söndürmeye gidemiyorsak, yaralımız olduğunda hastaneye gidip yaralımızı tedavi edemiyorsak, hastanelerimiz gündüz gözüyle taranıyorsa biz bu devletin yönetim anlayışından ne anladık? O zaman buradaki halk dedi ki: Biz bu şekilde bir sistemi kabul etmiyoruz, devleti reddetmiyoruz ama yönetim anlayışını reddediyoruz. Bir vali 9 gündür bir şehri böyle bir zulümle yönetiyor. Kim kabul edebilir bunu?
Tanık 3:
Bizim hanımın dayısının oğlu, buz mu getirecek ne getirecek 16 yaşlarında çocuk (14 yaşında). Vuruyorlar. Çocuk yaralı. Ambulans geliyor, onlar bu sefer ambulansı tarıyorlar. Çocuk elini kaldırıyor yaralı olduğu halde.Ondan sonra beynine vurup öldürüyorlar. Eli öyle kalıyor. Öldükten sonra da eli inmedi. Öylece morga kaldırmışlar
Tanık 4:
Yaralanıyor, ambulans çağırıyor, emniyete haber veriliyor bir yaralı var diye, yaralıyı getireceğiz diye tamam onu getirin diyor. Dört tane genç sedye ile bu yaralıyı getiriyor şuraya, o anda hem sedyedeki hem de normal götürenlerin hepsi taranıyor! Orada bırakma durumunda kalıyor, kendi canlarını kurtarmak için mecburen orada bırakıyor ve bir kurşun da Bünyamin İrci diye (bundan iki gün önce-Selman AĞAR’dan sonra) bu çocuğu orada bırakıyorlar bir kurşun almış, ondan sonra polis geliyor üzerine, sözde ambulans gelecek ama gelmiyor. Polis geliyor üzerine iki saat sonra orası biraz sakinleşince gençler sedyenin orada olduğunu görüyorlar ve o çocuğun vücudunda üç kurşun izi var. Bir kurşun şuradan girmiş şuradan çıkmış, resmen infaz… Yani 14 yaşındaki bir çocuk…¹²
Tanık 5 (sağlık personeli):
Çatışma sonrası polisler doktorları tehdit etmiş, onun üzerine acil servisi de yoğun bakım bölümünden çıkarmışlar. Kızıltepe’den gelen sağlık ekibi ve bazı uzman doktorlar buradaydı. Pratisyen doktor yoktu, ilk gün burada mahsur kalan sağlık personeli buradaydı. Uzun süreden beri burada olan sağlık personeli idi. Gece 01:00’de 2 zırhlı aracın çarpışması sonucu 3 ya da 4 polis ve sivil getirildi. Onların müdahalelerini yaptık, daha sonra da patlama sesleri gelmeye başladı. Top atışlarını duyduk.
O anda polis memuru “korkmanıza gerek yok, onlar bizimkilerdi” tarzında sevincini ifade eden bir cümle kullandı: “bombardımanı yapan bizimkilerdi.” Patlamalar ve silah sesleri ara sıra geliyordu. Ama sabaha kadar sakin geçti. Sabah 07.00 gibi yaralılar gelmeye başladı. İlk başta 4-5 hasta geldi. Bu yaralılar gece 01.00’de yaşanan bombardımanda yaralananlardı. Onların ifadesine göre sabaha kadar evde beklemişler. Birisinde arter kesiği olduğunu düşünüyorduk. Diz bölgesinde yoğun hematom vardı. Ona müdahale ettik. Diğerleri daha hafif yaralıydı. Şarapnel parçalarıyla
yaralanmışlardır.
2 gün önce gelen bir çocuğu anlatayım. Çocuk 6-7 yaşında. Hastaneye acile geldiği zaman, etrafa bağırıp çağırıyormuş, gözünü çıkarmaya çalışıyor. Sağa sola devamlı bağırıyordu. ‘Kendimi öldüreceğim’ diye sürekli bağırıyordu. Bu sabah gelen çocuk, yaşıtı olan kuzenleriyle birlikte geldiler. 10 yaşında çocuklar. Onlar da bu şekilde bağırıyorlardı. “Kendimizi öldüreceğiz, kendimizi patlatacağız” diyorlardı. Bu yaştaki çocukların psikolojilerinin ne hale geldiğini gösteriyor.
7 yaşında, 10 yaşındaki bu çocuklar ‘kendimi öldüreceğim, kendimi patlatacağım’ diye bu şekilde bağırıyor artık, yapabilecek bir şey yok.
12 Cizre Olayları Gözlem Raporu, MAZLUMDER Genel Merkezi adına. Çatışma İzleme ve Çözüm Grubu, MAZLUMDER 12.09.2015
Tarık İrci:
Bünyamın İrci’nin babasıyım, Nur mahallesinde kardeşimin çocukları kalmıştı. Orada soğuk su
yoktu, bizden buz istediler. Ben de ‘götür’ dedim. O da buzu alıp gitti. Sabaha kadar orada kaldı. Sabah da ‘ben eve gideceğim, annem, onlar merak ederler’ demiş ve evden çıkmış. Dönüşte bir panzer önünü kesmiş, o da elini havaya kaldırmış ve eve gitmek istediğini söylemiş. Ancak polisler onu alıp panzere koymuşlar ve orada onu öldürmüşler. Kalbine bir mermi sıkılmış. Kulağı da kesilmiş, bir elinin içine de mermi isabet etmiş, işkence edilmiş, kaburgası da kırılmış. Beyin kanaması sonucu yaşamını yitirmiş. Daha sonra bir çöpe atılmış, onu görenler bir camiye götürmüşler. Sabah kalkınca Bünyamin’in yaşamını yitirdiğini öğrendim. Oğlumla birlikte onu almaya gittim. Yolda panzerler bizi durdurdu ve yüzükoyun yere yatırıldık ve tehdit edildik ‘sizi öldüreceğiz’ dediler. Biz de ‘evimiz orada’ dedik, ‘gitmeliyiz’ dedik, sonra gitmemize izin verdiler. Mahalleye gittik, onu camide gördük. Ambulansı çağırdık, o da gelmedi. Faysal Sarıyıldız (HDP milletvekili) ambulans çağırdı, sonra onu alıp hastaneye götürdük. O arada etrafımızı 3 panzerle sardılar, bize hakaret ettiler, küfür edip tehdit etiller. Hastane önünde IŞID gibi olan 500 kişi vardı. Yüzlerce polis ve askeri araç vardı
Ramazan Çağırga:
Gerçek ismi Cizira Botan idi, ama izin verilmediği için Cemile koyduk. Cudi mahallesinde oturuyoruz. Akşam saat 17.00 ile 20.00 arası idi. Her tarafta çatışmalar vardı. Yasağın 3. günü idi, herkes dışarıda idi,
evimizin kapısı da caddeye bakıyor. Herkes kapının önünde duruyordu. Mahallede olay yoktu, burada hendekler de yok. Kapımızın tam karşısında keskin nişancıların noktası vardı. Kapının eşiğinde oturduğumuz sırada vuruldu. Uçaksavar, kobra, silahlarla vuruyorlardı. O esnada, o da vuruldu ve
yaşamını yitirdi. 92 yılında da evimize yine top atılmıştı o zaman da 7 aile ferdimiz katledilmişti.
Ahmet Edin:
Evimiz Cudi Mahallesinde bulunuyor. Ben
olay sırasında Irak’taydım. Ekrem Dayan ismindeki
amcam, Ayşe Edin ve 3 aylık bebek olan Berxêdan
Taşkın yaralı ve hala Şırnak Devlet Hastanesindeler. Olay 8 Eylül günü yaşanmış. Ben Irak’taydım ve
medyadan çıkan haberleri izliyordum. Ailemi merak ettim ve ağabeyimin evini, sabit hattı aradım.
Eşim ve çocuklarımı çağırmalarını söyledim. Eşim
geldi, konuştuk kendisiyle, bana iyi olduklarını söyledi. O zamana kadar bir şey yoktu. Ağabeyimin evi
zaten bizim evin hemen bitişiğindeki evdir. Görüşmemiz bitti, telefonu kapattık. Eve giderlerken ilk
olarak yengem avlu kapısından çıkmış ve vurulmuş
üstelik o sırada üç aylık bebeği Berxwedan Taşkın
da kucağındaydı. Bebek de yaralanmış. Ayağından
ve kulağından vurulmuş. Eşim ve amcam, yengemin
vurulup düştüğünü görünce yardıma koşmuşlar hemen ama keskin nişancılar her çıkanı vurmuş, onları
da vurmuşlar. Amcam kapının iç tarafına, avlu tarafına düşerken karım da yengemin hemen yanına,
kapının dış tarafına düşmüş. Bunlar yaşanırken bebek yaralı halde ve hala yerde ağlıyormuş. Yengem
yaralıyken yerde bebeğe daha fazla kurşun gelmesin diye üstüne kapanmış, kendini ona siper etmiş.
Annesi ve eşim o yerde hayatını kaybetti. Bebek ise
iki saat boyunca cesetlerin arasında vurulmuş halde
kalmış. Kimse bebeği alamıyor her çıkanı taramışlar.
Bir terör devleti uygulaması: SRI LANKA MODELİ
Hareket eden her canlıyı yok Et
Sri Lanka Modeli, devlet aygıtının şiddet ve baskı araçlarını tekelinde tutmak ve meşrulaştırmak için kullandığı; adalet, insan hakları, demokrasi v.b. maskelerini hiçbir sakınma göstermeksizin bir kenara bıraktığı ve karşısında duran, hareket eden her canlıyı yok etmek üzere güdümlenmiş çıplak bir terör devleti uygulaması olarak literatüre girdi.
Sri Lanka devleti ile Tamillerin özgürlüğünü savunan Tamil Kaplanları (TEKK) örgütü arasından 1983 yılında iç savaş başladı. 2002’de hükümet ile Tamil Kaplanları arasında Türkiye’de çözüm sürecinde de önemli bir yer olan Oslo’da Norveç hükümetinin gözetiminde ateşkes imzalandı. Hükümet Tamil Kaplanları yasağını kaldırırken TEKK’de bağımsız devlet talebinden vazgeçti. Ancak ateşkesin ömrü bir yıl sürdü. 2004 yılında Tamil Kaplanları Başkent Kolombo’da intihar saldırısı düzenledi ve dişişleri bakanı öldürüldü. Sri Lanka’da olağanüstü hal ilan edildi. 2009 yılında Sri Lanka devleti deniz kuvvetleri ve hava gücü de bulunan Tamil Kaplanları’nı yok etmek üzere askeri bir strateji geliştirdi. Literatüre Sri Lanka Modeli olarak geçen bu stratejide hareket eden her canlı yok edilmek üzere hedef alındı. Askeri operasyonda sivil-militan ayrımı gözetmeksizin hareket eden her nesne vuruldu. Operasyon sonucunda, Tamil Kaplanları’nın silahlı kanadı yok edildi. 40 bin sivil öldürüldü, yüzbinlerce sivil yerinden edildi ve bir daha yaşam alanlarına dönmelerine izin verilmeyen kamplarda tutuldu. Hedef, sadece Tamil Kaplanları değil Tamil nüfusunu yenilgiye uğratmak olarak seçildi.
Sri Lanka Modeli, dünyada çatışma ve iç savaş yaşayan ülkelerde otoriter hükümetlerin muhaliflerinİ sindirmek ve tehdit etmek için kullandığı bir korkutma unsuruna dönüştü. Bu model, Türkiye’de çözüm sürecinde tarafların müzaekere ile barış arayışında olduğu dönemde dahi gündemden düşmedi.
BM İnsan Hakları Ofisi’nin 2012’de yayınladığı rapora göre, 2009’daki harekatta 40 bin Tamil öldürüldü. BM, Sri Lanka’daki hak ihlallerinin ‘korkunç’ seviyede olduğunu, çatışmaların haricinde on binleri bulan faili meçhul suikast, zorla kaybetmelerin yaşandığını, askerlerin operasyon sonrası işkence, kadın ve erkeğe cinsel şiddetin yoğun olduğunu açıkladı.
Dönemin yöneticilerine savaş suçlarından yargılanma yolu göründü. Ülkede halen insan hakları ihlalleri yoğun.

Cizre’de en uzun yasak: 14 Aralık 2015 – 2 Mart 2016
bodrumlar dönemi
8 günlük sokağa çıkma yasağıyla beraber Cizre’de 12 Eylül’e kadar 29 kişi yaşamını yitirdi. Konut ve işyeri başta olmak üzere; fırın, eczane, camii, okul, kültür merkezi, 1000’e yakın yapı kurşunların hedefi oldu.¹³ Bu sürecin toplum üzerinde yarattığı şok etkisi devam ederken bu kez kentin etrafının tank, top ve ağır silahlar ile bütünen kuşatmaya alındığı, hareket eden her nesnenin ateşli silahların hedefi olduğu yeni bir sürece giriliyordu.
Devlet yetkililerinin basın üzerinden verdikleri bilgiye göre, sadece Şırnak iline 14 General, 26 Albay ve 15 bin asker sevkedildi.¹⁴ Şırnak Valiliği Cizre’de 79 gün ve gece kesintisiz bir şekilde devam
edecek olan sokağa çıkma yasağını 14 Aralık 2015’te saat 23:00’de şu duyuru ile ilan ediyordu:
“İlimiz Cizre ve Silopi ilçe merkezlerinde Bölücü Terör Örgütü ve mensuplarının etkisiz hale getirilmesi, örgüt mensupları tarafından
mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve
hendeklerin bertaraf edilmesi ve vatandaşlarımızın can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesi gereğince 14.12.2015 günü saat 23:00’ten itibaren sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Bölücü Terör Örgütünün vatandaşlarımızın başta yaşam hakkı olmak üzere özgürlük, güvenlik, mülkiyet gibi temel hak ve hürriyetlerini hedef alan saldırılar gerçekleştirdiği mayınlı, patlayıcı
tuzaklı barikat ve hendekler yaptığı bu eylemlerle vatandaşlarımızın gündelik yaşamını sürdürmesini ve başta sağlık olmak üzere temel kamu hizmetlerinden faydalanmasını engellediği ve vatandaşlarımıza her türlü maddi ve manevi zararlar verdiği kamuoyumuzun malumlarıdır.
Cizre ve Silopi ilçe merkezlerinde vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerini kullanabileceği huzur ortamını ve kamu düzenini sağlamak maksadıyla vatandaşlarımıza her türlü maddi ve manevi
destek sağlanacaktır. Bu anlamda vatandaşlarımızın müsterih olmasını diliyor bütün vatandaşlarımıza en içten sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
14.12.2015 Şırnak Valiliği”
13 Bölgesel Hasar Tespit Raporu, Ağustos 2015 – Ocak 2016, GABB, (Güneydoğu
Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği)
8 günlük yasak sonrasında hasar tespiti yapılan yapı türleri:
– 652 adet konut, 204 adet işyeri, 2 adet fırın, 2 adet eczane, 1 adet sağlık merkezi, 1
adet kültür merkezi, 2 adet okul, 5 adet camii, 2 adet ahır, 27 adet araç, 27 adet araç.yarbakır İli Silvan İlçesi’nde Meydana Gelen Hak İhlalleri inceleme raporu, MAZLUMDER, 17.11.2015
14 A.g.e.

Sokağa Çıkma Yasağının Hukuki Sorunu
Kürt illerinde kentsel alanlarda ilan edilen sokağa
çıkma yasakları hem uluslararası hukuka ve uluslararası alanda imzalanmış temel hak ve özgürlüklere dair sözleşmelere, hem de Türkiye Anayasasında yer alan temel hak ve özgürlüklere dair maddelere aykırıydı: Uluslararası insan hakları belgelerinin yanısıra, Türkiye Anayasa’sının 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı durumların anayasa ve kanunlarda açıkça yazılması gerektiği belirtildiğinden, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11. Maddesi il valisine sokağa çıkma yasağı ilan etme yetkisi vermemektedir. Kanunda böyle bir ibare yoktur… Olağanüstü hal veya sıkıyönetim halinde bile günler süren “aralıksız sokağa çıkmama” tedbirleri gündeme gelmediği gibi doğal olarak her düzeyde hak ihlallerine yol açan günler süren “aralıksız sokağa çıkma yasağı” uygulamalarının hayal edilmesi bile olanaklı olmamalı. Hükümetin valiler ve kaymakamlar aracılığı ile bu tip hukuka aykırı işlemlere başvurması AİHS’in 15. maddesindeki yükümlülüklerden kaçınmayı da beraberinde getirdiği gözlenmektedir.¹⁵
15 Rapora Çavdêrîya Cizîrê ya Qedexeya Derketina Derve ya 79 RojÎ Baroya Amedê, Komaleya Gündem Çocuk, İHD, SES, TİHV.
31.03.2016

Cizre’de sokağa çıkma yasağının ilanından bir gün
önce 13 Aralık 2015’te Türkiye tarihinin nadir örneklerinden biri yaşandı. Rejim topyekün kuşatmaya aldığı kentten memurlarını çekiyordu. Cizre ve Silopi İlçeleri’nde görevli öğretmenlere SMS ile mesaj gönderilerek ‘hizmet içi eğitime’ alındıkları bildirildi. Mesajda tüm öğretmen ve yöneticilerin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 14 Aralık 2015 tarihinden itibaren hizmet içi eğitim seminerine alındığı belirtilerek, “Öğretmenlerimiz seminerlerini memleketlerinde alabilir” denildi. Cizre’de 104 okulda eğitim veren 1298 öğretmenin çoğunluğu
bunun üzerine ilçeyi terk etti.
79 gün boyunca kente kimse giremedi
14 Aralık’ta 2015’te Cizre’de ilan edilen ve 79 gün süren sokağa çıkma yasağı süresinde hiçbir kurum, kişi, siyasetçi, gazeteci ya da heyetin ilçeye girişine izin verilmedi. 79 gün boyunca Cizre’nin etrafı askeri bir kuşatma altına alınarak kentin hâkim noktalarına yerleştirilen ağır makinalı silahlar, tanklar, havan topları ile kent amansız bir ateş altında tutuldu. Onlarca insan evlerinde, evlerinin mutfağında yemek yaparken, oturma odalarında çay içerken, gıda ve sağlık ihtiyaçlarını gidermek için beyaz bayrakla dışarı çıkarken sokak ortasında bazen gündüz bazen akşam öldürüldüler.

Cizre’de neredeyse bütün evler ağır ateşli silah atışları ile zarar gördü; evlerin bir kısmı havan toplarıyla yıkıldı, bir kısmı ise çeşitli şekillerde yakılarak oturulmayacak hale getirildi. Güneydoğu Anadolu Bölge Belediyeler Birliği’nin yapmış
olduğu hasar tespit çalışmaları neticesinde; 1.200’ü ağır hasarlı olmak üzere 10.000 ev ve işyerinin hasar gördüğü belgelendi. Evlerin damlarındaki su depoları ve evlerin dışındaki klima motorlarının kasıtlı olarak hedef alındığı belirtildi. Yaşam alanlarının tümden yok edilmek sureti ile geri dönüşlerin imkânsız hale getirilmeye çalışıldığı tespiti yapıldı.
Rejim güçleri sokağa çıkma yasağı öncesi anonslarla Cizre’de yaşayan herkesi, ‘sokağa çıkma yasağı başlamadan evlerini terk etmeleri, aksi halde olacaklardan sorumlu olunmayacağı’ konusunda tehdit etti. Tanık anlatımlarına göre, sokağa
çıkma yasağının 22. gününde 05.01.2016 tarihinde rejim güçleri, evlerini terk etmemeleri halinde kimyasal silah kullanılarak hepsinin gebertileceği tehditleri/ölüm ihtarları anons edildi. Bu tarihten sonra evlere yönelik silahlı saldırılar daha da yoğunlaşmış özellikle 29. 30. Günlerde kimyasal silah korkusu nedeniyle kent sakinleri beyaz bayraklar ile evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Rejim güçleri sokağa çıkma yasağı öncesi anonslarla Cizre’de yaşayan herkesi, ‘sokağa çıkma yasağı başlamadan evlerini terk etmeleri, aksi halde olacaklardan sorumlu olunmayacağı’ konusunda tehdit etti. Tanık anlatımlarına göre, sokağa çıkma yasağının 22. gününde 05.01.2016 tarihinde rejim güçleri, evlerini terk etmemeleri halinde kimyasal silah kullanılarak hepsinin gebertileceği tehditleri/ölüm ihtarları anons edildi. Bu tarihten sonra evlere yönelik silahlı saldırılar daha da yoğunlaşmış özellikle 29. 30. Günlerde kimyasal silah korkusu nedeniyle kent sakinleri beyaz bayraklar ile evlerini terk etmek zorunda kaldı.

“Açlık ve susuzluk beni etkilemiyordu, onların anonsları, ettiği küfürler beni çok etkiledi. Cansız bedenlerin yerlerde kaldığı gün ben ölmüşüm. Artık bana sağ demesinler, artık yaşayan bir ölüyüm.”
Cizre ablukası boyunca 3 bodrumda tespit edilen 177 kişi olmak üzere 251 insan katledildi. Bu kişilerden biri bebek olmak üzere 41’i çocuk, 22’si kadındı. Yine bu kişilerden 79’unun kimliği henüz tespit edilemedi. Bazı cenazelerin Cizre’de gömülmesine izin verilmeyerek farklı illere gönderildi ve oralarda defnedildi.

