DEVLET GELDİ
2015-2016 Sokağa Çıkma Yasakları Almanağı
2013 yılından itibaren Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun barışçıl çözümü çerçevesinde sürdürülen Çözüm Süreci, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe mutabakatı ile müzakere edilmeye başlandı. Ancak sürecin buzdolabına kaldırılmasının¹ ardından 2015 yılının temmuz ayında Kürtler ile rejim arasında yeniden başlayan çatışmalar, otuz bir yıllık düşük yoğunluklu iç savaşın en şiddetli safhasına sahne oldu. On yıllardır süre gelen çatışma sürecinin önceki evrelerinin aksine, bu kez silahlı çatışmalar Kürdistan’ın kırsal alanlarında değil, kent merkezlerinde yaşandı. 18 Ağustos’ta Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde bir dükkânın kepengine yazılan “Devlet Geldi” yazısı ile rejim, bütün silahlı güçleri ile bir savaş yürüteceğinin mesajını verdi.
Bu süreçte YPS (Sivil Savunma Birlikleri-Yekîneyên Parastina Sivîlan) toplamda 12 şehirde hendekler kazdı ve bu kentlerin tamamında çatışmalar yaşandı. Bu şehirler, Varto, Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova Silopi, Silvan, Derik, Dargeçit, Bismil ve İdil’dir. Bu şehirlerin dışında Van ve Siirt’te de hendeklere dayalı olmayan hareketli çatışmalar yaşandı.
Aralık 2015’te bu çatışmalara Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tank, top, helikopter ve ağır silahları dahil etmesiyle beraber Şırnak, Cizre, Sur, Nusaybin, Yüksekova gibi kentler yerle bir edildi. 16 Ağustos 2015’te Muş’un Varto ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile başlayan çatışmalarda, hayat
bir bütün olarak sekteye uğradı. Sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar kısa süre içerisinde birçok kent ve mahalleye yayıldı. Günlerce, aralıksız bir şekilde devam eden sokağa çıkma yasakları döneminde, abluka altındaki kentlerin dış dünyayla irtibatı kesildi. Çatışmaların olduğu kentsel alanlarda mekansal dokunun tamamıyla yıkıma uğratılmasının yanı sıra öldürme, yaralama, kitlesel yerinden etme gibi ağır insan hakları ihlalleri ve özel mülke yönelik gasp planlı bir şekilde uygulandı.
1 Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Reccep Tayyip Erdoğan 11 Ağustos 2015’te “Bundan sonra çözüm süreci buzdolabına kaldırılmıştır” dedi.
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/08/150811_turkiyede_bugun_catisma_operasyon
Bu süre içerisinde kentlere giriş ve çıkışlara izin verilmedi. Kentlere girişler polis ve asker barikatları ile engellendi. Sivil toplum örgütlerinin, gazetecilerin, doktorların, avukatların, parti temsilcilerinin bu süre içerisinde kentlere girişleri önlendi ve araştırma yapmalarına izin verilmedi. Elektrik ve telefon şebekeleri de kesilerek kentlerde yaşananlara dair dışarıya bilgi akışı önlendi. BM dahil İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve İnsan Hakları için Doktorlar (Physicians for Human Rights)
gibi insan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası grupların, ihlalleri belgelendirmek amacıyla kentlere girmesine, çatışmalar bittikten ve sokağa çıkma yasakları kaldırıldıktan sonra bile ya engellenmeye çalışıldı ya da izin verilmedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye araştırmacısı
Emma Sinclair-Webb bu durum için:
“Türkiye Hükümeti’nin güneydoğuda birçok bölgeyi fiilen abluka altına almış olması, bir şeylerin örtbas edilmeye çalışıldığına ilişkin şüpheleri besliyor”
dedi ve ardından “aralarında çocukların da bulunduğu, beyaz bayrak sallayan, ya da bodrumlarda mahsur kalmış sivillerin, Türkiyeli güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü yönünde inandırıcı anlatımlar var ve bu anlatımların varlığı alarm zillerinin yüksek sesle çalmasına neden olmalıydı” açıklamasında bulundu.
16 Ağustos 2015’ten 1 Mart 2018 tarihine kadar geçen süre içerisinde toplam 11 il ve en az 49 ilçede resmi olarak tespit edilebilen en az 299 sokağa çıkma yasağı ilanı yapıldı:
DİYARBAKIR (169 kez),
MARDİN (48 kez),
HAKKÂRİ (23 kez),
ŞIRNAK (13 kez),
BİTLİS (14 kez),
MUŞ (7 kez),
BİNGÖL (7 kez),
DERSİM (6 kez),
BATMAN (6 kez),
ELAZIĞ (2 kez) ve SİİRT (4 kez).