Adım adım bodrum katliamları 23 Ocak 2016 günü beş katlı bir binaya top atışlarının isabet etmesi
sonucu iki kişi yaşamını yitirdi, 11 kişi yaralandı. Binada bulunan ve sağ kalabilen 31 kişi bodruma sığındı. 2016 yılı 4 Şubat günü ikinci bir bodrumda yaralıların bulunduğu ve tıbbi desteğe ihtiyaçları olduğu öğrenildi. 2016 yılı 10 Şubat günü üçüncü bir bodrumun daha olduğu basına yansıdı. Bodrumlarda bulunan insanların çoğunluğu
ilerleyen günlerde yakılarak öldürüldü. Binaların enkazları ve civar sokaklar dahil, bodrumlar ve çevresinden 24’ü çocuk olmak üzere 177 cenaze çıkarıldı. Öldürülenlerin içinde Cizre ile dayanışmak
için gelen üniversite öğrencileri de bulunuyordu. Sayıları 40-50 olarak veriliyor.
“Aslında o bölgede 20 tane bodrum daha var. 90’lı yıllarda köyleri yakılıp Cizre’ye gelen insanlar savaş tedbiri olarak, sığınacak bir bodrumu olan evler inşaa ettiler…”
(28, erkek, Cizre)
Bodrumda katledilenlerden biri olan Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç, 27.01.2016 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen 12. Uluslararası Kürt Konferansı’na telefonla katılarak
çağrıda bulunuyordu:
“…Sokağa çıkma yasağının cezası 100 TL’dir ama biz çıkıyoruz öldürme cezası veriyorlar. Havan toplarıyla vuruyorlar. Cizre’de havan topları, tanklar, obüsler hepsi kullanılıyor. Cizre’de büyük bir katliam yaşanıyor ve büyük bir soykırımla yüz yüzeyiz. Bütün evler bombalanmış, tanklar kullanılıyor. 21’inci yüzyılda düşmana karşı kullanılan silahlar kendi halkına karşı AKP hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından kullanılıyor. Cizre’de bir trajedi yaşanıyor. 60 gündür bu halk aç susuz. 120 bin nüfustan 10 bin kalmış ya da kalmamış. Halkı zorla göç ettirmişler…Gerçekten Cizre’de bir trajedi yaşanıyor. 28 yaralı bir evde yaralandı. 4 yaralı yaşamını yitirdi. 24 yaralı içinde Nusret Bayar (konuşmasından kısa süre sonra yaşamını yitirdi), Veli Çiçek ve Sultan Irmak’ın durumu çok çok ağır.
Su tamamen tükenmiş. Su almaya çıkıyoruz keskin nişancılar tarafından vuruluyoruz. Çıkamıyoruz. 4 kat bina havan topları ile tamamen yıkılmıştır. Yayına bağlanmak için şu an o yıkık binadayım. Ve durum çok çok kritiktir. Bunun için oradaki dostlarımıza söylüyoruz. Lütfen bu vahşeti durdurun. Cizre’de bu katliamı durduracak güçtesiniz. AKP Hükümetini uyarıp Cizre üzerindeki bu ablukayı kaldıracak güçtesiniz. Aksi takdirde oluşacak bir katliamda sizleri de bunun suç ortağı olarak görmek durumundayız…”

Bodruma sığınan yaralıları kurtarmak için HDP heyeti açlık grevine başladı. Dönemin HDP Şırnak vekili Faysal Sarıyıldız 25 Ocak tarihinde Cizre Kaymakamı Ahmet Adanur’a bölgeye bombardımanın durdurulması için birinci bodrumun bulunduğu adresi iletti. Bodrumun adresinin devlet yetkilileriyle paylaşıldığı tarihten itibaren, binaya saldırılar yoğunlaştırıldı ve bina askeri bir ablukaya alındı. AİHM’in tedbir kararına rağmen ambulans gönderilmediği için Ege
Üniversitesi Coğrafya bölümü öğrencisi Cihan Karaman 23 Ocak günü yaşamını yitirdi.
29 gün kaldık yasakta ve döndüğümüzde çocuklarımın güvercinlerinin başını koparmış camlara asmışlardı. Halen bir sürü kayıp var, aileler çocuklarına ulaşamıyor. Keşke benim tüm evim barkım yansaydı, tüm çocuklarım ölseydi de bizler için gelen o öğrenciler bodrumlarda yanmasaydı.
Ertesi gün ismi öğrenilmeyen bir erkek ve dayanışma için gelen üniversite öğrencisi bir kadın daha yaşamını yitirdi.
“Biz ölüme alışmışız. Bizim için önemli değil de, asıl yüreğimizi yakan bizim için gelen üniversiteli gençlerin ölmesi… “
(38, kadın, Mersin)
2016 yılı 25 Ocak günü birinci bodrumda yaralı halde bulunanlardan biri olan Cizre’nin Hisar köyü nüfusuna kayıtlı Selami Yılmaz da hayatını kaybetti. 25 Ocak 2016 tarihinde bodrum katındaki yaralılardan, Faysal Sarıyıldız’a şu SMS gönderildi:
“Şu an üzerimizdeki binayı yıktılar. Nefes almakta zorlanıyoruz.”
25 Ocak’ta Faysal Sarıyıldız ile ambulansların gönderilmesi üzerine mesajlaşan Mehmet Tunç’un mesajı:
Dünya Cizre’nin sesini duymus gibi gürünüyor olmasada artik ne yapalim yoldas üzmüşsem li me bibore iyi degilim sultan adinda agir yarali bir kiz var bana sürekli baba beni birakma diyor burda kahroluyorum. Sürekli su isteyen on üç yasinda bir çocuk var ve içkanama oldugu icin onada su veremiyoruz…
26 Ocak günü, Faysal Sarıyıldız ile bodrumda olduğu öğrenilen kişilerin ailelerinden oluşan 15 kişilik bir grup, yeniden bodrumun olduğu yere gitmeye çalışmış, ancak grubun geçişine izin verilmemiştir.

27 Ocak günü, İçişleri Bakanlığı’na giden HDP heyetinin temasları sonucu yaralıların alınmasına izin çıktı.Ankara’dan yapılan görüşmelerin ardından Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız da Cizre Kaymakamı ile bir görüşme gerçekleştirerek ambulansların yaralıları almak için yola çıkmasını sağladı. Ancak, kısa bir süre sonra ambulanslar
yerine zırhlı araçların binanın bulunduğu alana gittiği öğrenildi. Ambulansların ise önü kesilerek zırhlı araçlar eşliğinde Konak Mahallesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğü öğrenildi.
Bodrumda bulunan kişiler ile onlara tıbbi yardımın ulaşması için açlık grevinde olan HDP heyeti arasında saatler süren görüşmeler yapıldı. Bu görüşmelerin tümü HDP heyeti tarafından kayıt altına alındı. Bu kayıtların en önemlisi bodruma yapılan baskın esnasında gerçekleşti. Yaralılar arasında bulunan ve baskında katledilen DBP
PM üyesi Mehmet Yavuzel ile Meral Danış Beştaş arasında, daha ambulans hareket halindeyken yapılan görüşmelerde yaşanan diyalog ve baskın anı: (Söz konusu bu diyalog aynı anda hükümet yetkilileri tarafından da dinlendi.)
Birinci Kayıt:
Meral Danış Beştaş: Şu anda ambulansı takip ediyoruz. Yolda.
Mehmet Yavuzel: Evet.
Meral Danış Beştaş: Bir ulaşsın sizi arayacağız.
Mehmet Yavuzel: Tamam heval. Bizim burda herhangi bir ses yok yani…
Meral Danış Beştaş: Tamam, tamam. Şu anda ambulans ulaşınca ben sizi arayacağım.
Mehmet Yavuzel: Bilginiz olsun hiçbir ses yok.
İkinci Kayıt:
Meral Danış Beştaş: Şimdi Bakanlık ile görüştük. Her birimiz bir telefonda olacak.
Mehmet Yavuzel: Evet.
Meral Danış Beştaş: Şimdiden siz hazırlıklarınızı yapın şu anda onay verdiler ama…
Mehmet Yavuzel: Tamam.
Meral Danış Beştaş: Biz sizi arayınca çıkacaksınız
Dördüncü Kayıt:
Meral Danış Beştaş: Alo
Mehmet Yavuzel: Heval. Benim kulaklarım kötü ben duymuyorum.
Meral Danış Beştaş: Şu anda sesimi alıyor musun?
Mehmet Yavuzel: Çok az alıyorum.
Meral Danış Beştaş: Çok az. Bağırıyorum şu anda. Bak bağırıyorum. Siz oradan çıkacak durumda değilseniz başka bir formül bulmamız lazım.
Mehmet Yavuzel: Enkaz altındayız. Ben nasıl anlatayım ya!
Meral Danış Beştaş: Tamam tamam çıkabilecek durum değilsiniz yani.
Mehmet Yavuzel: Enkaz altındayız enkaz!
Meral Danış Beştaş: Tamam telefon açık kalsın. Açık kalsın. Çıkamıyorlar, çıkamıyorlar.
Ankara’daki HDP heyetinin ve Cizre’de bulunan Faysal Sarıyıldız’ın yaptığı telefon görüşmeleri sonrasında, Cudi Mahallesi Bostancı Sokak 23 numaralı binanın bodrumunda bulunan yaralı ve
bitkin durumda olan insanlar ile irtibat tamamen kesildi. 12 Şubat günü, 26 cenaze, Cizre Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.¹⁶
16 Bir Vahşetin Anatomisi, Genişletilmiş ve Güncenllenmiş Cizre Ablukası Raporu, HDP, 5 Mart 2018
79 günlük yasakta vahşet bodrumları olarak hafızalara kazınan katliam tarihin en trajik olaylarından biri olarak kayda geçti. Bombardımandan korunmak için sağlam kalan 3 bodruma sığınan ve tespit edilen 177 insan katledildi.
İnsanlar birinci bodrumda katledilenlerden geriye kalan yanmış insan parçalarının fotoğraflarını çekiyor
Bodrum olaylarından önce 85 kişi hayatını kaybetti. Bu 85 kişinin hepsi Cizre halkıdır, ikametleri buraya kayıtlı, nerde oturduklarını, kim olduklarını bildiğimiz kişiler. Bunların hepsinin bilgisi bizde var… Bodrumda kalanlardan isebizim de haberimiz yoktu. Yasaktan bir gün önce Cizre’ye dayanışma amacıyla gelen üniversiteli gençler çoğunlukta. Sonradan öğrendik ki yasak başlayınca Cizre’den çıkamıyorlar, net sayılarını bilmiyoruz ama bu gençlerin 40-50 arası olduklarını tahmin ediyoruz… 3 bodrum katta 176 kişi topluca katledildi.¹⁷
17 Cizre Belediyesi Eş Başkanı Kadir Konuk.

Varto’dan sonra çıplak şiddet Cizre’de
Varto ve diğer kentlerde hendeklerin kazılıp çatışmaların şiddetlenmesine neden olan en önemli olaylardan biri olan Kevser Eltürk (Ekin Wan)’ın öldürüldükten sonra çıplak bedenin sergilendiği olayın bir benzeri Cizre’de yaşandı. Cizre’de abluka devam ettiği sırada askeri hesaplardan, iki kadının öldürüldükten sonra elbiseleri çıkarılarak çıplak halde çekilmiş fotoğrafları paylaşıldı.
“Cizre’de teşhis edilen cenazelerden biri, 16 yaşında bir kız çocuğu, Sultan Irmak. Devlet, 16 yaşındaki çocukları öldürerek mi bu topraklara huzur getirecek? Tam tersi olduğunu şu geçen 40 yılda öğrenemedik mi?”¹⁸
18 Mehveş Evin: Soyulmuş ölü kadın bedeni, neyin intikamı?

Sokağa çıkma yasağının 79’uncu günü olan 2 Mart 2016 tarihinde, 05.00-19.30 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Bu tarihten sonra yasak geceleri devam etti. 28.03.2016 tarihinde ise
yasak 21.30-04.30 arasındaki saaatlere alındı.
(Mehmet Tunç, öldürülmeden önce) “Buradaki olayları anlatmak için burada olmak lazım. Bir evdeyken bombanın patlaması ve bize katılanlarla beraber 4-5 gün önce 28 yaralıydık.Maalesef sağlık
ihtiyaçlarını gideremediğimiz için 4 kişi hayatını kaybetti. Cenazeler kaldığımız evin içinde. Battaniyelere sardık. Yavaş yavaş kokuyorlar.
Havasızlıktan zaten yaşanılmıyor.”
“Elimiz kolumuz bağlı. Dün Selami Yılmaz adlı kişinin ayağını kayışla bağladım, morardı. Bırakıyorum kan akıyor. Çocuğu kan kaybından kurtaramadım. Kendimi onun katili olarak görüyorum. Dışarı çıkıyorsun vuruluyorsun, evde kalıyorsun bombalanıyorsun.”
Mehmet Tunç’un annesi Esmer Tunç, “Bana bir avuç kül verdiler ‘Al bu senin oğlun’ dediler. Neydi günahımız, Cizre’de doğmuş Kürt olmak mı?”
Bodrumda öldürülen Mahmut Duymak’ın yakını:
“Biz gittik bodrumun oraya. Biz on kadındık. Dedik ki yaralılarımızı getirelim. Cafer Sadık Sokağı’na geldik. Dört tarafımızı sardılar. Bodruma iki üç metre kalmıştı. Polislerle aramızda 10 metre vardı. Polisler bize dedi ki burada ne işiniz var. Biz yaralılarımızı almaya geldik, dedik. Dediler ki, ‘siz bilmiyor musunuz orada mayınlar var.’ Madem onlar ölecekse biz de ölelim, dedik. Onlar giderse biz de gideriz. Biz konuştuk derdimizi onlara anlattık. Karşıdan biri geldi. Zebani gibiydi, insana benzemiyordu. Keleşi elinde başımıza tuttu. Sanki elimizde silahlıymışız gibi, onlarla savaşa gitmişiz gibi davrandılar. Hepimizi topladılar, arkamıza dört panzer düşüp bizi emniyete götürdüler… Biz bodrumun oraya giderken hiç bomba falan görmedik, biz yolumuzda gittik, yolumuzda geldik. Bomba hiç yoktu, sadece elektriğin kopan telleri vardı. Devlet hep yalan söyledi. Kendileri ambulansı tarıyordu, orada çatışma var diyordu. Biz oraya gittiğimizde hiç çatışma yoktu… Kimse cenazesini teslim alamadı, ya bir parça kemik aldılar, al bu senin cenazendir dediler.”
Bodrumda ölen 15 yaşındaki Abdullah Gün’ün yakını:
“Abdullah 29. günde evden gitti. Arkadaşlarını terk etmek istemediği için bodrumda kaldı. 5 Şubat’ta bodrumdan dışarı çıkıyor ambulansın gelip gelmediğini kontrol etmek için. Keskin nişancı çıkar çıkmaz onu vurmuş. O çocuk olduğu için, küçüktür, karışmazlar diye onu çıkartmışlar. Ambulans gelmişse hepsi dışarı çıkacaktı. Vurulduktan sonra cenazesi dışarıda kalmış. Bodrumdakiler içeri alamamış, ne olmuş bilemiyoruz. Naaşını daha bulamadık. Vurulduğunda sokakta ölmüş Abdullah, bir saat falan sağ kalmamış. Ambulans hiç yakına gelmemiş. Ama yakında panzerler vardı.”
Tanık 1: (Cizre Belediye Eş Başkanı Kadir Kunur)
Kimyasal tehdidi ile göç edildi
“Biz Belediye olarak, yasak süresi boyunca belediyede kalmak gibi bir görevlendirme gerçekleştirdik. İtfaiye ve su dağıtım ekibi, bir de yönetim; bir başkan bir başkan yardımcısı, belediye encümen üyesi, daimi üyemiz ve sağlık çalışanlarımızla beraber burada görevlendirdik. Koşullar ne olursa olsun burada kalacak, yapılabilecekleri yapacaktık. Bu dediğiniz göç olayı aslında o öğretmenlerin mesaj almasıyla beraber kısmı bir dalgalanma ile yaşandı Cizre’de. Birçok vatandaş da o zaman çıkmıştı ama vatandaşın geneli o zaman yerinde ikamet etmeye başlamıştı. İşte yasağın 30. gününden sonra bir dedikodu yaydılar. Hem top atışını hem bu baskı şiddetini artıracak bir de kimyasal silah kullanılacak diye abuk subuk bir dedikodu yaydılar internet ortamında, sosyal medya ortamında bir dalga yaydılar. Göç noktasında dağılma bu oldu. Bu dedikodunun çıkması, bu söylemin ortaya çıkması ile beraber bütün mahallelerde, o zaman zaten Yasef Mahallesi boşaltılmıştı ama Sur, Cudi ve Nur Mahallelerinde herkes ikamet ediyordu. Nüfusun büyük çoğunluğu kendi yerinde ikamet ediyordu. İşte o açıklamadan sonra bir göç dalgası başladı.”
Tanık 2: (Sokağa Çıkma Yasağı başladıktan iki gün sonra, 16.12.2015 günü rejim güçlerinin ateşiyle ilk ölüm olayı gerçekleşti) Evin avlusuna çıktığı sırada bedeninin çeşitli yerlerine çok sayıda kurşun isabet etmesiyle hayatını kaybeden Hediye Şen’in eşi Mahmut Şen tanıklığı:
“Bir anda fırladım, Hediye çığlık atmıştı. Karanlıktı. Hediye diye bağırdım, elimle yokladım karanlık olduğu için göremedim. Bulunduğum yerin gerisine döneyim derken ayağım ayağına takıldı düştüm. Gözüm karanlığa alıştı. Boğazına kurşun saplanmıştı.
Yarım saat kadar boğazından nefes aldı. Hırlıyordu. Hediye, Hediye diye bağırıyordum. Kalktım 112’yi aradım. 155’i aradım. 112 bana Dörtyol’a getirin dedi. Dedim “evden dışarı çıkamıyorum siz diyorsunuz ki 3 km yoldan getirin”. Nasıl getireyim? 155’i aradım. “Eşimi vurdunuz” dedim. “Burada çatışma yok. Polis araçları 100 metre ileride. Gelin alın, 112
gelmiyor” dedim. Bu şekilde bir 112’yi bir 155’i defalarca, onlarca kez aradım. Tabii o esnada yani kendimi kaybetmiştim. Bağırıp duruyordum. Çocuklar ne olduğunu anlamıyordu. Onları tehdit bile ettim. “Burada ne hendek var, ne barikat var, ne çatışma var. Nasıl karımı vurdunuz?” dedim. “Gelin yaralıdır” dedim, “eğer gelmezseniz canlı bomba olacağım bir gün hepinizi öldüreceğim” dedim. Bu şekilde yarım saat sürdü. Sonra Hediye’ye döndüm. Ölmüştü. Bağırdım, komşuları çağırdım. Tabii fakirdirler, kimse korkudan gelemedi. Sesleniyorlardı ama gelemiyorlardı. En son Mele Mansur geldi, dayanamadı. Üç ev vardı aramızda. Gelene kadar taradılar onu da. Bir kurşun tesadüfi ayağını sıyırmıştı. Onda Faysal Vekilin telefonu vardı. Bende yoktu. O aradı, sesimizi duyurdu. Mele Mansur müftülüğü aradı, müftüyle konuştu. Ama kimse dinlemedi. Sabaha kadar Hediye öylece yerde kaldı…”
Tanık 3:
12. Sınıfa gidiyorum. Bu yıl okula gidemedim. Ninemle beraber yaşıyorum. Sokağa çıkma yasağının 20. gününde babaannemin ablasının evine Kumçatı’ya gittik… Önceden erzak stoklamıştık ama çoğu küflendi. Bu nedenle ben damdan atlayıp birkaç defa markete gittim. Markete ulaşmak için evlerin içinden açılan oyukları takip ederek markete ulaştım. Çünkü görseler bize de ateş ederlerdi. Suyumuz yok, elektriğimiz yok. Sokağa çıkma yasağının 20. Gününde 155’i aradık. Silah ve saldırı seslerinin çok artığını ve çıkmamız gerektiğini söyledik ve elimizde beyaz bayrak olacağını söyledik. O şekilde evimizden çıktık, Kumçatı’ya gittik. Ancak komşumuz Şükrü evimizin arkasında sokak ortasında vuruldu. Akşam saat 20.00 dan sabah 08.00 a kadar 12 saat boyunca yerde yaralı olarak kaldı. Sabah komşular kendi imkânları ile öldürülmeyi göze alarak Şükrü’yü battaniyeye sararak hastaneye ulaştırdılar.
Tanık 4:
“Ben Cudi mahallesinde oturuyorum. Dayımın oğlu 22 yaşındaki Murat Ekinci de Cudi mahallesinde otururdu. Murat, 20 Ocak’ta keskin nişancılar tarafından vuruldu, cenazesi iki gün yerde kaldı. Daha sonra cenazesi ailesi ve HDP Milletvekili Faysal Sarıyıldız tarafından alındı. Ancak Murat vurulduktan sonra diğer kuzenlerim Muharrem Erbek (16), Mahsun Erdoğan (20) ve Sabri Sezgin (18, öğrenci) Murat’ın cenazesini almak için mahallede kaldılar. Sonra buradan çıkamayıp 1. Bodruma
sığınmışlar, daha sonra polisin saldırısıyla orada öldürüldüler. Bu yasakta bizim ve amcamların evi yakılmış, yıkılmış. Şimdi bir amcamda kalıyoruz, mutfakları yıkılmış, evin diğer yerleri duruyor, 25 kişi birlikte aynı evde kalıyoruz. Evin kapısı, penceresi yok, suyumuz, elektriğimiz
yok.”
Tanık 5:
“Abluka sürecinde 20 gün kaldık. Ben hamileydim ve rahatsız olduğum halde doktora gidemedim. Eltim doğum yapacaktı ve hastaneye gidemedi. Onun doğumunu hiç deneyimim olmamasına rağmen ben yaptırdım. Elektrik yoktu, telefon ışıklarıyla hareket ediyorduk. Makas bulamadığımız için bıçakla kestim göbeğini. Doğumu çok zor geçti. Bebek mosmor kesilmişti.”
Tanık 6:
“Keşke ölümler olmasaydı, ama aç kalsaydık, evimiz
yıkılsaydı ama ölümler olmasaydı. Üç akrabam hayatını kaybetti. Korucular evimize girmişler. Tavukları, hindileri yataklarımızın üstünde kesmişler. Evimize bomba atmışlar. Kızım baygınlık geçiriyor durmadan. Duvarlarımıza yazı yazmışlar “uslu durmazsanız geri geleceğiz.”
Tanık 7:
“Sürekli pencereden izliyorduk, cenazeler yerlerdeydi, ölenlerin görüntüleri gözlerimizin önünde. “Evden çıkın!” diye sürekli anonsla geçiyorlardı. “bu mahallenin kızlarının güzel olduğunu duyduk, biz geldik siz nerdesiniz?” anonsu yapıyorlardı. Yengem düşük yaptı. Ben de sürekli bayılıyorum, nefessiz kalıyorum. Yiyeceğimiz bittiği zaman
ve tecavüz korkusundan hepimiz evden ayrıldık. Evimizi altüst etmişler. Tuvaletlerini bile evin içinde yapmışlar. Duvarımıza “o emretti, biz yaptık.” Ve “biz değil, Allah bunu yaptı size” diye yazmışlardı.”
Tanık 8:
“Çaremiz olduğu kadar kaldık. Hiç iyi değiliz. “ermeni piçleri” diye anons ediyorlardı. Korkudan hastalandım. Gece titreme geliyordu bana. Vücudum kaşınıyor durmadan. Elektrik yoktu, su yoktu. Yiyecek yok. Hava soğuktu. Korkudan soba yakamıyorduk. Evden çıktık. Döndüğümüzde ev perperişan durumda. İç çamaşırlarımızı dağıtmışlar. Bazılarını aynaya asmışlardı. Diğerlerini yatağa sermişlerdi. Hepsini yaktım. Diğer kadınlara da yakmalarını söyledim.”
Tanık 9:
“Okula gidiyorum elimde kitap olduğu halde beni tutup nereye gidiyorsun diyorlar. Yani istedikleri an bizi tutup öldürebilirler. Bize hakaret ediyorlar. Bir şey diyemiyoruz. Geçen beni tuttular ‘bize niye bakıyorsun’ dediler ve küfür etmeye başladılar. Burada hayat kalmadı, her şey onlara göre ayarlanıyor. Kardeşlerim uykudan uyanıp ‘kapıyı kapatın’ diyorlar, ‘geldiler’ diye çığlık atıyorlar. Her şey gözümün önüne geliyor, ölenleri gözlerimizin önünde sürükleyip götürdüler. Geri dönüp geldiğimizde tüm battaniyelerimiz kan içindeydi, dayanamadık hepsini attık. Unutamıyorum. Okula gitmek istemiyorum. O duvara yazılanları görünce sinirleniyorum, utanıyorum.”
Tanık 10:
“İnsanlar burada bodrumda yakıldı. Yakınlarımız da vardı bodrumun içinde. Ölecek miyiz, sağ mı kalacağız gibi sorular vardı hep aklımda. Kurşun sesleri gelince kardeşlerimi alıp odaya gidiyordum ve korkmasınlar diye yanlarında duruyordum. Zırhlı araçlar mahallemizde gezince çok zoruma gidiyor, tanıdıklarımızı yaktılar. En çok silah oyunlarını seviyorum artık. Borudan kendime silah yaptım. Kendimi savunuyorum bunla. Öğretmenlerimiz bizi bırakıp gidince bir daha okul olmayacak sandım, hepimiz öleceğiz diye düşündüm. Yasak süresinde polis görünce korkuyorduk. Bir kez futbol oynuyorduk polis geldi oynamak istedi, bende dedim ki, Biz Kürdüz siz de Türksünüz. Gelin bakayım kim kazanıyor.”
Tanık 11:
“Şu yıkılan bina benim. Burada dokuz dairem vardı şimdi görüyorsunuz geriye hiçbir şey kalmamış. Ne yapacağım? Nasıl geçineceğim şimdi? Bunların hesabını kim verecek? Şimdiye kadar neredeydiniz, insanlar ölmeden önce, bunca vahşet yaşanmadan önce gelmeliydiniz. Burada yapacağınız bir şey yok. Gidin Nusaybin’de, Şırnak’ta bekleyin; oralar da bu hale gelmeden…”
Tanık 12:
“Burada devlet bir soykırım yaptı. İnsanlar bodrumlarda yakıldı. Sokağa çıkma yasağı vardı buna rağmen insanlar keskin nişancılar tarafından evlerinde vuruldu. Bunları yaparak Cizre şahsında Kürtlerin onur ve şerefini kırmaya çalıştılar. Ama Cizre halkı diz çökmedi. Devlet 3 aylık bebek ile 70 yaşındaki dedeye terörist dedi. Hendek’ diyorlar hendekler önceden çok yukarıda, sokak başlarındaydı. Hendekler problem olsaydı hendekler yukarıda, sokak başında olmasına rağmen, tepelerdeki keskin nişancılarla hareket eden her şeye ateş etmezlerdi. Devlet hendek sorunun inceden de çözebilirdi. Sorun hendek değildi, devlete göre sorun Kürtlerdi. Yasak kalktıktan sonra sivil giyimli kişiler bir iki defa eve geldiler, yeğenimi sordular. Sürekli baskı altındayız…”
Tanık 13:
“Bir oğlum özel harekatçıların açtığı ateş sonucu yaşamını yitirdi. Bir oğlum yaralıydı durumu çok ağır değildi. Hastaneye götürdüler. Beni hastaneye götürmeyin öldürecekler dedi. Allah’ıma hastanede polisler öldürdü… Şimdi onun pişmanlığını yaşıyoruz. Ölümüne biz sebep olduk…”
Tanık 14:
“2 Ocak 1994’te mahalleye baskın yapıldı. Polisler eve gelip mahkemeniz var diyerek Kemal’i ve beni alıp götürdüler. Bizi Nusaybin’e götürdüler.
Nusaybin’de bizi karakola götürdüler. Sonra beni bıraktılar. O günden beridir Kemal’den hiçbir haber alamadık. Cenazesi de nerededir bilmiyoruz. Bu olay olduktan aylar sonra Garip dünyaya geldi… O babasının bize emanetiydi tabii. O, diğer tüm çocuklarımdan daha kıymetliydi… 30. günden sonraydı. Garip gündüzleri eve geliyordu. Gece gidiyordu. Geldiğinde gitmemesi için uğraşıyordum. Ama arkadaşlarımı bırakmam diyordu. Kaçmam diyordu. Sabah saat 10’da geldi hep birlikte kahvaltı yaptık, çıktı. Gitme dedim. “Gidiyorum ve daha da gelmem” dedi. Gitti, saat 1-2 gibi aradım telefonu kapalıydı. Saat 4 oldu telefonu hala kapalı. Bombaatar ve toplardan başımızı bile dışarı çıkaramıyorduk. Gece oldu. Oğlum taziye evine gitti. Döndü ve Garip’in şehit olduğunu ve taziye evinde olduğunu söyledi. Gidip baktım. Gülümsüyordu.”
Tanık 15:
“Önce tepeden bombardıman yapıldı, her taraf bombalanıp yıkıldıktan sonra sokaklara girdiler. Defalarca 155’i aradık, çıkmak istediğimizi söyledik, biz bunu söyledikten sonra bizim bulunduğumuz yere daha çok ateş ediyorlardı. Kendimizi ihbar etmiş gibi olduk. Mesele hendek
meselesi değildi, öyle olsaydı daha önce de hendekler açılmıştı fakat diyalog ile kapatılmıştı, yine diyalog ile kapatılabilirdi. Zırhlı araç ve zırhlı kepçelerle işgal kuvvetleri gibi sokaklara girdiler.”
Tanık 16:
“Geleceğim kalmadı demiyorum ama ister istemez
kalmadığını biliyorum…”
Faysal Sarıyıldız:
“İlk hendeklerin kapatılmasında daha önceki valinin de çabaları vardı, bizimle görüşmeye, beraber bu sorunu çözmeye çalıştı. Ben de o zaman
epey uğraştım. O dönem İmralı’ya giden arkadaşlarımıza dedik ki “Özellikle Cizre’ye ilişkin durumu anlatın lütfen, gençler bizi dinlemiyor, ama oradan gelecek bir mesaj bağlayıcı olabilir.’ Sonra Hatip Bey buraya geldi ‘hendekleri kapatın’ dedi. O zaman 50 bine yakın insan toplandı, ama Hatip Bey giderken, daha hastanenin oradayken, Nihat Kazanhan isimli çocuk katledildi. Hemen o gün oldu. Birkaç gün sonra, o
ölüme rağmen belediyenin araçlarıyla biz hendekleri kapatırken, kapattığımız hendeklerin üzerinden geçen zırhlı araç o akşam mahallenin içinde Ümit Kurt’u öldürdü. Bunlar olunca artık zorlandık. İmralı’dan mesaj gelince hendekleri kapatmak için ikna edebildik, ama o dönem buradaki valiyle de irtibata geçebiliyorduk. Fakat şu anda buradaki idareciler hakikati katlediyor, baştan sona kamuoyuna yalan
söylüyorlar. Teşhir edilen kadın bedeni vardı, onun fotoğrafını da operasyonel, karanlık askerlerin sosyal medya hesaplarından aldık. Biz bunu inceledik, insanlar geldi dedi ki, ‘burası bizim evin önüdür.’ Adresin neresi olduğunu söyledik, hangi ev olduğunu söyledik. Ama bunun için hiçbir soruşturma olmadığı gibi yalan söylediler”
AYM ve AİHM ihtiyati tedbir kararı vermedi
Bodrumlarda mahsur kalan yaralılar için avukatlar, Anayasa Mahkemesine (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) sağlık yardımına erişim ve devam eden müdahalenin durdurulması için ihtiyati tedbir talebinde bulundu. Her iki yüksek mahkeme başvurucuların sağlık hakkına erişim ile ilgili Şırnak Valiliği ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yazı yazmış ancak talep edilen ihtiyati tedbir kararını almadılar. Mahkemelerde ihtiyati tedbir talebiyle ilgili süreçler devam ederken 7 Şubat 2016’da resmi devlet kanalında “bodrum katına düzenlenen operasyonda 60 teröristin öldürüldüğü” yönünde bir haber
geçti. Bu tarihten itibaren bodrumlarda kalan insanlardan sadece ölüm haberleri ve yakılmış beden görüntüleri yansıdı. Başvurucuların tamamı öldürüldü.
AYM ve AİHM’e yapılan Başvurular:
1. Bodrum: Mehmet Yavuzel ve diğerleri/Türkiye
(AYMBaşvuru No: 2016/1652)/(AİHM Başvuru No: 5317/16)
2. Bodrum: Mehmet Balcal ve diğerleri/Türkiye
(AİHM Başvuru No: 8699/16)
3. Bodrum: Derya Koç ve diğerleri/Türkiye
(AİHM Başvuru No: 8536/16)
Zulüme uğradık bir soykırımdı, bir vahşetti! Nasıl anlatayım, size hangi kelimelerle ifade edeyim. Annemle babam için evlenmedim sırf onlara iyi bakayım, el bebek gül bebek olsunlar diye… Elin vahşisi gelsin annene babana zarar versin “at, avrat, silah” diyen barbarlar gelsin seni öldürsün zoruna gitmez mi? O günleri hatırladıkça her şeyden uzaklaşıyorum aklımda hep o canilerin attığı bombalar o tanklar,
suretler geliyor.
Cizreye geldiğimde Cizre yoktu. İnsan korkuyordu girmeye. Ölü bir şehir olmuştu; ev yoktu, iş yoktu, dükkan yoktu… Ben yaralandım kimse yardım etmedi iki komşum hariç. Ben de artık kimseyle görüşmüyorum, inancım da kalmadı zaten. İçime
kapandım. Keşke evlerimizi yıksalardı da insanlar ölmeseydi. Ev gelir insan geri gelmez. Üç yerimden vuruldum ilk bacağımdan vurdular düşeyim diye düşmedim. Oğlumu eve kadar getirdim. Bırakırsam onu da öldürecekler dedim.
Ben yasaktan beri adet olmuyorum korkudan. Her şeyimizi kaybettik, solunum bozukluğu yaşıyorum nefes almakta güçlük çekiyorum. Hayatımız boyunca unutmayacağız, gözlerimizden yaş eksilmeyecek.
Kadınlığımıza ettikleri o küfürler asla kaybolmayacak,
kulağımızda çınlayacak. Direnmeyi seven bir halkız, direndik başardığımız da kesin direndik ve asla yok olmayacağız. Bugün yine şehir direnişi olursa gözümü
kırpmadan katılırım.
Çocuklarda dengesizlik durumu belirmiş… Çok fazla
havan topu atıldığı için kendi kendilerine bir yöntem
belirlemişler, ellerini ağızlarına götürüp sıkıyorlarmış
mide kanamasını engellemek için.
“Çocuğum önceleri çok korkuyordu sonra tepki vermemeye başladı. Evden çıkma nedenimiz askerlerin İŞİD ile bağlantılı olduğunu duyduk. “Ölmekten değil, namusumdan korkuyordum.” Yasaktan döndüğümde çocuğum “Anne bisikletimi de yakmışlar” dedi. Bunu asla unutmam bir anne olarak.
Abluka sürecinde sokağımızdan birkaç cesedi battaniyeyle taşıdıklarına şahit olduk. Kim olduklarını bilmiyorum. Evimiz büyük hasar gördü. Çocuklarım için tatlı bir şeyler almaya bakkala gittim. Hiçbir şey kalmamıştı baktım lokum vardı, çocuklarım da çok severdi aldım eşit bir şekilde dağıttım. Ertesi güne de kalsın diye sonra oğlum bana dedi ki anne beş tane olsun noolur çok açım dedi. Yok oğlum yarına da kalsın dedim. Ertesi gün oldu göç ettik ve o lokumlar içerde kaldı çok üzüldüm oğluma veremedim diye hala da içimde.
Biz o sürede eşimin akrabalarının köyüne gittik. Oğlumun şehit olma haberini televizyondan öğrendik.Ciğerim yandı oyy… daha cenaze tespiti için kan vermeye gittik Mardin’e… 7-24 saat telefonunuz açık olsun her an arayabiliriz sizi dediler. Kaldığımız yerde telefon çekmiyordu. Oğlum sürekli ayakta dikiliyordu ulaşabilsinler, haber alabilelim diye. Sonra haber geldi, gittik cenazemizi almaya. Birkaç zırhlı araç da eşlik ettiler bize. Cizre’ye geldik bizim evin oradaki mezarlığa gömmek için ama izin vermediler. Silah üzerime doğrultup kımıldama kımıldama diyordu. Oğlumun cenazsine elimi süremedim. Öylece içim paralaya paralaya ağladım… Aradan zaman geçti, evdeyiz telefon geldi diğer oğluma. Haberi alır almaz yere düştü oğlum. Önceki cenaze bizim değilmiş. Tekar gittim kan vermeye. İki kere öldürdüler beni de oğlumu da. Tekrar gittik cenazeyi almaya. Mezarlığın etrafını çepeçevre sardılar, kuş uçurtmuyorlar. Kimsenin de cenazemize gelmesine izin vermediler … Ben hala diyorum, oğlum şu kapıdan girecek. Bir kere yanlış oldu, belki yine yanlışlık olmuştur, bilmiyoruz.“
Çocuklarımla birlikte Cizre’den çıkmak zorunda kaldığımızda top ve silahların hedefi olduk. Biz
kaçıyorduk, gözümüzün önünde 2 kişi yere düştü, öldüler mi bilmiyorum. Daha sonra göç ettğimiz yerde o kişileri hafızamdan bir türlü çıkaramadım.
Dalmıştım… Cizre’yi düşünüyordum. Saçlarımı
tarayacaktım. Tarağı saçlarımın arasına gezdirirken kendi kendime dedim ki, sen nasıl olur da
onları orada bırakıp saçlarını tararsın! Aldığım gibi
makasla saçlarımın en dibinden, gücümün yettiğince kestim.

Silopya/Silopi
3 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilen Silopi’de ilk yasak 07.10.2015– 09.10.2015 tarihleri arasında 3 gün kesintisiz bir süre ile uygulandı. Cizre ile birlikte 14 Aralık 2015’te ilan edilen sokağa çıkma yasağı 37 gün aralıksız devam etti. 19 Ocak 2016’dan itibaren yasak gece saatlerinde devam etti. 5 Nisan 2016 tarihinden sonra 19 gün daha kesintisiz bir şekilde sokağa çıkma yasağı uygulandı. Yasak ancak 10 Nisan 2017’de tamamen kaldırıldı.Silopi, Cizre ile birlikte 14 Aralık 2015’te ilan edilen yasak sürecinde büyük bir saldırıya maruz kaldı. Belediye binası, okullar, hastane ve evler karargah olarak kullanıldı. Cumhuriyet İlkokulu, Süleyman Demirel İlkokulu, Yenişehir İlkokulu, Sevgi İlkokulu/23 Nisan Ortaokulu sokağa çıkma yasağı sürecinden karargah olarak kullanıldı.¹⁹ Çatışmalar yoğunluklu olarak Nur, Cudi, Başak ve Barbaros mahallelerinde meydana geldi. Yasağın gündüz saatlerinde kaldırıldığı 19 Ocak 2016 tarihine kadar 29 kişi yaşamını yitirirken 17 kişi de yaralandı. Silopi, Cizre ile birlikte 14 Aralık 2015’te ilan edilen yasak sürecinde büyük bir saldırıya maruz kaldı. Belediye binası, okullar, hastane ve evler karargah olarak kullanıldı. Cumhuriyet İlkokulu, Süleyman Demirel İlkokulu, Yenişehir İlkokulu, Sevgi İlkokulu/23 Nisan Ortaokulu sokağa çıkma yasağı sürecinden karargah olarak kullanıldı. Çatışmalar yoğunluklu olarak Nur, Cudi, Başak ve Barbaros mahallelerinde meydana geldi. Yasağın gündüz saatlerinde kaldırıldığı 19 Ocak 2016 tarihine kadar 29 kişi yaşamını yitirirken 17 kişi de yaralandı.
19 Şırnak ili Silopi ilçesi sokağa çıkma yasağı – meydana gelen hak ihlalleri tespit ve gözlem raporu, İHD, TİHV, Mezopotamya Hukukçular Derneği, Diyarbakır Barosu. 24 mart 2016.

Bu süreçte yaşanan bazı ölüm vakaları, şu şekilde oldu:
• 19 Aralık 2015’te askeri tanklardan atılan top mermisinin Nuh Mahallesi’nde bulunan bir eve isabet etmesi sonucu, Reşit Eren (17) ve Axîn Kanat (16) isimli çocuklar yaşamını yitirdi.
• 19 Aralık 2015’te rejim güçleri tarafından açıldığı iddia edilen ateş sonucu, İbrahim Bilgiç (18) isimli genç göğsünden vurularak yaralandı. Silopi Devlet Hastanesinde tedavi altına alınan Bilgin, yaşamını yitirdi.
• 20 Aralık’ta Cudi Mahallesi’nde evinin damına çıkan 9 çocuk annesi 44 yaşındaki Ayşe Buruntekin isimli kadın, özel harekât polisleri tarafından açılan ateş ile vurularak yaşamını yitirdi.
• 21 Aralık’ta tanklardan atılan top mermilerinin bir eve isabet etmesi sonucu, evde bulunan Mehmet Mete Kutluk (11)
isimli çocuk, top mermisine ait şarapnel parçasının kafasına isabet etmesi sonucu ağır yaralandı. Hastaneye götürülmek istenen Mete, hastaneye yetiştirilemeden yaşamını yitirdi.
• 29 Aralık’ta Barbaros Mahallesi’nde telefonunu şarj etmek için evinden komşusuna gitmek üzere dışarı çıkan 2 çocuk babası Seyfettin Sidar’dan 4 gün boyunca haber alınmadı. Sidar’ın cesedi sırtından kurşunla vurulmuş halde sokak ortasında bulundu.

• 30 Aralık’ta Nuh Mahallesi’nde yaşayan 4 çocuk babası ve Silopi’de esnaflık yaptığı öğrenilen İsmail Yevşan (55) isimli yurttaş, başından vurulmuş ve işkence edilmiş şekilde cansız bedeni bulundu. JÖH/PÖH elemanları mahlası ile bir sosyal medya hesabından paylaşılan ve Yevşan’a ait olduğu belirlenen bir fotoğrafa ulaşıldı. Fotoğrafta Yevşan’ın
başından vurulduğu, boynunda ip olduğu ve başında da asker ve polislerin beklediği görüldü.
• 31 Aralık’ta evinden komşusuna gitmek için çıkan Necati Öden (18) isimli çocuktan 3 gün haber alınamadı. 3. günde Öden’in kaçırılarak infaz edildiği ortaya çıktı. Sokağa çıkma yasağı sürecinde sıkça yaşanan olaylardan biri daha yaşandı. Öden’i katledenler resmini çekip sosyal medyada yayınladı.

• Twitter hesabında @galip0617 ismini kullanan kişinin yaptığı paylaşımda, 4 gündür kendisinden haber alınmayan 4 çocuk babası 55 yaşındaki İsmail Yevşan’ında Necati Öden gibi katledildiği ortaya çıktı. Her iki cesedin de başında özel harekat polisi olduğu anlaşılan uzun namlulu silahlı kişiler görülüyordu.
• 4 Ocak 2016’da DBP Parti Meclisi üyesi Seve Demir, Özgür Kadın Kongresi çalışanı Fatma Uyar ve Silopi Halk Meclisi Eş Başkanı Pakize Nayir ve onlara eşlik eden bir erkek Karşıyaka mahallesinden Yeşilyurt mahallesine geçmeye çalıştıkları sırada öldürüldüler.
• Seve Demir ile Fatma Uyar ve Pakize Nayir’in otopsi raporuna göre, 3 kadının cesedinde toplam 19 kurşun saptandı. DHA ‘nın haberine göre, Seve Demir’in cesedinde 11 kurşun, Pakize Nayir’in cesedinde 5, Fatma Uyar’ın cesedinde
ise 3 kurşun bulundu.
Pakize Nayır’ın yakınının beyanı: Mesleği kuafördü. Aynı zamanda HDP’de siyaset yapıyordu. Cudi Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin de üyesiydi. Çalışmalarda aktif bulunurdu. Bir barış savunucusuydu. Pakize’yi ve yanındaki diğer kadınları infaz ettiler. Pakize, olay günü Yeşiltepe mahallesinde ikamet eden teyzesinin evindeydi. Devlet anonslarla “mahalleyi boşaltın” diyor. Pakize ve yanındakiler Yeşiltepe’den Ofis’e güvenli mahallelere geçmek istemişler. Üçü de silahsız
kadın. Güvenli geçiş için menfezin altından geçiyorlar. Bu esnada Seve Demir yaralanmış. Milletvekillerini arıyorlar. Vekiller üzerinden Bakanlıkla, Emniyetle görüşmeler yapılıyor. Devlet yetkililerine yerlerini bildiriyorlar. Bu yer bildiriminden sonra ateş ve top atışları burada yoğunlaşıyor. Saat 21.00’den saat 00.04 e kadar orada kalıyorlar. Saat 0.04 dolaylarında üçü de infaz ediliyor. Kanalın içinde üç kadın da öldürülüyor. İnfaz ediliyorlar… Geçtikleri yerden daha önce de siviller beyaz bayrak alıp geçiyorlardı. Bu bölge sivillerin güvenli geçiş bölgesidir. Bunu devlet çok iyi biliyor. Aynı gün cenazeleri alındı. Cenazeler Şırnak’a gitti, oradaki akrabalar gidip cenazeleri gördüler… Yasak nedeniyle cenazeler buraya getirilemedi.
Cenazeler orada defnedildi. Buradan, Silopi’den ailesi sokağa çıkma yasağı nedeniyle cenazeye katılamadı.