Ayrıca Dersim (Tunceli), Hakkari, Mardin, Şırnak başta olmak üzere 127 bölge özel güvenlik bölgesi ilan edildi.
2014 nüfus sayımı verilerine göre sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği ilçelerde yaşadığı bilinen en az 1 milyon 809 bin kişi bu yasaklardan etkilendi; özgürlük ve güvenlik hakkı; özel ve aile hayatına saygı hakkı; toplanma özgürlüğü; örgütlenme özgürlüğü; din özgürlüğü; bilgi alma ve verme özgürlüğü, mülkiyetin korunması hakkı, eğitim hakkı, işkence ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağı, yaşam hakkı ve vücut bütünlüğü hakkı olmak üzere en temel hakları ihlal edilerek bu haklarından mahrum bırakıldı.²
Ölüm, yıkım ve kitlesel zorla yerinden etmelerin önemli bir bölümü, aralarında Cizre’nin de bulunduğu dokuz kentte gerçekleşti.
Bu kentlere daha sonra geri dönüşler olsa da ilk
etapta yarım milyona yakın insan zorla yerinden
edildi. En az 3 bin 638 kişi öldü. Sadece insanları hedef alıp onları yerinden etmeyi değil, insanların kültürel değerlerini, yaşadıkları kentleri ve yaşam biçimlerini ortadan kaldırmaya yönelik olan kentkırımın örnekleri yaşandı. Kentkırım olarak değerlendirilebilecek örneklerden biri de Şırnak oldu.
2 TİHV, 16 Ağustos 2015 – 1 Mart 2018 Tarihleri Arasında İlan Edilen Sokağa Çıkma
Yasakları
Şırnak’ta yasağın başlaması ile beraber kentin hakim tepelerine konumlandırılan tank, top ve obüsler ile kent merkezi vurulmaya başlandı. Saldırı öncesinde askeri değerlendirmelerde Şırnak’ta
“her eve mutlaka bir top mermisi değecek”
şeklinde bir yıkım taktiği tasarlandı. Kentte top ve havan mermisinin değmediği ev neredeyse bırakılmadı. 12 mahalleden oluşan kent merkezinin 9 mahallesi yerle bir edildi. Saraybosna örneğinde olduğu gibi Şırnak 2016 yılında Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova gibi yerle bir edilen kentkırım örneklerinden birini yaşadı.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) aşırı güç kullanımı; öldürme; zorla kaybedilme; işkence; konutların ve kültürel mirasın yok edilmesi; nefrete teşvik; acil tıp hizmetleri, gıda, su ve geçim kaynaklarına erişimin
engellenmesi; kadına karşı şiddet; düşünce ve ifade özgürlüğü ile siyasi katılım haklarının ciddi ölçüde kısıtlanmasına dair sayısız vaka belgelemiştir. En ciddi insan hakları ihlallerinin ise sokağa çıkma
yasaklarının uygulandığı dönemlerde meydana geldiği rapor edilmiştir. Bu dönemlerde bazı yerleşim yerlerinin dünya ile bağlantısı bütünüyle kesilmiş ve hareketlilik günlerce, gece gündüz aralıksız bir şekilde kısıtlanmıştır.³
3 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Türkiye’nin güneydoğusundaki
insan hakları durumuna ilişkin rapor Temmuz 2015- Aralık 2016
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks’in tecrübesine göre bölgede ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve yaşananlar eşi benzeri olmayan bir uygulamadır. AİHM içtihadında da böyle bir uygulamanın izine rastlanmamıştır. Komiser raporunda, sokağa çıkma yasağının bundan daha ağır bir uygulamasını tahayyül etmenin zor olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle komiser, söz konusu sokağa çıkma yasaklarının
Venedik Komisyonu tarafından sayılan bütün hakları etkilemiş olması muhtemel olduğu görüşündedir.⁴
Bölgedeki sürece bir bütün olarak bakıldığında, bu sürecin, altyapıdaki değişiklikler ve nüfus transferi vasıtasıyla güvenliği sağlamak için söz konusu yerlerde ikamet eden kişileri yerinden etme ve bu yerleri yıkıp yeniden inşa etmeye yönelik önceden tasarlanmış bir planın olduğu izlenimini veriyor. Sokağa çıkma yasaklarının boyutu düşünüldüğünde, bölge genelinde sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerde yerinden edilen kişilerin toplam sayısının yarım milyonu aşmış olması kuvvetle muhtemeldir.⁵
4 Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks, Türkiye’nin Güneydoğu
Anadolu Bölgesindeki Terörle Mücadele Operasyonlarının İnsan Haklarına Etkilerine İlişkin Memorandum, 7.