• Aralık 2015 sürecinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı 18.01.2016 tarihinde kaldırıldı. Yasağın kaldırılmasından sonra Silopi’de hasar tespit çalışması yapıldı. Bu çalışmaya
göre;
• 69 adet yıkık durumda yapı; 147 adet ağır hasarlı, yıkılması gereken riskli yapı; 72 adet kısmen onarılabilir orta hasarlı yapı; 125 adet az hasarlı yapı tespit edildi. Merkezi hükümet tarafından Barbaros, Başak, Cudi, Karşıyaka, Şehit Harun Boy, Nuh, Yenişehir ve Yeşiltepe mahalleleri hakkında 6 Mart 2016’da “Acele Kamulaştırma Kararı” çıkarıldı. Hasar tespit çalışmasından sonra da kentte yıkıma devam
edildi. Silopi’de göç etmek zorunda bırakılan aileler Van, Batman, Antep, Mersin ve Adana’ya göç etti.
Hayvanların durumuna bakın bizim neler
yaşadığımızı anlarsınız. Nasıl delirmediğimizi biz de bilmiyoruz.
Evimizi yıkmaya gelmişlerdi yalvarırım yıkmayın
dedim. Ben bu evi yapmaya başladığımda saçlarım
simsiyahtı bitene kadar saçlarımda siyah tel kalmadı.
Allah rızası için yapmayın dedim oğlum yapmayın…
Mesela şimdi panzer üstümüze doğru gelse biz görmesek çekilmesek ezip geçer yani.
Panzer geldi. Oğlum yapmayın bak benim kızım özürlü bu tür kalabalıklar ona iyi gelmiyor, yapmayın dedim. Teyze anlamıyorum dedi. Sonra kepçedeki çocuğu çağırdım o söyledi ona. Çocuğu dövdüler. Kızımı dövme dedim. Baktım ‘ben de özürlüyüm, benim de raporum var’ dedi. Özürlü kızımı dövdüler, ayağını kırdılar gözlerini morarttılar. Caddenin üstünde polis yaptı. Kızım dört kere bayıldı orda. Evi yıktılar, öyle kızım anne anne diye ağladı, gözleri görmüyordu artık, kan dolmuştu.
Amcamın oğlu var şehit olan onun evine gittim, onlarla polise gittik. Polis o döven bizden değildi,
polis kıyafeti giymiş birisiydi dedi. Örtpas etmeye çalışıyordu… Sonra kızım demiş siz bizim evimizi yıkıyorsunuz, hakaret etmişler. Ben de savcı da gelsin, polis de gelsin bu kızı tek başına bir odaya koyun, saatlerce bir şey anlatın, anlarsa bir şey demeyecem, kız özürlü yani dedim. Neyse mahkemem altı ay sürdü, mahkememi de iptal ettiler. Zaten korkuyoruz, devlet bizimle uğraşıyor. Eşimi devlet kaybetmiş hala ne istiyorlar. Bu beşinci evimiz, kızımın bağırması yüzünden psikolojik sorunları olmuş ondan. Yani ne kadar rezillik varsa gördük ortada kaldık görmediğimiz şey kalmadı yani.

Ben eskiden gece olunca kapının önüne yatağımı serer, gece boyunca yıldızları izler, öylece dışarıda uyurdum. Ancak şimdi kapımı açmaya bile cesaretim yok.
Tanık: Biz komşumuzun bodrumuna sığınmıştık. Ancak annemle beraber arka bahçeden dolanıp hayvanlarımıza yem vermeye gittik. Sonra annem tek başına sokağın başındaki markete kardeşime süt almak için kapının önüne çıkınca keskin nişancılar tarafından hedef alındı ve vuruldu. Yengem ve babamın yardımıyla annemi içeriye çektik. Sonrasında evde kalma durumumuz olmadığı için tekrar bodruma sığınmak zorundaydık. Kendi imkânlarımızla sedye tarzında bir şey yapıp ucuna ip bağladık, cenazemizi üzerine bırakıp ipin ucunu komşulara attık ve onların yardımıyla bodruma tekrar döndük. Annemin cenazesiyle 6 gün aynı yerde kaldık. Küçük kardeşim annemin cenazesinin olduğu odanın kapısını çalıyor ağlıyor kapıyı aç diyordu. O günden sonra ben kendim hiç uyuyamadım kardeşim ise
gece uyuyan kadınların yüzlerine sırayla dokunuyor annemi arıyordu. 6 günün sonunda cenazemizi ucuna ip bağladığımız sedyeyle camiye ulaştırdık. Cenaze oradan devlet güçleri tarafından alınıp Şırnak Devlet Hastanesi morguna otopsi için götürülmüş, oradan da Habur’daki soğuk hava deposuna gönderilmiştir. Sonrasında bizden habersiz annemi gömmüşler. Mezardaki, annem mi değil mi bilmiyoruz. Uğraşlarımızın hiçbirine cevap gelmedi ve biz hâlâ annemin mezarına gitmedik.²⁰
Tanık: Güvenlik güçlerinin evdeki sert hareketi üzerine biraz yumuşak olmalarını söyledim. Bana (evdeki kadınları kast ederek) “şu an tecavüz edebilirim, öldürebilirim, alıp
götürebilirim, bunlara yetkim var” dedi.²¹
20 Silopi ve Cizre’de Sokağa Çıkma Yasağı Süresince ve Yasak Kalktıktan Sonra Geri
Dönüşlerde Kadın ve Çocukların Yaşamış Olduğu Psikososyal Süreçlere Yönelik Araştırma Raporu, GABB, Mayıs 2016
21 MAZLUMDER Şırnak İli Silopi İlçesi İnceleme ve Gözlem Raporu, 04.02.2016
Ali BOZAN 7 Roj 7 Şev

Vurulduğu yerde bedeni 7 gün boyunca kalan Taybet İnan’ın oğlunun, annesinin ardından yazdığı satırlar:
Annem ilk vurulduğunda, haber verdiler koştuk, biz daha varmadan amcam gitmek istemiş onu da vurmuşlar. Gittiğimde amcamı taşıyordu komşular, annem dedim sokakta kaldı dediler, ben gitmek istedim tuttular, ağladım ağladım ağladım… Annem sokağın ortasında kaldı öylece önce belli belirsiz
kıpırdıyordu, sonra saatler geçtikçe hareketleri azaldı… Kimi aramadık ki vekilleri, kaymakamı, valiyi, dedik çeksinler şu kargaları öldü ölmesine de cenazemizi alalım…
Annem ne hissetti acaba, canı çok yandı, yanmıştır… Biz sevgi nedir hiç dile getirmezdik, ama bir sarılması vardı dünyaya değerdi, binlerce söz gelse anlatamazdı o sevgiyi…Annem tamı tamına 7 gün sokakta kaldı… Hiçbirimiz uyuyamadık, köpekler gelir, kuşlar konar diye, o orada yattı biz 150 metre ilerisinde öldük…Bir insan bir insana ne kadar acı çektirebilirse devlette bize 7 günde bunu yaptı. 7 gün tam 7 gün annenizin cenazesi sokak ortasında kalsın… İnsan çok iyi olamıyor, insan kalamıyor… Annemin elleri kaskatı olmuş ve öyle sıkmış ki eşarbını belli ki canı hayli acımış, öptüm ellerinde helal et hakkını diye ama… Kanı kurumuş annemin, elleri, yüzü ki yüzü düşerken toprak olmuş, elbiseleri kandan ıslanmış sonra kurumuş, sonra taş olmuş annemin… Kokusu gitmiş, toprak ve kan kokuyor annem, saçları sertleşmiş, kirlenmiş, annemin canından can almışlar Allah’a inananlar! Gözleri açık kalmış annemin, yüzü eve dönük, ayakları toplanmış bir takat gelsin diye belli ki çabalamış. Benim annem, siz benim annemi öldürdünüz, çocuklarınız var mı bilmiyorum sizin yoksa bile sahiplerinizin var, nasıl bir acı demeyeceğim zira ağır… 7 gün benim annem 7 gün kara kış soğuğunda kaldı, en acısı kaç saat yaralı kaldı bilememek, keşke diyorum hemen ölmüş olsa. Siz benim annemi öldürdünüz.

Şirnex/Şırnak
HER EVE BİR TOP MERMİSİ DEĞECEK!
Cizre’de 79 gün devam eden sokağa çıkma yasağı 2 Mart 2016 yılında kısmi olarak kaldırıldıktan sonra sıra Şırnak’a geliyordu. Cizre’den 12 gün sonra Şırnak’ta 14 Mart 2016 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasağı 8 ay devam etti. 8 ay sonra 14 Kasım 2016 tarihinde sokağa çıkma yasağı gündüz
saatlerinde kaldırıldığında Şırnak yerle bir edilmişti. Kentin 12 mahallesinden 9’u yok edilmiş.
Geriye 3 mahalle tek bırakılmıştı. En çok can kaybı Cizre’de olsa da kente ve mekana verilen zarar yönüyle şimdiye kadarki en büyük yıkım Şırnak’ta meydana geliyordu. Şehrin yüzde 70’i haritadan silindi. Cizre’de yaşanan olaylardan dolayı Şırnak’ta halk sokağa çıkma yasağından önce kenti boşaltmaya başladığı için Cizre kadar büyük
bir vahşete tanıklık etmedi. 14 Kasım 2016’da yasağın kısmi olarak kaldırılmasından sonra dahi kentte yıkımlar devam etti.
Gece uygulanmakta olan sokağa çıkma yasakları süresince kentin insanıyla, tarihi ve kültürel değerleriyle, mahalleleri ve sokaklarıyla, doğal yapısıyla bir bütün olarak ağır zarar gördüğüne dair ciddi veriler ve insan hakları kurumlarına yapılan başvurular söz konusudur.²²
Şırnak bölgesi 40 yıla yakın dönem boyunca çatışmaların ve şiddetin her zaman en sert geçtiği yerlerin başında oldu. Şırnak kent merkezi 40 yıllık iç savaş süreci boyunca birçok kez ağır saldırılara ve katliamlara tanıklık etti. Şırnak 1990 yılında “garnizon şehre” dönüştürüldü. 1992 yılında kentte iki büyük kitlesel katliam gerçekleşti. Biri Newroz’da diğeri Ağustos’ta olmak üzere yapılan bu saldırılarda yüzü aşkın insan katledildi. “PKK Şırnak’ı bastı” söylentisi ile kentteki yüzlerce ev ve işyeri yakıldı, yıkıldı. Şırnak’ta yapılan özel uygulamalar nedeniyle Şırnak Cumhuriyeti namını aldı. Ancak sokağa çıkma yasağı döneminde kentin yaşadığı yıkım hiçbir dönem ile kıyaslanmayacak kadar ağır oldu. Kent bu kez tamamen yok edilmek üzere bir kuşatma ve saldırı altına alındı. Göç eden nüfusun geriye döneceği bir kent bırakılmadı. Bu çalışmanın yayınlandığı tarihe kadar nüfusun halen büyük oranı kentin dışında kalıyordu.
22 240 Günlük Sokağa Çıkma Yasağının Ardından Şırnak: Tespit ve Gözlem Raporu ( 5 – 8 Aralık 2016 )
Tanık:
Süreçten önceki gibi keyfim yok, pencerede oturuyordum ve ateş sönene kadar ağlıyordum. Çocuklarım arıyordu neden böyle yapıyorsun diyorlardı. Komşularım geliyordu, meyve sebze getiriyorlardı ama yiyemiyordum. Eski gülüş keyif yok artık. Çocuklarımı özlüyordum bu süreçte. Kızım Silopi’de evliydi, onu düşünüyordum. Yasaklarda başıma gelenlerden dolayı felç olacaktım. Operasyonlarda çıkmıyorduk dışarı ama operasyonlar bitince az da olsa birbirimize gidip gelmeye başladık. Yasak kalktıktan sonra kalbim güm gün atıyor, şimdi de nefesim daralıyor… Bazen duruyorum duruyorum, siniyi (tepsiyi) alıp buzdolabına gidiyorum, açıyorum ama ne alacağımı unutuyorum. Yasak kalktıktan sonra, ailem gelene kadar elimi hiçbir şeye süremiyordum. Dükkanlar açılınca su almaya başladık. Paramız olunca alıyorduk olmayınca alamıyorduk. Bulanık su içiyorduk, doğrusunu söylersem. Hatta bazen bulanık suyu bile bulamıyorduk susuz kalıyorduk… Ben
nerdeyse tek başımaydım mahallede… Ama komşularımın evlerine gidiyordum, bakıyordum. Bahçelerini suluyordum. Evlerine girmiyordum ama bahçelerine bakıyordum. Sular gelince onlara da su alıyodum. Aradıklarında bana evdeki erzakları al diyorlardı, ya da bahçedeki meyveleri al diyorlardı, çocuklarını aç bırakma diyorlardı ama elim gitmiyordu. Çok şekersiz kaldım, çaysız kaldım.. ama yine de evimdeydim, rezilliği yaşadım kabul ettim ama başkasının evinde olmaktan iyidir
Tanık:
Acaba bugün kim ölecek, kaç yaralı olacak. artık gündemimiz buydu bizim. Toplam 3500 kişilik okulda her sınıfta sadece 2-3 kişi en en fazla olan 5 kişi oluyordu. O da en fazla 3. derse kadar kalıyorduk sonra eve gönderiyorlardı. O süreç hiç YGS düşünecek süreç değildi. Baya iğrenç bir süreçti gerçekten. Artık alışmıştık, normal geliyordu. ses gelmediğinde anormal geliyordu daha ürkütücü geliyordu bize.. bir şey var diye.. hepimiz aynı katta toplanıyorduk çatışma olduğunda, çünkü elektrik yoktu, nereye top atıcaklarını bilmiyorduk. Evin etrafında güvenlik kameraları vardı, onlara attılar. Mesela camların hepsi çatladı.. şuan çatlamış durumda… Hep küçük küçük daireler yapılmış, aslında zaten Şırnak’ta her evde en az ailenin 5 tane çocuğu var. ama küçük küçük daireler yapılıyor. Acaba bu da bir mesaj mı? Olabilir, artık böyle çekirdek aile mesajı mı veriliyor?
Mesela Şırnak’taki her aile çok geniş, apartman dairesinde yaşamıyorlar, müstakil evlerde yaşıyorlardı ama şimdi kalabalık ailelere apartman dayatıldı, bunlar birlikte yaşamak zorunda kalacaklar ve sorun çıkacaktır aralarında.

Kentten çıkmak zorunda kalanların bir kısmı bir
süre çadırlarda veya evlerine bir göz mesafade
yıkımların kenarında konaklamak zorunda kaldı.
Daha sonra civar köy, kasaba ve kentlere yerleşmek mecburiyetinde kaldı. 1990’lı yıllarda “garnizon şehri”ne dönüştürülen Şırnak, 2016 yılında
yıkıldıktan sonra “inşaat şehri”ne dönüştürüldü.
Yıkılan evlerin yerine mülk sahiplerin izni dahi
alınmadan konutlar inşa edilmeye başlandı.
Şırnak’ta sokağa çıkma yasağının başlaması ile beraber hakim tepelere konuşlandırılan tank, top ve obüsler ile kent vurulmaya başlandı. Saldırı öncesinde askeri değerlendirmelerde, “her eve mutlaka bir top mermisi değecek” şeklinde bir yıkım taktiği tasarlandı. Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın, “gerekirse kentten uzaktan vurulmak suretiyle terör örgütü mensuplarından temizlenir” söyleminden sonra kente yapılan ağır bombardıman daha da yoğunlaştırıldı.²³ 45 gün aralıksız kent bomba yağmuruna tutuldu.
Kent tank, top ve ağır silahlarla yok edilmek üzere ağır bir saldırı altına alındı. Kentte neredeyse top ve havan mermisinin değmediği ev bırakılmadı. 16 Ağustos 2015 yılından itibaren kent merkezlerine ağır silahlarla yapılan saldırıların en yıkıcı ve kapsamlı olanına Şırnak maruz kaldı. Bir kentkırım örneği olarak Saraybosna’da olduğu gibi Şırnak’ta da mekansal örüntüyle beraber kent halkı da sistematik saldırıların hedefi oldu.
23 http://www.hdp.org.tr/tr/guncel/makale-ve-roportajlar/sirnakta-kent-soykirimi/9257

Evlerinden kopmak istemeyen veya gidecek yeri
olmadığı için evlerini terk edemeyenlerin önemli
bir bölümü elektrik ve suların kesilmesi sonucunda kentten göç etmek zorunda kaldı. Sonrasında
kentin etrafında çadır kuran pek çok kişi kentin
bombalandığına ve yıkıldığına saniye saniye tanıklık etti.
Tanık:
Bir mekanı, ölüm ve yıkım mekanına dönüştürmek için sadece fiziksel şiddet yeterli değil, fiziksel şiddet işin olmazsa olmaz başlangıç noktası. Ancak, Endonezya Devleti’nin Doğu Timur’daki nüfusa karşı
izlediği baş eğdirme politikalarını incelerken söylendiği gibi mekanın ölüm ve yıkım mekanına dönüştürülmesi bundan çok daha fazlasını içeriyor. Buna göre ilk taktik muazzam geniş bir işkence repertuarıyla birlikte insan öldürmek ve fiziksel şiddetin kendisi. İkinci taktik devletin karşı karşıya geldiği gücün tüm pratiklerini, sembollerini, dilini ve örgütlenme biçimlerini bir bütün olarak hedef alan sembolik şiddet. Özellikle sorgulamalarda kullanılan dil ve çatışma bölgelerinde yürütülen askeri kampanyaların üslubu buna örnek olarak verilebilir. Üçüncüsü ise ‘düşmanın şeytanlaştırılması’ diyebileceğimiz süreç; yani, çatışmanın diğer tarafının sürekli ‘şeytani’ birtakım kötücül pratiklere referans vererek söylemsel olarak yeniden kurulması ve devletin farklı aktörlerinin kendi hukuk-dışı pratiklerini bu şeytanlaştırmaya dayanarak meşrulaştırmaları. Son taktik ise zorla göç ettirme gibi pratiklerle çatışmaya konu olan bölgenin nüfusunu sürekli olarak denetleme ve dönüştürme çabası.²⁴
24 http://hakikatadalethafiza.org/bir-olum-ve-yikim-mekani-olarak-cemal-temizozun-sirnaki/

Bugüne kadarki en büyük yıkım!
Şırnak’taki durumu yerinden incelemek için bölgeye giden Diyarbakır Baro Başkanı Ahmet Özmen’in gözlemi şöyle:
“Şu ana kadar gidip gördüğümüz yerler arasında en büyük yıkımı yaşayan Şırnak idi. Türkiye Cumhuriyeti’nde bugüne kadar yaşanan en büyük yıkım diyebiliriz. Kent merkezindeki 12 mahallenin 7’si tamamen yıkılmış durumda. Yıkılan mahallelerde evlerin, binaların enkazları toplanmış durumda. Bu bölgeler boş arazilere dönüşmüş halde. Artık bir mahallenin varlığından konuşmak mümkün değil. İnsanların halen başlarını sokacak
bir evleri yok. Bir kısmı Şırnak merkeze yakın
muhitlerde çadırlarda kalıyor. Bir kısmı da
Cizre’de ya da köylerde akrabalarına sığınmış
durumda. Kira yardımı olduğunu biliyoruz
ama tam boyutlarını bilemiyoruz. Yerinden
edilenlerin dönebilecekleri bir evleri yok…
Halen söz konusu yedi mahalleyi terk etmek
zorunda kalan insanlar sığınmacı durumunda
yaşamlarını sürdürüyor.²⁵
25 http://www.diken.com.tr/sirnakin-hali-harap-bugune-kadar-yasanan-en-buyuk-yikim/
Dönemin Şırnak HDP Milletvekili Aycan İrmez 25.07.2017 tarihinde Meclis’te Şırnak İlinin Sorunlarına İlişkin Gündem Dışı Konuşması:
“…Evet, şimdi sizlere olmayan kentin bitmeyen sorunlarından bahsedeceğim sayın milletvekilleri.”
Şırnak genelinde iki yılı aşkın bir süredir sistematik olarak uygulanan ve tarihte örneğine rastlanmamış bir zulüm rejimi devrededir.
AKP Hükûmeti, devletin tüm zor ve ikna aygıtlarını devreye koyarak Şırnak’a özel bir konsept uygulamaktadır. Şırnak kenti, aylarca
süren ablukalarda, sonrasında hükûmetin özel yıkım ekipleri tarafından haritadan silinmiştir. Şırnak’ın insansızlaştırılması, Şırnaklıların
kimliklerinin, tarihlerinin, hafızalarının silinmesi için AKP Hükûmeti, özel yıkım politikalarını maalesef devreye koymuştur. Öyle ki:
Şırnak’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında yüzde 90 oranında yıkılan Polonya’nın Gdansk şehrinden hiçbir farkı maalesef bulunmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, Şırnak ilimizde aylardır özel bir rejim türü uygulanmaktadır. Bu rejimin en önemli özelliği, hukuku, ahlakı ve insanlık değerlerini tanımıyor olmasıdır. Kent merkezini tamamen haritadan silecek şekilde, öncesinde yağmalayan, talan eden, kendi toprağında kendi yurttaşını mülteci pozisyonuna getiren bir rejim uygulanıyor. Her geçen gün, sağlam kalan evler de yıkılmaya maalesef devam ediliyor. Kendi kentinde mülteciye dönüştürülen Şırnak halkına ilk anda yaşayabilecekleri alternatif bir yer sunulmamıştır. Aylarca çadırlarda kalan yurttaşlarımız dâhil, genel olarak Şırnak etrafında kenetlenerek ilçe ve beldelere yerleşen yurttaşlarımızın
dönüşlerinin engellenmesi için dünyanın her yerinde olağanüstü bir durumda âdeta ezbere dönüşmüş geçici konteyner kentler bile maalesef kurulmamıştır.Şırnak’ta tarihte görülmeyen bir rejimi devreye koyan AKP Hükûmeti, haritadan kenti silmekle yetinmiyor, kente giriş çıkışlar ve kentin içindeki polis kontrol noktalarının sıklığı ile dümdüz arazide yürünmesini bile eziyete dönüştürüyor; güvenlik gerekçesiyle ormanları yakarak, barajlar yaparak doğasını katletmeye devam ediyor; bununla da yetinmiyor, bizzat genel başkanları tarafından il statüsü sürekli gündeme getirilerek siyasi bir cezai yaptırımı da uygulamaktan geri durmayacağını gösteriyor… Hükûmet yetkilileri şunu bilmelidir: Tarih boyunca kendi iktidar hırsları uğruna insanları katleden ve kentlere karşı acımasız yıkım politikaları gerçekleştirenler, her zaman lanetle anılmıştır.²⁶
26 https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/genel_kurul.cl_getir?pEid=61080
Tanık 1:
“Şehri top ve obüslerle vurmaya başladılar. Şehri terk edenler köylerine, başka şehirlerdeki tanıdıklarına gitti. Gidecek yeri olmayanlar çadır kurdular. Mahallelerin bazılarında hendek vardı. Hendek olan mahalleler tamamen yıkıldı. Hendek olmayan mahalleler de yıkıldı. Devlete ait olmayan tüm binalar hasarlı. Hasarlı olmayan binaların da kapıları kırılmış. Gündoğdu ve Yenimahalle de yıkım yok. Bu mahallelerde de kapılar kırılmış, camlar top ve
obüs atışlarından kırılmış. Yıkılmayan bu mahalleye güvenlik güçleri yerleşmiş. Eşya çalınması ve kaybı fazla. Şehirdeki tüm evlere girilmiş, kapılar kırılmış ve arama yapılmış. Avukat bürolarına ve tüm iş yerlerine ve her yere girilmiş. Avukat bürolarında tabelalar kırılmış, dava dosyaları parçalanmış, ruhsatlar yırtılmış, kitaplar parçalanmış. Özellikle Kürtçe kitaplar parçalanmış”

Yıkılan mahalleler; İsmet Paşa, Dicle, Cumhuriyet (bir kısmı), Bahçelievler (bir kısmı), Yeni Mahalle (bir kısmı), Vakıf Kent (bir kısmı) obüs ve toplarla vuruldu. Diş Hastanesi ve Devlet Hastanesi halen mevcut. Diş Hastanesi’ne güvenlik güçleri yerleşti ve tamamen karargâh oldu. Hâlen bu şekilde. Devlet Hastanesi boşaltıldı. Polisler ve diğer güvenlik güçleri için özel tedavi ekibi getirildi. Şehirde sağlık personeli kalmadı. Aile hekimlerini ve sağlık memurlarını Cizre’ye yolladılar…
Yasak ilan edilmeden iki gün önce sağlıkçıların tamamını Cizre’ye gönderdiler. 8 ay boyunca elektrik güvenlik güçlerinin kullandığı yerlerde vardı. Su da öyle.
İlk 40 gün ve sonrası farklı: Önce evleri vuruyorlar sonra gözaltı yapıyorlar. Mahallelerden çıkamayan kişiler gözaltına alındı. Çıkmak isteyen aileler 155’e telefon açıyor, “biz çıkmak istiyoruz” diye
bilgi veriyorlar, 155’ten “araban varsa kontrol noktasına gel” deniliyor, sonra GBT kontrolü tüm aileye yapılıyor, orada da gözaltılar oluyordu. İlk 40 gün mahallelerde gözaltı yok. Çıkmak isteyenler
gözaltına alınıyor. Bu süreçte toplam 90’ı aşkın tutuklama yapıldı
Tanık 2:
Yasaktan önce, baskılar arttıkça hendekler başladı. Eğitimciler olarak çok zorlandık. Yasak bittikten iki gün sonra, ayın 16’sında kente döndük. Döndüğümüzde evimiz ağır hasarlıydı. Psikolojik sorunlar yaşadık. Ev yok, kalacak yer yok, eşya yok. Kiralık bir yer olsa bile eşya yok. Evimden eşyamı çıkarmak istedim. Bir iki tane ücretli genç buldum, eşyaların çıkartılmasına izin vermediler. Gençleri tartakladılar, hiç bir şey alamadık. Yıkım kararını görmek istedik annemle, ağabeyimi zor bela polislerin elinden aldık…Ben çocukken 90’lı yılları yaşadım. Çocuklarım da bunu yaşadı. Bunları yaşamalarını hiç istemezdim.
Tanık 3:
“Sokağa çıkma yasağının 84. günü operasyonlar sonlandırıldı. Sonraki 6 ayda kimsenin dönmesine izin verilmedi, yıkım çalışmaları yapıldı. 14 Mart’tan 14 Kasım’a kadar yaklaşık 2 bin bina 6 bin hane tamamıyla yıkıldı. Yaklaşık 700 ile bin arası iş yeri yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Bazı enkazların altından cenazeler çıkıyor, 6 kişi çıkarıldı. Hala cenazeler olduğu düşünülüyor.Tespitli ölü sayısı, gidip cenazelerini alan ailelerin bilgisi: 115 kişi öldürülmüş. Fakat henüz kesin bir sayı vermek mümkün değil.”
Tanık 4:
“Gözaltında bize çok dayak attılar. Gizli tanık var dediler. Teröristsiniz dediler, ekmek su vermediler. Mahkemeye çıkarılmadan önce Şırnak Devlet Hastanesi’ne götürdüler. Hastaneye varmadan yolda arabayı durdurup kelepçemi açtılar ve bana sen hapiste uzun kalırsın, sana şans
veriyoruz, kaç kendini kurtar dediler ama kaçarken beni vururlar diye kaçmadım. Hastaneden sonra da cezaevine teslim etmeden son bir kere daha dövelim deyip dövdüler, küfür ettiler.”²⁷
Tanık 5:
“Cizre’ye geldiğimde en büyük pişmanlığım gençleri orada bırakmak oldu. Evli olmasaydım ben de gençlere katılırdım. Evliliğime rağmen çocuklarım olmasaydı yine katılırdım”
27 240 Günlük Sokağa Çıkma Yasağının Ardından Şırnak: Tespit ve Gözlem Raporu (5 – 8 Aralık 2016)

Polis aracına bağlanarak yerde sürüklenen Hacı Lokman Birlik olayı ile ilgili Leyla Birlik’in tanıklığı: “Görgü tanıkları Hacı’nın yaralı ele geçirildiğini, hatta yarasını sardığını, daha sonra kobradan açılan ateşle tarandığını söylediler. Sonra da 100 metre yerde sürüklemişler. Yetmemiş zırhlı araçla üzerinden geçmişler. O hesaptan bana gönderilen bir fotoğrafta Hacı’nın yaralı olduğu görülüyor ve fotoğrafta vücudu sağlam.”
Gerçekte ölü bedenlere işkence yapanlar, onu bir mezardan mahrum bırakanlar, rutin bir güvenlik uygulamasından ziyade, bir bedenin inandığı bir dava uğruna ölmüş olmasının yarattığı kutsal haleyi yok etmek isterler. Ölüye saldırma ve ölümü değersizleştirme, ölen kişiye benzer hayatlar yaşayanlara yönelik bir mesajdır aslında. Siyasetin önümüze serilen en çıplak, en maskesiz hali.²⁸

Dönemin DBP’li Şırnak Belediye Başkanı Serhat Kadırhan’ın tanıklığı:
Şırnak’ın nüfusu 65 bin. Şu an itibarıyla 40-45 bin insan evsiz kaldı. Şırnak’ın 12 mahallesinin 9’u yıkıldı. Cumhuriyet, İsmetpaşa, Dicle, Yeni mahallede yıkım büyük. Bahçelievler, Gazipaşa ve
Yeşilyurt, Aydınlıkevler ve Atatürk mahallerinde de kısmen yıkım var. Şehri olmayan bir belediye başkanıyım. Talan da var. Mesela sanayide bir park yapmıştık, açamamıştık ama kurulumu tamamlanmıştı. Orada ne var ne yoksa JÖH, PÖH ve korucular söküp götürmüşler. Geriye hiç bir şey kalmamış.²⁹

“Ben mülteci konumunda kaldım. Taşınan aileler Silopi’ye, Cizre’ye ve çevre illere gitti. 30 bin Şırnaklı
başka illere ve ilçelere gittiler. Cizre ve Uludere’ye 180 aile, Güçlükonak ve Kaplıcalar tarafına hemen
hemen 200 aile, Şenova Beldesi’ne 170 civarı aile gitti. 5000’e yakın kişi Kumçatı gibi yerlerde çadır ve
çardaklarda kaldı. Beş – on bin civarı aile merkezde kaldı, bazıları gitmedi. Suyu, elektiriği kesilenler
gitmek zorunda kaldılar. Jeneratörlere bakacak kimse olmadığı için bir süre sonra elektrikler her yerde kesildi…”
1990’lı yıllarda “Şırnak cumhuriyeti”, “garnizon şehri” diye anılan kent, koca bir “inşaat şantiyesi”ne dönüştürüldü
Bir kentin ölümünü müjdeliyorlar: “Şehr-i Nuh Yeniden Diriliyor”
Dedin, “Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim.
Bundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet.
Yazgıdır yakama yapışır nereye kalkışsam;
ve yüreğim gömülü bir ceset sanki.
Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede.
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam
hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma,
yıllarıma kıydığım, boşa harcadığım.
Yeni ülkeler bulamayacaksın,
başka denizler bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak.
Aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede yaşlanacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer.
Bir başkasını umma….

Hezex / İdil
Şırnak ili İdil ilçesi Aralık 2015’ten itibaren ablukaya alındı. Valilik tarafından 16 Şubat 2016 saat 23:00 itibarıyla başlatılan sokağa çıkma yasağı 44 gün boyunca kesintisiz bir şekilde devam etti. 31 Mart 2016 günü saat 04:30 itibariyla yasak gün içinde kaldırılarak akşam 21:30 ile sabah 04:30 saatleri arasında uygulama devam etti.
Sokağa çıkma yasağı İdil’e hâkim bir noktada bulunan Dirsekli köyü ve bütün ilçe merkezinde uygulandı. 44 gün boyunca İdil’deki çatışmalar ve yaşanan hak ihlalleri ile ilgili bir bilgi alınamadı. Sokağa çıkma yasağının hemen öncesinde Cizre ve diğer kentlerde yaşanan durumun yarattığı korku ve endişe haliyle 26 bin 500 nüfusu bulunan ilçe merkezinde önemli bir göç yaşandı. Nüfusun en az %80’i ilçeden ayrılarak komşu ilçe ve köylere göç etti.
İdil’de 16 Şubat’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile beraber ağır bir saldırı ve yıkım süreci başladı. Yasağın sadece ilk 19 günü çatışmalar yaşanırken, çatışmalar bitmesine rağmen mahalleler yıkılmaya devam etti. Yasak süresi içinde 1’i kadın ve 9’u çocuk olmak üzere 23 sivil yaşamını yitirdi.
Yasağın kalkması ile birlikte mahallelerine dönen kent sakinleri yakılmış, yıkılmış evleri ile karşılaştı. Ancak yine de mekanlarından kopmak istemediler. Evlerinin harabeleri üzerine çadır kurmak istediler. Fakat bu istekleri “görüntü kirliliği” gerekçesi ile kaymakamlık tarafından reddedildi. Yine de çadır kuran ailelere ceza kesildi. Halka yardım etmek isteyen Belediye ve Dernekler sürekli bir cezalandırma ve engellenme girişimi ile karşı karşıya kaldı.

Çatışmalar bittikten ve sokağa çıkma yasakları kaldırıldıktan sonra İdil’in %80’ine yakını Bakanlar Kurulu tarafından riskli alan ilan edilerek yapıların yıkımına devam edildi. Çatışmaların yoğun yaşandığı Turgut Özal Mahallesi ve Yenimahalle’de GABB ve TMMOB tarafından gerçekleştirilen genel hasar tespit çalışmasında 1200 yapının hasar gördüğü (yaklaşık 1600 hane) tespit edildi.¹
1 GABB Bölgesel Hasar Tespiti ve Göç Raporu, TR-EN, 2 Temmuz 2016. http://gabb.gov.tr/MansetAyrinti.aspx?ID=2419

Tanık 1:
6 aylık hamileydim o kadar silah sesleri geliyordu
ki, biber gazı atılıyordu. Bir gün çok büyük bir bomba sesi geldi. Çok korktum, o gün düşük yaptım. 6 aylık bebeğimi kaybettim.
Tanık 2:
30 yıldır bunları yaşıyoruz. 93’te de bunları yaşadık bu gün de aynı durumdayız. Bu kadar genç öldü yazık günah değil mi? Bize zulüm ediyorlar. Geceleri saat 2’de 3’te evimin damına çıkıp marş çalıyor, silah sıkıyorlar. Kapılarımızı kilitleyip içerde oturup dinliyoruz ve çok zorumuza gidiyor. Ölsek de evsiz kalsak aç da kalsak topraklarımızı terk etmeyeceğiz.
Tanık 3:
Evet, sokağa çıkma yasağında biz gittiğimizde o burada kaldı. Biz diyorduk böyle bir şey yok zaten çocuktur. Hani çocuktur, kadındır, sivildir. Hani biz bilmiyorduk bir vahşet düşmüş dünyaya. Hani 7’den 70’e herkes terör ilan edilmiş. 2 yaşında çocuk da teröristmiş 6 aylık bebek de, daha doğmamış bebekte teröristmiş. Bizim tavuklarımız da teröristmiş. Ağaçlarımız da, evlerimiz de yani tepeden tırnağa anlayacağınız devletin gözünde biz teröristiz. Biz çocuğumuzun, çocuklarımızın çocuk olduğunu biliyorduk. Bizim çocuğumuz evin bahçesinde katledildi. Çocuğumuzun tankı yoktu, topu yoktu, silahı yoktu ne bileyim uçağı yoktu hiçbir şeyi yoktu çocuktu. Çünkü 14 yaşında hadi 15-16 olsun yine de çocuktu. Burada katledildi. Mardin morgundan almaya gittik. Ordaki herkes de biliyor onlardan çektiğimiz rezaleti 4 gün 5 gün boyunca oralarda perişan bir haldeydik. Hiçbir şekilde bir ölü yakınıdır, evladını kaybetmiş bir annedir, hiçbir saygı hiç bir şey göremedik. Buraya getirdik cenazemizi araya girdiler getirip İdil mezarlığına defnettik. Sokağa çıkma yasağında biz evi Batman’a götürdük, ev bulamadık ev sıkıntısı yaşadık. Uzaktan bir akrabanın evinde iki gece misafir olduk yere battaniye serip yattık baktık olmuyor geri döndük. Dedik bizi öldüreceklerse de öldürsünler. Cizre’ye Silopi’ye ne yaptıklarını gördük korktuk ama ölümden değil. Gerçekten ölümden korkmadık. Yani şu anda bile deseler ki biz sizi öldüreceğiz buyursunlar gelsinler ama genç kızlarımızın, kadınlarımızın, annelerimizin bedenlerini soyup sokağa atıyorlar. Çünkü buraya girenler kim ne derse desin kimse beni buna inandıramaz, buraya giren sadece jandarma değildi, polis değildi, özel harekat değildi, DAİŞ’e benzeyenlerdi. İdil’e girip bu insanları bu gençleri bu kadınları katlettiler. Hem maddi hem manevi, hem canımız hem malımızla çok zarar gördük. Kaç kere buradan gidip geldik. Hala yol için alıp ödeyemediğimiz borçlarımız var.
Eşim 57 doğumlu gelmiş 60-70 yaşına, hala çobanlığa gidiyor, bu borcu çobanlıkla ödemeye çalışıyor. Kimseye zararımız dokunmamıştı bizim biz bunları hak etmedik. Bizim oğlumuzun elinde silah yoktu. Bizim oğlumuz öğrenciydi. 14-15 yaşında çocuk sana silahla gelse bile senin onu öldürmemen gerek çünkü o daha çocuk. Sen diyorsun ha şöyle ha böyle işte destanlar okuyorsun, Allahım beni vatansız bırakma diye televizyonlarda boy gösteriyorsun. O zaman milleti kendi vatanından sürdürmeyeceksin. Biz kendi vatanımızda kendi toprağımızda sürgün hayatı yaşıyoruz hala da yaşamaya devam ediyoruz. Bizim çocuklarımız sokağa çıkamıyor korkudan. Bakın ben bir kadınım Kuran’a gidiyorum kapımı kilitleyip gidiyorum. Korkuyorum çünkü 13-14 yaşında çocuğum var evde bir şey olur mu biri gelir mi diye. Ben kendi milletimden, toprağımdan, komşumdan korkmuyorum. Komşuma emanet edip gidebilirim ama memleketimize öyle insanlar dolmuş ki kimin ne olduğunu bilmiyoruz ondan. Biz kimsenin bayrağına saygısızlık etmedik, kimsenin liderine önderine kötü bir şey demedik, bizim
tek derdimiz haklarımızdır. Çünkü bizim haklarımız ihlal ediliyor. Bizim kadınlarımız tacize uğruyor, gençlerimiz öldürülüp panzer arkasında sürükleniyor. Hangi din, hangi ırk, hangi İslam bunu kabul ederdi ki bizler kabul edelim. Bize bir şiddet uygulanıyor. Biz bir şiddet altındayız sokağımıza çıkamıyoruz, marketimize, pazarımıza gidemiyoruz. Niye neden gidemiyoruz? Çünkü her adım başı bir karakol yapmış. Bizi kime karşı koruyorlar ki bizi önce kendilerine karşı korusunlar. Yani devletin öldürdüğü insanların bize hiçbir zararı yoktu. Gençlerimizin hiçbir kötü şeyi yoktu. Ne varsa onlar yaptı. İstediklerimin hepsini dile getirdiğimi düşünüyorum inşallah beni anlamışlardır ben kendimi anlatabilmişimdir. Tekrar söylüyorum bizim her millete, her dine, her inanca saygımız sonsuzdur. Biz de kendi özgür hak ve hürriyetlerimizi istiyoruz. Biz de kendi kimliğimizi kendi dilimizi istiyoruz. Biz senin ırzına malına hiçbir şekilde tacizde tecavüzde bulunmuyoruz. Kimsenin hiçbir şeyinde gözümüz yok. Bizim tek isteğimiz insanca barış içinde kardeşçe yaşamak. Başka bir şey istemiyoruz. İnşallah oğlumun hakkı yerde kalmaz. Güveniyorum insanlara güveniyorum. Oğlumu katledenler çocuk olduğunu biliyordu, bile bile katlettiler inşallah hakkı yerde kalmaz.
Çocuğum bana ve çocuklarıma babalık görevi yapıyordu. Ben onu büyütmüştüm ama artık çocuğum beni büyütüyordu benim bütün hayatım ona endeksliydi. 4 çocuğum daha var ve hepsine babalık
ediyordu. Her şeyle o ilgileniyordu. Anne evlat gibi değildik arkadaştık. Hani sokakta bir arkadaşınız olur ya atışırsınız tartışırsınız ama vazgeçemezsiniz öyleydi işte ilişkimiz. O benim annemdi, babamdı, toprağımdı vatanımdı. Belki ben onu dünyaya getirdim ama o içime kök saldı büyüdü o benim toprağımdı. O beni olgunlaştırdı o beni büyüttü.
Benimle çarşı pazara gelirdi. Şimdi siz diyorsunuz ya bir kadın olarak ne yaşadın? Ben bir insan olarak daha ne yaşadığımı fark edemedim ki bir kadın olarak duygularımı kişileştireyim. Ben bir kadınım diyeyim. Ben bir anne olarak ne yaşadım, bi yakın arkadaş olarak ne yaşadım, ben bir arkadaş olarak ne hissediyorum? Ben çocuklarımın babasını kaybettim ben anne babamı kaybettim, ben en yakın oyun arkadaşımı kaybettim.
Ben toprağımı kaybettim belki en iyi anlatabileceğim kelime bu, ben toprağımı kaybettim ben vatanımı kaybettim. Ben şimdi nasıl yaşayacağım oturup geceleri düşünüyorum. Diğer çocuklarım için
hayata mı sarılayım yoksa isyankar olup kavga mı edeyim. Ben niye kaybettim, niye benim çocuğum, ne oldu neden neden diye sormaktan bıktım. Niye benim çocuğum öldürüldü benim çocuğum ne yapmıştı da öldürüldü.²
2 İdil’de Sokağa Çıkma Yasağı Süresince ve Yasak Kalktıktan Sonra Geri Dönüşlerde Kadın ve Çocukların Yaşamış Olduğu Psiko-Sosyal Süreçlere Yönelik Araştırma Raporu Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği Şırnak Belediyesi, İdil Belediyesi, Temmuz 2016