https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?command=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2952754&SecMode=1&DocId=2393076&Usage=2
5 https://www.amnesty.org/download/Documents/EUR4452132016TURKISH.PDF
Temmuz 2015’te Türk Güvenlik Güçleri, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve ona bağlı gençlik milislerinin arasında açık düşmanlığın tekrar ortaya çıkması ile, özellikle Türk hükümeti tarafından, sağlık hakları ve tıbbi tarafsızlık ihlallerinin yaygın olarak meydana geldiği bir dönem başlamıştır. Türk güvenlik güçleri; güneydoğudaki kentleri tamamen kuşatmış, sağlık tesislerini kanunsuz olarak askeri
amaçlarla kullanmış, acil sağlık hizmetlerine erişimi engellemiş ve bunlardan mahrum etmiş, sağlık tesislerini imha etmiş, sağlık çalışanlarına saldırmış ve zulüm uygulamış ve diğer yöntemlerle bölge sakinlerinin yaşam ve sağlık haklarını ihlal etmiştir.⁶
Gimgim/Varto
7 Haziran 2015’te yapılan Türkiye Genel Seçimleri sonrası başlayan çatışmalı dönemin yaşandığı ilk yer Muş iline bağlı Varto ilçesidir. 16 Ağustos’ta
Varto’da uygulamaya konan sokağa çıkma yasağı daha sonra 11 il ve 49 ilçe merkezine yayılacaktı.
10 Ağustos günü Varto-Muş karayolunda HPG gerillalarının yol kontrolü yaptığı sırada çıkan çatışmada HPG gerillası Ekin Wan kod adlı Kader Kevser Eltürk yaralı olarak esir düştü.
Esir alınan kadın gerillanın 15 Ağustos gecesi sosyal medyada yayınlanan sokak ortasında öldürüldüğü ve çıplak görüntülerinin sergilendiği kareler infial yarattı. Bu görüntüler bundan sonra yaşanacak süreç için dönüm noktası oldu.
2013 yılından itibaren sürdürülen çatışmasızlık sürecini etkileyen ve hem kent savaşlarının başlangıcını hem de kentlerde hendeklerin kazılmaya başlanmasına neden olan sürecin en önemli gelişmesi oldu. Aynı zamanda yeni süreçte rengini belli eden ilk ciddi göstergeydi.
Batı seçim atmosferinden dolayı yaşanan durumu fark edemezken doğu öfke patlaması yaşıyordu. ‘Coğrafyayı koruyamazsan bedenini de koruyamazsın’ algısının özellikle gençlerde yerleşmesine neden oldu. Zaten 2013 yılından
itibaren gençler, rejim güçlerini sokaklarından, evlerinden uzak tutmak için barikatlar ile küçük deneyimler yaşamıştı. Hendekler, bu yaşanan durum ile yeni bir boyut kazanıyor ve hem 2004 yılından beri talep edilen öz yönetimin fiili icrası hem de rejim güçlerini ‘bedeninden, hanenden ve
mekânından’⁷ uzak tutmak için başvurulan bir koruma sistemi oldu.
7 Mersin, Şırnak Kadın, 52
“Ölü bedenler önümüze bir özgeçmiş ile birlikte gelir.
O özgeçmiş, bizim o ölü bedenleri onlarla aynı hayatı süren başka insanlarla özdeşleştirmemizi sağlar. Onların bedenine yapılanlar, hayattayken onlarla aynı kaderi paylaşanlara yapılmak istenilenin bir göstergesidir. Bedenleri hem ölü hem diridir. Fiziken ölü olsalar da, siyaseten yaşamaktadırlar. Ölü beden ve ölü bedene yapılanlar siyasetin en çıplak halidir.”⁸
8 (Verdery, Katherine. 1999. The Political Lives of Dead Bodies: Reburial and Postsocialist Change. New York: Columbia University Press aktaran Evren Balta,
http://www.birikimdergisi.com/haftalik/7240/olu-bedenlerinsiyasal-yasamlari#.Vx5-Afl97IU)
Bir grup HPG gerillası, bu görüntülerin servis edilmesinden sonra Varto merkeze kadar indi. 15
Ağustos akşamı saat 20:30 civarında ilçe merkezinde HPG gerillaları ile asker ve polis arasında yaşanan çatışmanın ardından kent merkezi tüm sokaklar dahil HPG gerillalarının kontrolüne girdi. İlçede bulunan asker ve polis karakollara çekilirken Muş ve Hınıs yönünden
asker ve polis takviyesi yapıldı.