Tanık 4:
Burada ölen çocukların birçoğu da zaten 12, 13,
14, 15 yaşlarında. Bunların hepsi için bizi aradılar. Cenaze aracı için. Yardımcı olduk. Telefonlarla yardımcı olduk. Yani toplasan yaşları 20’yi geçmez. Sayıları da 20’yi geçmez.
Tanık 5:
“Sokağa çıkma yasağı kaldırıldı deniyor ama aslında kaldırılmamış. Mesela iki gün önce gece 11 civarı gelmiş demişler ki, ışıkları söndür. Kadın da Türkçe bilmiyor. Zaten o araçların sesi tam anlaşılmıyor, sesi biraz şey. Sonra bakmışlar ki ışığı söndürmemiş, o da eve saçaktan gelen hatta ateş etmişler, neredeyse 50’den fazla kurşun sıkmışlar. İdil’i diğer ilçelerden ayıran bir şey var. Hiçbir gazetecinin gelip haber yapabildiği bir yer değil burası.”
Tanık 6:
“Çocuğum 15 yaşındaydı. Yasak ilan edildiği gün hava karardı biz çıktık. Sadece o kaldı. Biz koçeriz. Samanımızı kaldırdık. Oğlumun güvercinleri kaldı. Bize dedi ki, güvercinlerimi toplayıp ben de geleceğim. Toplamak için geldi karanlık oldu artık çıkamadı. Güvercinleri bu evin damında tutuyordu. Biz o zaman eşyalarımızı, samanımızı yola koyduk. Sonra o geri gelince bir daha dönemedi. Cenazesini sokağa çıkma yasağı bittikten sonra gördük. İnternette gördük. Göbeğinde bir kurşun izi vardı, bir eli çamurluydu, bir eli yaranın üstündeydi. En son biri bizi aradı. Bana dedi, senin oğlunu öldürdük, internete bak oğlunu göreceksin. Tahmin ediyorum polistir. Direk bana telefon edip, internete bak dedi. Gizli numaradan aradı. Oğlumun telefonunu daha dün biri bulup bize verdi. Allaha çok şükür vücudu parçalanmamıştı, tek bir kurşun vardı, diğerlerinin vücudu hep parçalanmıştı… Geçen gün mevlid okutuyorduk kültür merkezinde. İmamları aldılar götürdüler. Çocukların fotoğraflarını kırdılar. Ben dedim, fotoğraflar size ne yaptı. Kendimi fotoğrafın üstüne attım. Beni de tekmelediler. Dedi ki, sen oğlunu bunlara bırakmasaydın. Ben dedim, izin vermedim mahsur kaldı, oğlum gitti fotoğraf kaldı. Bari fotoğrafları kırmayın.”
Tanık 7:
“Operasyondan sonra evimi gördüm. Evimde inancınız olsun dört beş mermi izi vardı. Dört beş mermi izi. Bayrak da asmışlardı evime. Dedik tamamdır. Bayrak da asılmış. Zaten kumanyalar var burada, döşeklerimizi sermişler yere. Yatmışlar. Askeriye kalmış. Tamam dedik. Sıkıntı yok. Bak ben bizzat kendim gitmişim mahalleye. İki gün sonra da, işleri bitirdikten sonra da evi ateşe verdiler. Dedim ki bak durum böyle böyledir. Yav evime bayrak astınız, velev ki ben bir terörist dahi olsam, bayrak astıktan sonra o ev yakılmaz. Yav bayrağa saygı diyorum… Polis diyor ki, bir ekip gelmiş diyor. Yüzleri maskeli diyor. Biz
de bilmiyoruz kimdir, neyin nesidir. Polis kendisi söylüyor. Kimdir, neyin nesidir, diyor biz de bilmiyoruz. Adamlar girmiş, kimseyi dinlemiyor, kimseyi tınlamıyor. Ne amirini dinliyor, ne bizi dinliyor, kimseyi dinlemiyor…”
Tanık 8:
“Bu ilçede insanların % 99’un psikolojisi ben dahil yerinde değil. Travma geçirdik, onun için ne konuştuğumuzu nasıl davrandığımızı da bilmiyoruz. Şimdi bişey söyleyince hemen tehdit ediliyoruz. Diyorlar ki kimse ile konuşmayacaksın, şimdi biz de korkuyoruz.”
Tanık 9:
“İlk başta gelseydiniz, insanların ağlayışları ile hıçkırıkları ile karşılaşırdınız, şimdi herkes umudunu kaybetmiş. Batıda herkes diyor, biz müslümanız, solcuyuz falan. Ya arkadaş bir kişi de gelip soramaz mı, İdil’de ne oldu?”³
3 16.02.2016 – 31.03.2016 TARİHLERİ ARASINDA SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI SONRASI ŞIRNAK – İDİL İNCELEME ve GÖZLEM RAPORU (22 – 23 Nisan 2016) MAZLUMDER

Nisêbîn/Nusaybin
Mardin iline bağlı Nusaybin ilçesinde Ekim 2015 – Mart 2016 tarihleri arasında 7 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 14 Mart 2016 tarihinde ise 8. sokağa çıkma yasağı başladı. 14 Mart’ta ilan edilen bu son yasak 134 gün aralıksız devam etti. 134 günün sonunda 26 Temmuz 2016 tarihinde, 9 mahallede (Gırnavas, İpekyolu, Barış, Devrim, 8 Mart, Selahattin Eyyubi, Yeni Turan, Yeşilkent ve Mor Yakup) saat 05.00-23.00 arası kısmen kaldırıldı.
Geri kalan 6 mahallede (Fırat, Dicle, Yenişehir, Zeynel Abidin, Abdulkadir Paşa, Kışla) ise tam zamanlı olarak uygulanmaya devam etti. ¹
1 NUSAYBİN SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI ve SONRASI DURUM İLE İLGİLİ BİLGİLENDİRME NOTU Hazırlayan. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği, Nusaybin Belediyesi 25 Ağustos 2016, Nusaybin

Nusaybin’de ilk sokağa çıkma yasağı 1 Ekim 2015 tarihinde ilan edildi ve 6 Ekim 2015 tarihine kadar Nusaybin’in Girmeli, Kayadibi, Tepeüstü, Eskihisar mahallelerinde 6 gün sürdü. 9 Ekim’de Abdülkadirpaşa, Fırat, Yenişehir mahallelerinde 2 gün süren ikinci bir sokağa çıkma yasağı daha ilan edildi. 13 Kasım 2015 – 26 Kasım 2015 tarihinde Abdulkadirpaşa, Fırat, Dicle, Yenişehir, Yenituran, Yeşilkent, Mor Yakup, Zeynelabidin, Kışla, 8 Mart, Gırnavas, Devrim, Selahaddin Eyyubi, İpekyolu, Barış mahallelerinde 14 gün uygulanan üçüncü yasak ilan edildi.
29 Kasım 2015 – 3 Aralık 2015 tarihinde Abdülkadirpaşa, Fırat, Dicle, Yenişehir ve Yenituran mahallelerinde 4 gün devam eden dördüncü yasak uygulandı. 6 Aralık 2015- 9 Aralık 2015 tarihinde Abdülkadirpaşa, Fırat, Dicle, Yenişehir ve Yenituran mahallelerinde uygulanan beşinci sokağa çıkma yasağı 4 gün sürdü. 14 Aralık 2015 tarihinde yine aynı mahallelerde uygulanan sokağa çıkma yasağı, 18 Aralık’ta 09:00 – 16:00 saatleri arasında “geçici” olarak kaldırıldı. 21 Aralık 2015 saat 10:00 itibariyle tüm ilçe merkezini kapsayacak şekilde bir yasak daha uygulamaya koyuldu ve 24 Aralık 2015 tarihinde kaldırıldı
Nusaybin’de Aralık 2015 yılına kadar ilan edilen sokağa çıkma yasakları arasında en uzunu 14 gün sürdü. Bu yasak sürecinde ikisi kadın biri çocuk olmak üzere 18 sivil yaşamını yitirdi. 14-24 Aralık arasında kısmi olarak uygulanan yasak süresi içerisinde 4 sivil daha yaşamını yitirdi. Ayrıca bir kadın da sokağa çıkma yasağı içerisinde olmayan Gırnavas mahallesinde rejim güçlerinin rastgele ateşi sonucu yaşamını yitirdi.² Nusaybin’de en uzun süren yasak 14.03.2016 tarihinde 16 mahalleyi kapsayacak şekilde ilan edildi. Yasak ilanının ardında “ATMACA 7 MÜŞTEREK ÖZEL BİRLİK OPERASYONU” adı verilen ve JÖH, PÖH ve Köy korucularının katıldığı askeri saldırıda ilk kez uçak kullanıldığı iddiaları basına-kamuoyuna yansıdı. Havadan uçakların da bombalama ile katıldığı iddia edilen saldırılarda Nusaybin yerle bir edildi.
2 Mardin’in Nusaybin İlçesinde İlan Edilen Sokağa Çıkma Yasağı Hak İhlalleri Raporu, 8 Ocak 2016, İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV)

Bu bombalamadan yükselen dumanlar uzak yerlerden dahi görüldü. Kentten yükselen dumanlar kentin yaşamış olduğu yıkımı da gözler önüne serdi. 03.06.2016 tarihinde İçişleri Bakanlığı askeri operasyonların bittiğini açıkladı. Ancak sokağa çıkma yasağı aralıksız 25.07.2016 tarihine kadar devam etti.
Nusaybin’de sokak kalmayınca,
6 Mart 2016’da ilan edilen yasak 74. gününde çatışmalar bitmesine rağman 134 gün sonra 25 Temmuz 2016’da bazı mahalelerde kaldırıldı. Ancak Fırat, Dicle, Yenişehir, Abdulkadirpaşa, Zeynel Abidin ve Kışla mahallelerinde ise 2 yılı aşkın bir süre daha devam etti.
‘sokağa çıkma yasağı’ kaldırıldı
Bu mahallelerde 21 Nisan 2018 tarihinde yasak tamamen kaldırıldı. Sokağa çıkma yasağı kaldırıldığında artık sokaklar kalmamıştı. Bu süre içerisinde zırhlı araçlardan açılan ateş, havan topları ve molozlar arasında kalan bombaatarların patlamasından dolayı tespit edilebilen 25 sivil yaşamını yitirdi. 11 bin 386 konut ve 2 bin iş yeri kepçelerle tamamen ortadan kaldırıldı.

Hafızalara Kazınan Fotoğraf
Nusaybin’de yakılmış yıkılmış binalara bayrak asılan ve önünde poz verilen fotoğraf karesini resmettiği için Zehra Doğan ceza aldı.
Ben sadece resmettim
Zehra Doğan: ‘Yıkık binalara neden Türk bayraklı bu resmi yaptın’ diye 2 yıl 10 ay hapis aldım. Oysa bu fotoğrafı çeken onlardı. Ben sadece resmettim.
Yıl: 1937 – Yer: Guernica;
Dünya tarihinde ilk kez, beklenmeyen bir anda,
tamamen savunmasız bir halka, bir kasabanın
pazar yerine, modern savaş uçakları ile düzenli
şekilde 3 saat boyunca hava saldırıları düzenlendi. Saldıranlar: Hitler, Musoloni, Franco’nun başta olduğu Almanya, İtalya ve İspanya devletleri. Kurbanlar: İspanyol İç Savaşı’nın zayıf tarafı sosyalist Bask Bölgesi kasabası Guernica halkı.
Picasso bu katliam için şu sözleri söylemiştir: İspanya’nın mücadelesi, insanlara, özgürlüğe yapılan saldırıya karşıdır. Ressam olarak hayatım boyunca sürekli sanatın ölümüne karşı durmaya çalıştım. Benim gericilikle ve ölümle anlaşma içinde olduğumu kim bir an için bile olsa düşünebilir? Üzerinde çalıştığım ve Guernica ismini vereceğim resimde, ve son zamanlardaki tüm eserlerimde, İspanya’yı acı ve ölüm okyanusuna batıran askeri sınıfa duyduğum nefreti açıkça göstermekteyim…
Pablo Ruizy Picasso Guernica bombardımanından bir ay sonra ünlü Guernica tablosunu çizmeye başlıyor ve iki ay sonra da bitiriyor.
Katıldığı bir sergide Alman bir general Picasso’ya yaklaşır ve sorar;
– Bu tabloyu siz mi yaptınız?
– Hayır, siz yaptınız.

TMMOB Nusaybin Temsilcisi: Sokağa çıkma yasakları sürecinde yaşanan çatışmalarda özellikle su depoları, su şebekeleri, elektrik trafoları hedef alınıyor. Su ve elektrik şebekesini tamire giden işçilerin yakınına silah sıkılıyor. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı mahallelerde temiz şebeke suyu bulunamamaktadır. Yasağın 2. gününde su şebekesi patlatılmıştır. İlçe 3 gün susuz kalmış, su şebekesinin onarılmasına da can güvenliğimiz yok denilerek izin verilmemiştir. Ayrıca trafolar güvenlik güçlerince bilinçli olarak hedef alınmaktadır. Biz yaklaşık 30 mühendis olarak 25-26 Kasım tarihinde, Dicle, Fırat, Abdulkadirpaşa, Yenişehir, Yenituran Mahallelerinde hasar tespitinde bulunduk fakat o tespitimizden sonra 4-5 defa daha yasak çıktı ve dolayısıyla hasar arttı.
SES Nusaybin Temsilcisi: Sağlıkçı olarak hedef halindeyiz. Biz, yaralılara müdahale etmeye çalışırken güvenlik güçlerinin saldırılarına uğruyoruz. Hastane yönetimlerinin baskılarına maruz kalıyoruz. Uzun yasakta bir hekim, bir radyoloji teknikeri ve iki servis hemşiresi sürgün edildi. Yasaklar boyunca, hastaneler karargaha dönüştürülüyor. Polisler, silahlarıyla hastanelerdeler. Bazen yaralılara müdahale etmemize izin vermiyorlar. Bizim de can güvenliğimiz tehlikede. Yasaklar nedeniyle bölge genelinde 3 sağlıkçı arkadaşımızı kaybettik. Normal zamanlarda Acil Servisimize başvuran günlük hasta sayısı 700 – 750 iken yasaklı süreçte bu sayı 30 – 40’a düşüyor. Yasaklı süreçte poliklinikler hiç hizmet vermiyor. Eczaneler, kapalı oluyor.
• Evleri yıkılan ve yakılan sadece 6 mahalleden 45 bin kişi Nusaybin’e yakın il, ilçe ve köylere göç etti.
• Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı ve ağır saldırılara maruz kalan kentlerin çoğunun ortak özelliği, 90’lı yıllardanköy boşaltmaları sonucunda zorla yerinden edilenlerin gelip yerleştikleri yer olmasıdır.³
3 Mardin İli Nusaybin İlçesi 134 Günlük Sokağa Çıkma Yasağı, 14.03.2016-25.07.2016
Amed Göç-Der

SAVAŞ UÇAKLARIYLA BOMBALAMA MECLİS’TE
Nusaybin’in savaş uçaklarıyla bombalandığı iddiası Meclise de taşındı. Dönemin HDP Vekili Ali Atalan’ın Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz tarafından yanıtlanması istemiyle Meclis Başkanlığına sunduğu yazılı soru önergesi şöyle: “72 gündür sokağa çıkma yasağının devam ettiği Mardin’in Nusaybin ilçesinin TSK’ya ait savaş uçakları tarafından bombalandığı ayrıca Fırat Mahallesi ile Zeynel Abidin Mahallesi arasında bulunan
alanın fosfor bombalarıyla bombalandığı iddia edilmiş ve buna ilişkin haberler basında yer almıştır.
Bu bağlamda;
1. Nusaybin’in TSK’ya ait savaş uçakları ile bombalandığı doğru mudur?
2. Söz konusu bombardımana kaç savaş uçağı katılmıştır?
Bu uçakların türü ve menşei nedir?
3. Bombardımanda hangi tip mühimmat kullanılmıştır?
Kullanılan mühimmatlar hangi ülkeden alınmıştır?”

Tanık: Bir gün, gizlice eşyalarıma bakmaya gittim. Baktım kepçe eşyalarımı çıkartıp eziyor, kırıyor buzdolabımı çıkartmışlardı kırıyorlardı. Ben taş aldım kepçeye gittim, allahtan korkmuyor musun? ortada bıraktınız bizi evimizi aldınız bari eşyalarımızı verin dedim. Yine polisi aradılar polis geldi yine beni karakola götürdü, nerdeyse tutukluyordu bomboş döndük eve. Biz, 3-4 ev beraber kalıyorduk korkuyorduk bizim aşağı katımız kapalıydı herkes bize geliyordu aynı sıradaydık. Korkudan elektriği açamıyorduk zaten elektrik yoktu olsa da açamıyorduk. Birgün komşumuz yaralandı keskin nişancılar tarafından, üç çocuğu vardı. Ben bağırdım ‘Halime yaralandı’ dedim. Gidecem izin vermediler. Birbirimizin evine gitmek için duvarları deliyorduk. Allahım bugünler gitsin bir daha gelmesin diyordum. Unutamıyorum. Tuvalete gidiyorduk su yoktu… Hala hastayız
hala kendime gelemedim. Doksanlarda köy boşaltmalarda köyümüzden çıktık. Yani ben yaşamadım, eşimle ailesi yaşadı. Geldiler Nusaybin’e. Babam üzüldü ‘bi şeyleri yok’ dedi.
Hem yardım etti hem de beni onlara verdi.
Evimizi istiyoruz, toprağımızı istiyoruz dedik vermediler. Mecburen imzaladık daha yeni. İki aydır TOKİ’lere gitmek istemiyoruz sağlam da yapmamışlar. Balkonu falan düşmüş geçen gün, korkuyorum. Daha ne diyecem, çok şey var anlatacak artık aklıma gelmiyor. Uyumuyorduk korkudan gece, sabah bazen ses çıkarıyorduk bidonlara vurup ateşkes olur belki diye. Evimizden kopamıyorduk ne yapalım. Bazen camdan bakıyordum diyordum orası Avrupa burası Kobanê ağlıyordum. Eşime diyordum götür çocukları ben burda kalacam. Niye biz senden iyi miyiz bir sürü insan öldürüldü diyorlardı. On dört günlük yasaklarda özellikle çok kişiyi öldürdüler her yasak kalktığında cenazelere gidiyorduk.

Tanık: Suriye’de 2 kızımı 2 oğlumu aldılar, tek başıma kaldım kampta, delirdim, çocuklarım küçüktü. Bizi öldüreceklerini söylediler. Sınırı geçerken bütün paramı sınırdakilere verdim, kim olduklarını bilmiyorum, Türkçe konuşuyorlardı. Gittiler ve çocuklarımı getirdiler. Sonra eğer birine çocuklarımızı götürdüklerinden bahsedersen öldürürüz dediler. Çok korktuk. Suriye’de de hakkımızı yediler, çok kötü durumdaydık. Kamışlo’dan geldik. Suriye’de çocukları öldürüyorlardı, kaç tane komşumun çocuğunu öldürdüler. Çocuklarım ölmesin diye kaçtım, bir gece saat 3’te kaçtık, geldik buraya. Buraya geldiğimizde de çok perişan olduk. Yardım ettiler,
yiyecek, giyecek her türlü yardımı yaptılar Nusaybin’de. 7 yıl kaldık ve istediğiniz kadar kalın dediler bize. Sonra biraz rahatlayınca kendimize yeni bir ev tutmaya karar verdik ama yasaklarda hala o evde kalıyorduk. Ev başımıza yıkıldı. Yasakta ordaydık. Hiçbir yeri tanımıyorduk nereye gidecektik. Polis geldi çıkın dedi bize, neden çıkmıyorsunuz dedi. Nereye gidelim dedim, hiçbir yeri tanımıyoruz dedim. Burada nasıl yaşayacaksınız dedi, bu bombalarda bu şeylerde..

Çocuklarım gece korkudan uyuyamıyordu. Akşamdan sabaha kadar uyanıklardı, korkudan uyuyamıyorlardı. Elbiselerimiz hazırdı hep, elbiselerimizle uyuyorduk, her an bir şey olursa kaçarız diye. Çok çok çok zordu. Yasaklarda daha da berbattı. Suriyede de perişandık, buraya geldik yine perişan olduk. Suriye’deki hükümet bize ne yaptıysa Türk hükümeti de aynısını yaptı. Bizi çok perişan ett i,hiçbir şey vermedi. Neden geldiniz şehirlere diye sordular, ne çocuklarımızı okula aldılar ne de bize bir şey verdiler. Orda da vatandaş değiliz, kimlik vermediler, buraya geldik, kendimizi buraya attık ama burada da öyle. Buraya gelince dedik belki burada biraz daha azalır… Bir kaynım var, kulağı sağır oldu, Suriye hükümeti işkence yaptı ve bir kulağı gitti. Bir yıl hastaydı, ne yerse çıkartıyordu, nasıl ölmedi anlamadım. Çok çok çok zordu… bizim gördüklerimizi kimse görmedi…
Yasaklar bitene kadar kaldık, sonuna kadar kaldık. Uzun süre yemek yoktu, çok gıdasız kaldık, hatta çocuklarımız hasta oldu. Karanlıkta, sular yok. Bazı komşularım neden Suriye’de kalmadınız diyor, niye savaşmadınız dediler. Çok kırıldık. Dışarı gittiğimizde çocuklarım anne Suriyeliyiz deme diyor. Suriyeliyiz demeye utanıyoruz. O kadar çok şey başımıza geldi ki Suriyeliyim demeye utanıyorum. Bir yere gidince Suriyeliyim dediğimde ev vermiyorlar. Birgün ev arıyordum, nereden olduğumu söylemedim, sokakta kalmıştık, biri kiraya vereceğini söyledi.. Artık ne kadar da olsa verecektik. Sonra eve gittik, nerelisin dediler, Suriye’denim deyince biz Suriyelilere vermeyiz dedi. Sebep dedim, öyle işte dedi? Sebep nedir, Biz ne yaptık? 7 yıldır buradayız bir şey yaptınız desinler. Şimdiye kadar da geri dönün diyorlar. Suriye’de de Kürt olduğumuz için ayrımcılık vardı. Sağlık ocağına gittiğimizde Kürt olduğumuzu öğrenince gönderiyorlardı. Şuan Suriye’yi altın yapsalar gitmem. Evlerim dükkanlarım var hepsi orda onların olsun ama gitmem. Kocam avukattı ama bir şey vermediler bize. Kürt olduğumuz için. Burada kendimi evimde hissediyorum. Burası benim babamın, dedemin toprakları, Ben buralıyım zaten, buranın vatandaşıyım. Sonradan suriyeye gittik. 90’larda köy boşaltmaları sırasında, bomba attılar, evimizi yaktılar biz de korktuk ve Suriye’ye geçtik. Suriye’de de evimiz yakıldı ve tekrar Türkiye’ye döndük.

Tanık: Yemek kaplarına pisliklerini yapmışlardı. Ve kaldırıp dolaba koymuşlardı… Şimdi benim aklım bin parça, nereye gideyim ne yapayım bilmiyorum…
Tanık: Çocuklarım okula gitmek istemiyor. Arkadaşlarımız öldürüldü diyorlar. Biz de öldürüleceğiz, okula gitmek boş geliyor onlara…
Tanık: Evimizin içinde uyuyamıyorduk, korkuyorduk, ağlıyorduk, çocuklarımız çok korktu. Bir sürü gözaltı oldu gözlerimle gördüm. Yaralılar çoktu, yaralı birini hastaneden alıp gözaltına götürdüler. Ölüler vardı tanıdıklarımız da vardı. Kafamızın üstünde casus gönderiyorlardı (drone). Polis giremiyordu evimize cesaret edemiyordu gençlik geldi kötü hiçbir şey yapmadı bizimleydiler. Polisler kurşun atıyorlardı bizi görseler öldürüyorlardı. Benim evimin önünde hamile bir kadını öldürdüler. Gözümle gördüm kanları merdivenden aktı komşumuzdu. Kocası eşinin kahrından evi yakacam diyordu, gitti burdan taşındılar. O hamile kadının hiçbir şeyden haberi yoktu öldürdüler. Çok korktuk yemek yiyemiyorduk üzüntüden boğazımızdan geçmiyordu. Silahların sesinden kulağım sağır olmuştu hala tam duyamıyorum. O sesler hala kafamda psikolojimiz bozuldu. Esir kalmıştık, doktor da yasaktı bize. Camın önüne yastık dizmiştik. Hamile komşularımız vardı ama doktora gidemiyorlardı. Çocuklar olaylardan akıllarını kaybettiler.
Yasaklardan sonra sinir oldu bende, eskisi gibi sabırlı ve sakin değilim o kadar kafam bozuluyor. Her şeyimiz bozuldu, mahallemiz bozuldu. Biz komşular aile gibiydik severdik birbirimizi dağıldık herkes başka bir yere gitti… Biz çıktıktan sonra evi yıktılar sonuna kadar kalmıştık sonunda çıktık
evimizi yıktılar bozdular eşyalarımızı yaktılar. Kimse bize yardım etmedi parti de bi kaç kere yardım etti devletin verdiklerini almıyorduk ama bazen açtık alıyorduk zaten bişey de vermiyorlardı yasaktan Mardin’e gittiğimiz zaman. Bize dediler çıkın, burdan anons ettiler. Dediler ‘çıkmazsanız evinizi başınıza yıkacaz hepinizi öldüreceğiz’ askeriye anons edince çocuklarım ağladı, öyle çıktık yoksa çıkmıyorduk.

Ailemde yaralı yok ama komşularımdan çok vardı. O günleri hatırladığım zaman çok üzülüyorum, korkuyorum gitsin bir daha gelmesin o günler diyorum. Pişman oldum keşke çıkmasaydık biz de toprağımızın üstünde dursaydık yerimizde çıkmasaydık diyorum. Utanıyorum çünkü evden çıktım. Eskisi gibi dışarı çıkamıyorum, uyuyamıyorum ilaç kullanıyorum yoksa uyuyamıyorum. Şekerim çıktı şekerim yoktu yasakta çıktı fıtıktan ameliyat oldum. Eskisi gibi hiçbir şey yapamıyorum hamur bile yoğuramıyorum.
Biz o güzel çocukları gördük, gençlerin hepsi gitti. Asla o günleri unutmam hepsi o toprağın altında. Bir sürü komşumuzun çocuğu şehit oldu çok güzeldiler gencecik. Devleti hiç affetmem belki korkudan affederim ama kalben, içten hiç affetmiyoruz sevmiyoruz. Çok yüreğimizi şişirdiler çok kahrolduk çocuklarımız öldü gencecik kızları öldürdüler. Mahallem zaten kalmamış içinde bir şeyim
de yok, olsa da gitmem zaten kiranı ödeceyeceğiz deseler de gitmem. O kadar gencecik çocuğu öldürdüler. Gidemem oraya o kadar gencin kanı var orda. Oğlumun arkadaşını gözümüzün önünde öldürdüler. Okula gidin diyorlardı, gidiyorlardı kurşun sıkıyorlardı bize. Çocuklarım bu yüzden okulunu kazanamadı. Mardin’den döndüğümde her yeri bozmuşlardı yıkmışlardı soğuk bir yere dönüşmüştü. Üzülüyorduk neden bizim yerimizi bozmuşlar diyorduk güzel olmamıştı kötüydü. Ama yine de rahatlamıştım seviniyordum dönünce. Bak ne kadar kötü yapmışlardı dümdüz olmuştu her yer insan kokusundan dayanılmazdı kan kokusu geliyordu. Ama yine de benim toprağımdı. Mardin zordu yabancılık zordu on adım öteye gitsen de zor kendi toprağın kendi yerin farklı. Bir çadır bile olsa Nusaybin’e gidecem Mardin’de kalmam diyordum.

Gewer/Yüksekova
2015 Temmuz ayında itibaren Yüksekova’da ağır bir atmosfer ve abluka süreci başladı. Temmuz ayından itibaren kentte kısa aralıklar ile devam eden 4 sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
13 Mart 2016’da ise ilan edilen sokağa çıkma yasağı gece ve gündüz kesintisiz bir şekilde 79 gün devam etti. 13 Mart’ta Hakkari Valiliği tarafından yapılan şu duyuru ile sokağa çıkma yasağı ilan ediliyordu:
“5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi gereğince Yüksekova ilçe merkezinin tamamında 13 Mart 2016 günü saat 22.00’dan, Yüksekova İlçesine bağlı Vezirli Köyü ve Çimenli mezrasında da 30 Mart 2016 günü saat 20:00’dan geçerli olmak üzere ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olup ilçe merkezi ile Yüksekova ilçesine bağlı Vezirli Köyü ve Çimenli Mezrası’nda giriş ve çıkışlar da yasaklanmıştır.“
20 Nisan 2016’da operasyonların bittiği yönünde açıklamaya rağmen sokağa çıkma yasağı 30 Mayıs 2016’ya kadar devam etti.

Cizre’de yaşanan katliamın bir benzerinin Yüksekova’da da yaşatılacağı söylentisi ve endişesi nedeniyle 13 Mart 2016’da ilan edilen sokağa çıkma yasağı öncesi kent merkezinde yoğun bir göç yaşandı. Bu süre boyunca ilçe dışında hiç kimsenin kente girişine izin verilmedi. Ancak yasak kısmi zamanlı olarak sabah 06.00 ile 20.00 saatleri arasında kaldırıldıktan sonra ilçe merkezine girişler olabildi. 79 gün boyunca kent merkezinde çoğunluğu çatışmaların yoğun bir şekilde yaşandığı Cumhuriyet, Güngör, Orman ve Dizel Mahallelerinde olmak üzere 6 bin 770 yapı yakıldı, yıkıldı.

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Van Şubesi’nin hazırladığı Yüksekova raporunda, Van depreminde bu kadar binanın yıkılmadığına dikkat çekti. Tankla, topla, hava saldırılarıyla yürütülen savaşın kenti yerle bir ettiğinin belirtildiği raporda hasar tespit çalışması ile ilgili şu bilgiler verildi: Yüksekova’da az hasarlı konut sayısının 3193, orta hasarlı konut sayısının 647, ağır hasarlı konut sayısının 787, yıkılmış konut sayısının 867, yanmış konut sayısının da 1336 olduğu tespit edildi.Şehrin üçte biri yıkıldı. 23.640 kişi evsiz kaldı. Tank, top ve hava saldırıları ile kentte büyük bir tahribat yaratılmasına rağmen en büyük yıkım 20 Nisan 2016’da operasyonlar bittiği yönünde yapılan açıklamadan sonra yaşandı.

Tanık 1:
Yasak, ilçe merkezinin yanı sıra merkeze bağlı 2 köyde de uygulandı. Operasyon bittikten sonra kolluk kuvvetleri evleri yakma, yıkma ve yağmalamaya girişmişler. Esenyurt ve İpekyolu Mahalleleri’nde abluka sürecinde elektrik ve su yoktu. 8 mahalleye halen elektrik ve su verilemiyor. Su ihtiyacı, belediye tarafından tankerlerle taşınan suyla karşılanıyor. Hendek ve barikatın olmadığı mahallelerde de ‘kolluk kuvvetleri’ yakma ve yıkmaya girişmişler.
51’i Erzurum Kimsesizler Mezarlığı’na defnedilmek üzere 90 insan yaşamını yitirdi. İlk dört sokağa çıkma yasağı sürecinde de adları Ersin Aydın (37), Naim Nuyan (29), M. Reşit Arıcı (17), Fettah Es (37) ve Yakup Babat (24) olan 5 sivil yaşamını yitirmişti.

Tanık 2:
Ben buradan kesinlikle çıkmak istemiyorum. Benim oğlumun mezarı var burada, günde üç kez ziyaret ediyorum. Ben bu toprağın ve külün içinde yaşamaya razıyım.

Tanık 3:
(28 gün boyunca Dizel Mahallesi’ndeki evinden çıkmadı.) 18 gün boyunca güvenlik güçleri Efeler, Kamışlı ve Miçiç Karakollarından sadece top ve tanklarla Orman, Kışla ve Dizel Mahallelerini uzaktan bombalıyorlardı. 18 gün sonra caddelere tankları sürüp evleri bombalamaya ve yakmaya başladılar. Değirmen’in yanından buraya kadar sağlı sollu bütün evleri yıkıyorlardı. Caminin minaresine bile toplar değdi. Dayanamadım, dışarıya çıktım, ‘siz Allaha karşıda mı savaş açtınız’ dedim. Bu caddenin tümünü kontrol eden komutana dedim ki, ‘gelin ben önünüze düşeyim, eğer bu cadde boyunca tek bir mermi bile size sıkılırsa önce beni öldürün. Evleri yakıp yıkmayın’ dedim! ‘Burada sadece benim ailemden yüzden fazla insan yaşıyor; insanların evlerini yıkmayın’ dedim. Kabul etmediler.

Tanık 4:
Devlet o dönem boş durmadı ve parça parça yığınak yapıyordu. Biz bir gün bir baktık, ilçe komple asker ve polisle dolmuş. O kadar çok asker ve polis gelmişti ki, abluka boyunca neredeyse bütün evler ve okullar asker ve polis tarafından işgal edildi.

Tanık 5 (muhabir):
Kışla Mahallesinde 8-9 kişilik sivil bir grubun olduğu tünel teslim ol çağrısı yapılmadan bombalandı ve orada bulunan herkes yaşamını yitirdi. Burada Arapça konuşan sakallı bir sürü güvenlik görevlisi vardı. Burada ne valinin, ne kaymakamın ne emniyet müdürünün bir rolü ve yetkisi yoktu. JÖH ve PÖH bir yerlerden emir alıyordu ve bunu uygulamaya koyuyordu. Devlet güçleri bir cenaze defnedilirken sadece aileden üç kişinin katılmasına izin veriyordu. Biz 11 ya da 12. günde Şemdinli yolu üzerinde, yerde bir cenaze görüntüledik. Görüntüde bir kedi cenazenin bir kısmını yiyordu. Bu görüntü sosyal medyaya girdikten sonra yol ortasındaki 8-9 cenaze kaldırıldı ve valilik açıklama yapmak zorunda kaldı.

Tanık 6:
Dolka Ezo denilen şu bölgede bir baba ve kızı kalmıştı. O bölgenin defalarca bombalandığını kendi gözlerimle gördüm. İkisini de öldürmüşler. O insanların ölümü basına bile düşmedi… 7 gün boyunca sadece o evin bulunduğu bölgeyi bombaladılar.

Tanık 7:
Devlet burada insanlarla savaşmamış, evlerle savaşmış. Benim evim yasaklı mahalleye o kadar uzak, hendek yok, barikat yok, sen neden benim evimi yaktın, yıktın? Orada benim değerlerim vardı, evi de geçtim. Çocuklarımın fotoğrafları vardı, CD’leri vardı. Ne yaparsa onları bana geri veremez ki… Gerçekten buna gerek yoktu. Devletin Yüksekova ile ilgili bir hayalleri vardı, bir intikam gibi bir şeydi. İntikam aldılar. Herkesin geçmişini yakıp, yıkmışlar. Benim eşimle düğün CD’lerim vardı, şu an öyle bir şey yok artık. Eşimi 2008 Newrozu’nda katlettiler. Her şeyimi yakıp, yıktılar.
Yasaktan önce de bu evde oturuyorduk bozdular biz yeniden yaptık. 80 yaşındayım ben. Ben evimden çıktım yasakta gittim baktım evimde kıyamet kopmuştu. Yasak kalktı ilk başta biz geldik polisin bize yapmadığı kalmadı. Yasak ilan edilir edilmez biz çıktık. Ben çıkmayacam dedim. Polis seni öldüreceğiz dedi, YPS’de çıkın öleceksiniz dedi. Yemek yoktu zaten. Bir şey yapmaya kalktığımızda yapana kadar burnumuzdan geliyordu. Suyumuzu kesemediler, bizim kuyu suyumuz vardı arıtmadan içiyorduk. Elektriğimiz yoktu. Yemin ederim kıyamet kopmuştu, kaç evi ahır gibi yaptılar çocukları şehit ettiler. Askeriye eve girmişti mahvetmişlerdi, insan işi değildi. Hiçbir şeyimiz kalmamıştı eşarbımıza kadar almışlardı. İç çamaşırlarını fırlatmışlardı tövbe tövbe… Kıyamet kopmuş mu deseler o kıyametti derim o kıyametti.
Psikolojimiz bozulmuştu hâlâ da psikolojimiz bozuk mahalleye git desen gidemem eskiden gidiyordum hepimizi delirttiler. Yasaktan sonra bir sürü insan kendini öldürdü. Komşumuzun gelini kendini öldürdü. Psikolojisi bozulmuştu, kaynanasına ben aşağıya iniyorum demiş, inip kendini asmış. Gencecik çocukları öldürdüler. Mahalleden çocuğun hiçbir şeyi yoktu, üç tane sıktılar öldü. Gever’de kıyamet koptu… Hala çok korkuyorum valla içimde kıyamet kopuyor. Evimiz başıma yıkıldı. O kadar insan öldü. Allah’a inancın olsun mahşer yeriydi… Benim psikolojim bozuk o kıyamet aklıma gelince vallahi çıldırıyorum. Ben Türk değillim, ailem Türk değil, tek kelime Türkçe bilmiyorum. Neden benden Türk olmamı istiyor, olamam ki nasıl olayım. Devlet özür dilesin, ama olmaz yani. Özür dilese de içim rahat etmeyecek. Ben Kürdüm o Türk yarın yine ayıracak bizi. Hayret ediyorum nasıl delirmedik. Aklıma tek gelen kıyametti.
1 Yüksekova Sağlık Raporu- 2016, Van Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Sağlık Meclisi, Türk Tabipleri Birliği (TTB), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) ve Özgür Genç Sağlık Meclisi’nin de içinde bulunduğu sağlık komisyonu.
BM RAPORU
Dünya ile bağlantı bütünüyle kesildi hareketlilik günlerce, gece gündüz aralıksız kısıtlandı
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin Temmuz 2015 – Aralık 2016 tarihleri arasında çatışmanın olduğu bölgelerde yaptığı çalışma raporu
1. Bu rapor, Temmuz 2015 ile 31 Aralık 2016 arasında Türkiye’nin güneydoğusunda,1 özellikle Türkiye Hükümeti tarafından yürütülen güvenlik operasyonlarıyla ilişkili, temel insan hakları endişelerine dair genel bir bakış sunar.
2. Temmuz 2015 ile Aralık 2016 arasında Türkiye’nin güneydoğusunda yürütülen güvenlik operasyonları kapsamında yaklaşık 2000 kişinin hayatını kaybettiği rapor edilmiştir. Edinilen bilgilere göre bu sayının içinde yaklaşık 800 güvenlik mensubu ve yerel halktan yaklaşık 1200 kişi bulunmaktadır ve bu 1200 kişinin içinde belirsiz sayıdaki kişinin devlete karşı şiddet içeren veya içermeyen eylemlere karışmış olabileceği öngörülmüştür. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) aşırı güç kullanımı; öldürme; zorla kaybedilme; işkence; konutların ve kültürel mirasın yok edilmesi; nefrete teşvik; acil tıp hizmetleri, gıda, su ve geçim kaynaklarına erişimin engellenmesi; kadına karşı şiddet; ve düşünce ve ifade özgürlüğü ile siyasi katılım haklarının ciddi ölçüde kısıtlanmasına dair sayısız vaka belgelendirmiştir. En ciddi insan hakları ihlallerinin ise sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemlerde meydana geldiği rapor edilmiştir. Bu dönemlerde bazı yerleşim yerlerinin dünya ile bağlantısı bütünüyle kesilmiş ve hareketlilik günlerce, gece gündüz aralıksız kısıtlanmıştır.
3. OHCHR’ın Türkiye’nin güneydoğusunda ciddi insan hakları ihlallerinin meydana geldiği yönünde detaylı ve güvenilir iddialar almaya başladığı Temmuz 2015’ten bu yana, İnsan Hakları Konseyi Özel Prosedürler ve İnsan Hakları Sözleşme Organları da dahil olmak üzere birçok Birleşmiş Milletler insan hakları mekanizması ile Avrupa’daki insan hakları mekanizmaları, özellikle Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri rapor edilen iddialarla ilgili endişelerini dile getirmiştir.
4. Mayıs 2016’da İnsan Hakları Yüksek Komiseri, Türkiye Hükümeti’nden, bilgilerin doğruluğunu ispat etmek ve rapor edilen insan hakları endişelerini soruşturmak üzere OHCHR insan hakları yetkililerinden oluşacak bir ekibe ilgili bölgeye tam ve kısıtsız erişim izni vermelerini istemiştir.2 OHCHR bu talebi defalarca takip etmiş ancak Şubat 2017 itibarıyla Türk yetkililerden herhangi bir resmi cevap alamamıştır.3
1 Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Adıyaman, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Hakkari, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illerini kapsayan bir coğrafi bölgesini ifade etmektedir.
2 11 Mayıs 2016’da Yüksek Komiser, Cenevre’deki Birleşmiş Milletler Ofisinin ve İsviçre’deki diğer uluslararası kuruluşların Türkiye Daimi Temsilcisine, alınan iddiaları bağımsız olarak incelemek amacıyla bir OHCHR ekibinin Türkiye’nin güneydoğusunda izleme görevi gerçekleştirmesi için izin istemek üzere bir mektup göndermiştir.
3 OHCHR 8 Şubat 2017’de Cenevre’deki Birleşmiş Milletler Ofisinin ve İsviçre’deki diğer uluslararası kuruluşların Türkiye Daimi Misyonundan Sözlü Nota aldığını ve bu nota ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri’nin Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirmek üzere davet edildiğini kabul etmektedir. OHCHR bu davet için müteşekkir olsa da Türk yetkililerinin OHCHR teknik ekibine Türkiye’nin güneydoğusundaki etkilenen bölgelere erişim izni vermemesinden üzüntü duymaktadır.
5. Haziran 2016’da, erişim izni olmadığından, Yüksek Komiser, 48/141 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı kapsamında yetkisini kullanarak Cenevre’deki Merkez Ofisten yürütülecek bir izleme süreci başlatmıştır.4 Bu izleme süreci OHCHR’ın standart metodolojisi uyarınca gerçekleştirilmiştir. Türkiye Hükümeti’nin 15 Temmuz 2016 darbe girişimine cevabı ve terörle mücadele politikaları gibi bütün ülkeyi etkileyen bazı gelişmeler de bu rapora, Türkiye’nin güneydoğusundaki durumla ilgili olduğu yerlerde, (doğrudan veya dolaylı olarak) yansıtılmıştır.5
6. Bu rapor, OHCHR uzaktan izleme ekibince alınan, doğrulanan ve analiz edilen bilgiler temelinde oluşturulmuştur. Bilgi toplama ve doğrulama yöntemleri arasında birçok mağdur, tanık ve mağdur yakını ile görüşmeler, Türkiye Hükümeti ile Türk ve uluslararası sivil toplum kuruluşları (STK’lar) tarafından temin edilen bilgilerin analizi, resmi kayıtlar, açık kaynaklı belgeler, uydu görüntüleri, videolar, fotoğraflar ve sesli materyaller ile diğer ilgili ve güvenilir materyaller bulunmaktadır. OHCHR uzaktan izlemenin getirdiği kısıtlamalar çerçevesinde alınan bilgilerin geçerliliğini mümkün olduğunca kuvvetlendirmek için gerekli özeni göstermiştir. OHCHR kaynaklarını koruma ve onların gizliliğini sağlama taahhüdünde
bulunmuştur. Bu nedenle, rapor kaynakların rıza verdiği durumlar haricinde kaynakların kimliğini ortaya çıkarabilecek hiçbir bilgiyi ifşa etmemektedir.
7. OHCHR, Cenevre’deki Birleşmiş Milletler Ofisi ve İsviçre’deki diğer uluslararası kuruluşların Türkiye Daimi Misyonunca güneydoğudaki duruma ilişkin temin edilen bilgiler için müteşekkir olsa da güneydoğudaki etkilenen yerlere, insanlara ve çeşitli hükümet kaynaklarına, bağımsız ve hükümet dışı kaynaklara doğrudan erişim sağlayamadığı için üzüntü duymaktadır. Bu, bir diyalog kurulmasını engellemiş ve alınan iddiaların, yerel yetkililerin elindeki bilgilerle direkt doğrulanmasını imkansız hale getirmiştir. Bu nedenle bu raporun yazıldığı tarihte OHCHR, dikkatine sunulan tüm iddiaları doğrulayamamıştır. Dolayısıyla bu rapor Türkiye’nin güneydoğusundaki insan hakları durumunun kapsamlı bir anlatımı niteliğinde değildir ama Temmuz 2015 ile Aralık 2016 arasında bölgedeki endişeye sebep olan vakalara dair bir örnek sunmaktadır.
Yaşam hakkı
23. OHCHR’ın birçok farklı kaynaktan aldığı bilgilere göre güvenlik operasyonları kapsamında Temmuz 2015 ile Aralık 2016 arasında Türkiye’nin güneydoğusunda yaklaşık 2000 kişi öldürülmüştür. Raporlar genellikle yerel halktan öldürülen kişi sayısını yaklaşık 1200 olarak vermektedir. Bunlar içinde belirsiz sayıdaki kişi devlete karşı şiddet içeren veya içermeyen eylemlere karışmış olabilir; güvenilir, erişime açık yaralı/ölü verileri olmadığı için bu tür istatistikleri doğrulamak zordur.
25. 2016 Ocak sonu ile Şubat başında, Cizre ilçesinde, binaların bodrum katlarında mahsur kalan erkek, kadın ve çocukların güvenlik güçleri tarafından bombardımana tutulduğu rapor edilmiştir. OHCHR ile görüşen tanıklar ve Cizre kurbanlarının aile üyeleri mahallelerin bütünüyle yok edildiği bir felaket tablosu çizmiştir. Buna göre, söz konusu mahallelerde, çoğunlukla güvenlik operasyonlarından kaçan IDP’lerden oluşan 189 kişi bodrum katlarında, yılın en soğuk aylarında su, gıda, sağlık hizmeti ve elektrik olmaksızın haftalarca mahsur kalmıştır. Bodrumlarda mahsur kalan kurbanlardan bazıları cep telefonlarıyla STK’lar ve milletvekilleri ile görüşerek dünyanın ilgisini çekmeye çalışmışlar, bombardımandan kurtulmak için yalvarmışlardır. Cizre’de öldürülen kurbanların ailelerine göre, ve birçok STK tarafından rapor edildiği üzere, belirsiz sayıdaki insan bedeni bombardımanların yol açtığı yangında ve olayın olduğu yerde yangının ardından gelen acele yıkımda tamamen veya kısmen yok olmuştur. Binaların yıkılması kanıtları yok etmiş ve böylelikle ölenlerden geriye kalanlar üzerinden kimlik tespiti yapılması ve bunların izinin sürülmesi büyük ölçüde engellenmiştir. Dahası, rapor edilen aşırı güç kullanımına ve bunun sonucu olarak gelen ölümlere ilişkin koşulların incelenmesi için bir soruşturma açmak yerine yerel yetkililer öldürülen insanları terör örgütlerine katılmakla suçlamış ve aile üyelerini etkileyen baskılayıcı tedbirler almışlardır.
4 48/141 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri’ni, diğer görevlerinin yanında; “a) herkesin tüm kişisel, kültürel, ekonomik, siyasi ve sosyal haklarından etkili bir şekilde faydalanmasını desteklemeye ve korumaya;… f) tüm insan haklarının önündeki mevcut engelleri kaldırmada, insan haklarının tam olarak sağlanmasına ilişkin zorlukların ele alınmasında ve insan hakları ihlallerinin devam etmesinin engellenmesinde aktif rol oynamaya; g) tüm insan haklarına uyulmasını sağlamak amacıyla yetkisi kapsamında bütün Hükümetler ile diyaloğa girmeye çağırır.
5 PKK; Türkiye Hükümetinin, bazı devletlerin, AB ve NATO’nun terör örgütü listelerinde yer almaktadır.
26. OHCHR Şubat 2016’da Cizre’de ölen bir kadının erkek kardeşiyle konuşulmuştur. Kadının ailesi, ondan geriye kalanları teslim almak üzere cumhuriyet savcısı tarafından çağırılmıştır. Kalıntılar ise DNA eşleşmesi ile kimliği belirlenen, kömüre dönmüş üç küçük et parçasından oluşmaktaydı. Aileye, kadının nasıl öldüğüne dair herhangi bir açıklama yapılmamış veya adli tıp raporu verilmemiştir. Kadının kız kardeşi onun ölümünden sorumlu olanların hesap vermesi için çağrıda bulunmuş ve yasal süreç başlatma girişiminde bulunmuştur ancak terör suçlarıyla mahkemeye verilmiştir.
27. Cizre’den orta yaşlı evli bir çifte ait bir başka tanık ifadesi genel ortamı, insan hayatlarının pervasızca hiçe sayılması ve Hükümetin krize verdiği uygun olmayan bir yanıt olarak tanımlamıştır. Çifte göre, 14 Aralık 2015’te 24 saatlik bir sokağa çıkma yasağı (ikinci kez) getirilmişi ve ardından bölgede yaşayan herkesin su, elektrik ve gıda tedariki kesilmiştir. Halk bunu bir çeşit toplu ceza olarak yorumlamıştır. Cizre’nin Yafes, Nur, Sur ve Cudi mahalleleri kısmen tahliye edilmiş ancak çoğunlukla yerinden edilmiş kişilerden oluşan 189 kişi, yetkililerce bilinen, sığındıkları bitişik binaların bodrum katlarında mahsur kalmıştır. Tanıklara göre şehir ağır bombardıman altında idi ve keskin nişancı polisler kasabanın dört bir yanındaki çatılara yerleşmiş ve rapor edildiği üzere, ateşkesten sonra bile rastgele ateş etmekteydiler. Ambulansların hasta ve yaralıları almak üzere sokağa çıkma yasağının uygulandığı bölgeye girmesinin engellendiğini, bunun da aslında engellenebilecek ölümlere yol açtığını belirtmişlerdir.
28. Tanıklar merkezi Hükümet tarafından atanan il Valisinin6 temsil ettiği merkezi yetkililer ile çoğunlukla Kürt kökenli belediye yetkilileri arasında güven eksikliği olduğunu anlattılar. Bu ayrılıkların bölge nüfusu için trajik sonuçlar doğurduğunu söylediler. Valinin kriz komitesi, rapor edildiği üzere, hiçbir belediye çalışanını içermemekteydi. İç İşleri Bakanlığı’na bağlı polis kuvvetleri ise, rapor edildiği üzere, halka sert davranıyordu ve halk yardım için onlara gitmekten korkmaktaydı.
29. OHCHR Sur, Silvan ve Lice (Diyarbakır ili), Nusaybin, Dargeçit (Mardin ili), Şırnak Merkez, Silopi, İdil (Şırak ili) ve Yüksekova (Hakkari ili) gibi, daha küçük ölçekte de olsa, Türkiye’nin güneydoğusunda yerel halkın ölümüne sebep olan diğer olaylara dair tanıklıklar da almıştır. Ölümlerin ardından, her zaman için hayatta kalanların toplu bir şekilde yerlerinden edilmesi ve evlerinin ve yerel kültürel anıtların yıkılması gelmiştir. 30. Türkiye’nin içinden ve dışından çeşitli kaynaklardan edinilen bilgiler temelinde, güvenlik operasyonları bağlamında yerel halktan bazı kişilerin ölümü (i) özellikle silah kullanımının yalnızca acil bir yaşam tehlikesi veya ciddi yaralanma riskinin olduğu vakalarla sınırlandırılarak aşırı güç kullanımından kaçınmak ve ağır silahların kullanımından kaçınmak suretiyle; (ii) halkın tahliyesi için insani yardım koridorlarını zamanında açmak suretiyle ve (iii) barikatların, acil sağlık hizmetinin sağlanmaması nedeniyle ölen yaralı ve hastaların tahliyesi ve tedavisi için gelen ambulanslara açılması suretiyle engellenebilirdi. 31. OHCHR’ın, kurbanların aile üyelerinden edindiği bilgilere göre yerel savcılar rapor edilen ölümlere ilişkin soruşturma açmayı ısrarla reddetmektedir. OHCHR rapor edilen ölümlere ilişkin etkili ve bağımsız soruşturma yürütüldüğüne işaret eden hiçbir bulgu görmemiştir. Ölenlerden geriye kalanların izini sürmeye çalışan vatandaşlar, rapor edildiği üzere, polis karakoluna götürülüp sorgulanmıştır.
7 Türkiye’deki illere (eski adıyla vilayetlere), ülkenin bakanlar kurulu tarafından atanan ve İç İşleri Bakanlığına bağlı olan valiler başkanlık eder.
B. Konutlar da dahil olmak üzere mülklerin yıkımı ve istimlakı
32. Temmuz 2015’ten bu yana devam eden güvenlik operasyonları Türkiye’nin güneydoğusundaki konutlara, işletmelere ve kamu binaları ile kamu alanlarına, özellikle Mardin ilinin Nusaybin ilçesinde ve Diyarbakır ilinin Sur ilçesinde, asgari hasardan kapsamlı yıkıma kadar uzanan ciddi hasarlar vermiştir. Söz konusu yerlerdeki bombardımanlar, rapor edildiği üzere, şehirlerdeki nüfusu, mülkiyet yapısını ve mimari karakteri bütünüyle, kalıcı şekilde değiştirmiştir.
33. Yoğun yıkım dönemi güvenlik operasyonlarının hemen ardından başlamış; yetkililer, rapor edildiği üzere, yerinden edilmiş nüfusun evlerine dönmelerine ve evlerini yeniden inşa etmelerine engel olmuş ve getirdiği makineler ile, hafif hasarlı binalar ile kültürel miraslar da dahil olmak üzere şehir yapılarını yerle bir etmiştir. Türkiye’nin güneydoğusundaki kasaba ve şehir merkezleri artık, boş araziler ve devasa park alanları olarak betimlenmektedir.
34. Yok edilen konutlara ilişkin kapsamlı istatistikler bulunmasa da UNOSAT tarafından temin edilen uydu görüntülerinin analizi, Türkiye’nin güneydoğusunda meydana gelen büyük hasarları ortaya koymaktadır. En büyük hasarı alan bölgelerden bazıları Nusaybin, Derik ve Dargeçit (Mardin), Sur, Bismil ve Dicle (Diyarbakır) ve Cizre ve Silopi’dir (Şırnak). Örneğin Nusaybin’de (Mardin ili) UNOSAT uydu görüntüleri yoluyla yapılan hasar tespiti 1,786 binanın hasar gördüğünü, bunlardan 398’inin tamamen yıkıldığını, 383’ünün ciddi hasar gördüğünü ve 1,005’inin az hasar gördüğünü belirlemiştir. UNOSAT, uydu görüntüsü analizleri temelinde bu hasarları ağır silah kullanımına ve olasılıkla havadan atılan cephaneliklere bağlamaktadır.
35. Uydu görüntüleri, güvenlik operasyonlarının ardından Hükümetin özel mülkleri ve kamu binalarını yok etmeye devam ettiğini göstermektedir. Örneğin Diyarbakır’ın nüfus yoğunluğu yüksek ilçesi Sur’da yıkım faaliyetleri ağır makinelerle gerçekleştirilmiştir. Haziran 2015 ile Temmuz 2016 arasında çekilen uydu görüntüleri, yıkım ekiplerinin bir seferinde şehrin bir bölümünün hatlarını belirlediğini ve ardından hasar görmüş ve görmemiş binaları ayrım yapmadan yıktığını göstermektedir.
36. Yerel kaynaklara göre vatandaşların eşyalarını almak veya mülklerini yeniden inşa etmek için ilgili alanlara girmelerine izin verilmemiş ve rapor edildiği üzere, kurbanların cenazelerinden kalıntılar içerme ihtimali olan enkaz yakınlardaki Dicle Nehri’nin kıyılarına boşaltılmıştır. Yıkım faaliyetlerinin 2016’nın baharında yoğunlaştığı ve Ağustos ayında zirveye ulaşarak günde yaklaşık 1000 m2 alanı bulduğu görülmüştür. Diyarbakır’ın 2000 yıllık şehir merkezinde bulunan üç hektarlık (veya 30.000 m2’lik) kentsel yapı bu şekilde Ağustos 2016’da yerle bir edilmiştir. 2016 Ocak ayından Ağustos ayına sekiz aylık dönem boyunca yerle bir edilen kentsel yapının büyüklüğünün 18,7 hektar olduğu tahmin edilmektedir. Diyarbakır yerel yönetimi Sur mahallesinin doğu bölümündeki binaların yüzde 70’inin bombardımanlarla yok edildiğini tahmin etmektedir. Sur’daki 120.000 vatandaştan 45.000’i, rapor edildiği üzere, bölgeden kaçmıştır ve geri dönmelerine veya evlerini yeniden inşa etmelerine izin verilmemiştir.
37. Diyarbakır’ın Sur ilçesini çevreleyen 2,000 yıllık şehir duvarları UNESCO Dünya Mirası Koruma Programı dahilindedir. Belediye raporları, Sur ilçesinin bombalandığı dönemde, Eylül 2015 ile Mayıs 2016 arasında Hükümetin şehir duvarlarına zarar vermemek için tedbirler alırken duvarlarla çevrili alanda bulunan mahalleri sistematik olarak, bütünüyle yıktığını göstermektedir. Bu, özel mülklerin yıkımının sistematik doğasını aydınlatmaktadır.
38. Diyarbakır ilindeki yerel yönetim, Mart 2016’da Bakanlar Kurulu’nun Sur şehir merkezindeki arazi parsellerinin yüzde 100’ünü istimlak etme kararı aldığını rapor etmiş, böylelikle büyük ölçüde Kürt kökenli vatandaşların yaşadığı bölgenin demografik yapısını bütünüyle değiştireceklerini iddia etmiştir.8 Rapor edildiği üzere bölgede yaşayan halk ve Diyarbakır Belediyesi istimlak planlarına hiç dahil edilmemiş veya planlarla ilgili bilgilendirilmemiştir ve yeniden inşa planlarının dışında bırakılmaktan korkmaktadırlar.
39. Türkiye’nin güneydoğusundaki insan hakları kuruluşlarına göre Hükümet, yıkılan konutlar için maddi tazminat ödemeyi; mülk sahiplerinin mülklerinin “terör saldırılarıyla” yıkıldığı yönündeki bir beyannameyi imzalamaları koşuluna bağlamıştır. Rapor edildiği üzere bu tür beyannameleri imzalamaya zorlanan aileler bunu 2015- 16 olaylarının tarihi kayıtlarını değiştirmeye yönelik bir çaba olarak görmektedir ve bunun gelecekteki hesap verilebilirlik çabalarını engelleyeceğini düşünmektedirler. OHCHR kaynakları, 2015 sonu ve 2016 başındaki güvenlik operasyonları boyunca yıkılan evlerini terk etmeye zorlanan ailelerin ayrıca, kişisel eşyalarını almalarına veya güvenlik operasyonlarının ardından evlerine dönmelerine izin verilmeksizin evlerinin mülkiyetinden bir imzayla vazgeçmeye zorlandıklarını iddia etmektedir.
40. 4 Eylül 2016’da Hükümet Türkiye’nin güneydoğusu için bir yeniden inşa ve ekonomik kalkınma paketi ilan etmiştir. Plana göre Türkiye, “Temmuz 2015’ten bu yana PKK tarafından yıkıma uğrayan” bölgeler için 21 milyar Amerikan Doları harcayacaktı. Toplu Konut İdaresinin 30,700’ü aşkın konutu (7000’i Diyarbakır’ın Sur ilçesinde olmak üzere) inşa veya yeniden inşa etmesi ve 800 fabrika, 36 spor stadyumu ve 15 yeni hastane inşa etmesi beklenmektedir. Plan ayrıca mikro hibeleri, sosyal hizmet yatırımlarını ve hasarların maddi tazminini de içermektedir. OHCHR, Hükümetin kalkınma planının, toplu ve gereksiz yıkımlara işaret eden iddialara ilişkin soruşturma ve hesap verilebilirlik tedbirleri alınmadan uygulanabileceğinden endişelenmektedir.
8 http://new-compass.net/sites/new-compass.net/files/SUR_Report_2016-04-07.pdf, 20 Kasım 2016 ‘da erişim sağlanmıştır.
C. Sağlık hakkı
41. Güvenlik operasyonları sırasında Türkiye’nin güneydoğusunda işlenen ciddi insan hakları ihlallerine ilişkin raporlar, güvenlik güçleri tarafından getirilen gece gündüz devam eden sokağa çıkma yasaklarının bu ihlallere katkıda bulunduğunu ve Hükümet kurumlarının etkilenen nüfusa temel hizmet götürme kapasitesini kısıtladığını vurgulamaktadırlar.
42. Yetkililerin 30 kasaba ve mahallede uyguladığı sokağa çıkma yasaklarının izinsiz tüm hareketliliği birkaç aya kadar uzayabilen uzun süreler boyunca yasakladığı bildirilmiştir. Sokağa çıkma yasağı sırasında yetkililer, rapor edildiği üzere, uzun süreler boyunca şehirlere su, elektrik ve gıda tedarikini bütünüyle kesmişlerdir. Yerel halk izin alındığı takdirde bile hareketliliğin çok zor olduğunu, aynı şekilde hasta ve yaralılar için sağlık merkezlerine erişimin çok zor olduğunu rapor etmektedirler. Dahası, güvenlik güçlerinin sokağa çıkma yasakları sırasında acil sağlık ekiplerinin etkilenen bölgelere erişimini sistematik olarak güçleştirdiği veya engellediği bildirilmiştir. Bu da aslında engellenebilecek olan ölümlerin gerçekleşmesine neden olmuştur.
43. Dahası, sağlık tesislerine ve personeline yönelik saldırılar olduğuna, sağlık personelinin hastalara baktıkları için cezalandırıldığına, ayrıca sağlık tesislerinin askeri ve güvenliğe ilişkin amaçlarla kullanıldığına dair iddialar olmuştur. Örneğin bir STK raporuna göre, 2015 Eylül ayının başlarında devlet güçleri birliklerini Cizre Devlet Hastanesi’ne taşımış, hastanenin üçüncü katını tamamıyla işgal etmiştir.8 Aynı rapora göre, bir ambulans şoförü ve birkaç hemşireye Eylül 2015’te görevlerini yaptıkları sırada polis veya kimliği belirsiz silahlı kişiler tarafından ateş açıldığı ve söz konusu sağlık personelinin öldürüldüğü belirtilmiştir.9
44. OHCHR, sokağa çıkma yasaklarını uygulayan askeri yetkililerin sağlık hizmetlerine (hayati tehlike taşıyan yaralanmalar veya hastalıklar için acil tıbbi tedavi de dahil) erişimi engellediğine işaret eden raporlar almıştır. Bu raporlar; Türk güvenlik güçlerinin barikatlar ve kontrol noktaları yoluyla tıbbi taşıma birimlerine müdahale ettiklerini ve acil taşıma araçlarına yeterli koruma sağlayamadıklarını iddia etmektedir. Güvenlik güçleri, rapor edildiği üzere, hastaneleri yatakhane ve ofis olarak kullanmışlar ve sağlık çalışanlarının çalıştıkları hastane veya sağlık merkezlerinin belli bölümlerine girmelerine engel olmuşlardır. Hükümet tarafından OHCHR’a temin edilen raporlar; tıbbi acil araçların ve itfaiye araçlarının etkilenen bölgelere erişiminin çeşitli mahallelerdeki barikat ve hendekler tarafından engellendiğini göstermiştir.
8 https://s3.amazonaws.com/PHR_Reports/southeastern-turkey-health-care-under-siege.pdf, s. 12.
9 Aynı kaynak s. 18 ve 19
D. Zorla kaybedilmeler
46. Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu Türkiye’yi Mart 2016’da ziyaret etmiş ve “ülkenin güneydoğusundaki durumun gittikçe artan şekilde kaygı verici olduğunu ve durumun insan hakları üzerindeki büyük etkisi”¹⁰ nedeniyle endişelerini dile getirmiştir. Bu durumun zorla kaybedilmeler de dahil tüm insan hakları ihlalleri için zemin hazırlayacağını belirtmiştir. Çalışma Grubu, Türkiye’nin güneydoğusunda gerçekleştirilen yargısız infazlara ilişkin iddialar ve ailelerden, güvenlik operasyonları sırasında öldürülen insanların bedenlerine ve bertaraf edilen bedenlere erişim sağlayamadıklarına ilişkin ifadeler almıştır.¹¹ Grup, Türkiye’nin güneydoğusundaki güvenlik operasyonları bağlamında insan hakları ihlal iddialarına ilişkin etraflı ve tarafsız bir soruşturma yapılması için çağrıda bulunmuştur.¹²
10 http://www.ohchr.org/EN/NewsEvents/Pages/DisplayNews.aspx?NewsID=18477&- LangIDE
11 A/HRC/33/51/Add.1, para. 12.
12 Aynı kaynak, para. 66.
E. Ülke içinde yerinden olmuş kişiler
47. Çeşitli kaynaklara göre, Türkiye’nin güneydoğusundaki güvenlik operasyonları sonucu ülke içinde yerinden olmuş kişilerin (IDP’ler) toplam sayısının 355.000¹³ ile yarım milyon¹⁴ arası olduğu tahmin edilmektedir. En yüksek sayının ise, yerel raporlara göre nüfusun yüzde 95’inin güvenlik operasyonları sonunda yerlerinden olduğu Sur ilçesinden olduğu rapor edilmiştir. Güvenlik operasyonlarından etkilenen bölgelerde yerlerinden olmuş kişilerin ya civardaki kasaba ve köylere; Diyarbakır, Van ve Batman şehir merkezlerine; ya da Türkiye’nin diğer bölgelerine taşındığı rapor edilmektedir. IDP’lerin, ya evleri güvenlik operasyonları sırasında yok edildiği için ya da Hükümet yıkım ve / veya istimlak planlarına devam ettiği için (bütün bunlar IDP’leri geri dönmesinin önünde ciddi engel teşkil etmektedir) geri dönebileceği evleri bulunmamaktadır.
48. Hükümet, rapor edildiği üzere, IDP’lerin insani ve korunma ihtiyaçlarının insani yardım kuruluşları tarafından bağımsız ve tarafsız bir şekilde değerlendirilmesi için tam erişim sağlamamıştır. Hükümetin etkilenen nüfusa sağladığı insani yardım ve temel sosyal hizmetler, rapor edildiği üzere, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesinde teminat altına alınan yükümlülükler de dahil Türkiye’nin uluslararası insan hakları yükümlülüklerinin aksine, az miktarda ve yetersizdir.¹⁵ Dahası, yerel STK’lar Hükümetin bu tür yardımları kişinin adli sicil kaydının temiz olması koşuluna bağladığını iddia etmişlerdir ki iddia edilen bu durum, acil durum insani yardım müdahalelerini düzenleyen insani ilkelerini ihlal eder
niteliktedir.
13 https://www.hrw.org/news/2016/07/11/turkey-state-blocks-probes-southeast-killings,
14 https://www.amnesty.org/en/latest/news/2016/12/turkey-curfews-and-crackdown-forcehundreds-of-thousands-of-kurds-from-their-homes/
15 https://www.amnesty.ch/en?set_language=en&cl=en&gclid=CjwKEAiAirXFBRCQyvL279Tnx1ESJAB- GQvssjpkiW7SVa4NJImBLUUarP1h_aAYmuYHfbtuvtlcBoCXHXw_wcB, s. 18-19
Toplam Ölüm Sayısı

Yukarıdaki grafikte Uluslararası Kriz Grubu’nun açık kaynaklara dayandırdığı verilere göre çatışmaların yeniden başladığı Temmuz 2015’ten itibaren 2016 yılının sonlarına doğru ölüm oranların yükseldiği görülmektedir. Aşağıdaki grafikte ölüm olaylarına neden olan etkenlerin grafiği verilmektedir. Yan sayfada ve üst grafikte Temmuz 2015 ile 2016 yılının ortalarına kadar kentsel alanlarda ölüm oranların yüksekliği dikkat çekmektedir. Yan sayfada ve altaki grafikte ise 2011 ile çatışmaların başladığı Temmuz 2015’e kadar yaşanan ölümler verilmektedir. Barış sürecinin başladığı Mart 2013 ile Temmuz 2015 tarihleri arasında ölüm oranlarının yok denecek kadar az bir seviyeye düşmesi çarpıcıdır.