2013 yılından itibaren Cizre, Lice, Nusaybin gibi yerlerde hendekler olmasına rağmen ilk ciddi hendek kazma olayı da Varto’da yaşandı. Önceki hendek kazma pratiği daha çok güvenlik nedeni ile gece yapılan ev baskınlarına karşı önlem amacı ile mahalleli gençlik tarafından kazılırken Varto da ise
hendekler savaş cephesi olarak alan tutma ve oraya devlet güçlerini sokmama amacıyla kazıldı.
Muş Valiliği tarafından, sokağa çıkma yasağı 16.08.2015 tarihinde sabah 8.30’da, HPG’liler kent merkezinde iken, ilan edildi:
• “15.08.2015 tarihinden itibaren, Varto ilçesi şehir merkezinde PKK terör örgütü mensupları tarafından çok sayıda mayınlama ve tuzaklama yapılmıştır. Bu tuzaklamaların imhası esnasında vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinin
sağlanması başta olmak üzere, asayiş ve güven ortamının tekrar tesis edilmesi için, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi gereğince, ilimiz Varto ilçesinde, 16.08.2015 günü saat 08.30 itibari ile ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.”
Buna karşın HPG gerillaları 156 jandarma ve 155 polis imdat hatlarını arayarak devlet güçleri için sokağa çıkma yasağı ilan ettiklerini duyuruyordu:
• “Varto’da demokratik özerklik ilan edilmiştir ve tüm sokaklar PKK gerillalarının denetimindedir. Siz polis ve askerlere sokağa çıkmak yasaktır. Kendi can güvenliğiniz için sokağa çıkmayınız. Bundan sonra Varto PKK gerillalarının denetimindedir.”
16 Ağustos akşam saat 20:00 civarında HPG’liler Varto merkezden çekildi, sokağa çıkma yasağı ise 17.08.2015 saat 05.00’te kaldırıldı. Bu sürede 4 kişi yaşamını yitirdi. İnşaat işçisi oldukları belirtilen Muş doğumlu Rahmi Kızıltaş (36) ve Abdullah Toprak’ın (26) araçlarına açılan ateş sonucu yaşamlarını yitirmiş oldukları ifade edilirken diğer 2 kişinin kimliklerine ilişkin ise bilgi edinilemedi.⁹
9 TİHV Dokümantasyon Merkezi Verilerine Göre 16 Ağustos 2015- 16 Ağustos 2016
Tarihleri Arasında Sokağa Çıkma Yasakları ve Yaşamını Yitiren Siviller 21.08.2016
Kader Kevser Eltürk’e ait fotoğrafların infial yaratmasından sonra Muş Valiliği tarafından fotoğraf ile ilgili yapılan açıklamada ise şu
ifadelere yer verildi:
• “10.08.2015 tarihinde İlimiz Varto İlçesi kırsalında güvenlik güçlerimiz ile girdiği çatışma neticesi etkisiz hale getirilen PKK terör örgütü mensubu bayana ait bazı görüntülerin sosyal paylaşım sitelerinde yayınlandığı tespit
edilmiştir. Kamuoyu ve Valiliğimizce kabul edilemeyecek şekildeki bu görüntüleri çeken, yayınlayan ve sosyal medyaya servis eden kişi veya kişiler hakkında adli ve idari soruşturma başlatılmıştır.”
Halkı tahrik etmeye yönelik
Sokağa çıkma yasağının kaldırılmasından sonra İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından oluşturulan bir heyet Varto’ya gitti. Heyet 15-16-17 Ağustos tarihlerinde Varto ilçesinde olaylara tanıklık eden,
yaşananlar nedeniyle zarar gören kişilerle yaptığı görüşmelerden elde edilen anlatımları şöyle sıraladı:¹⁰
– Ekin Wan kod adlı Kader Kevser Eltürk’ün yakalanıp infaz edildikten sonra sosyal medyada yayınlanan görüntüleri dehşet vericidir. Halkı tahrik etmeye yöneliktir. Aldığımız duyumlara göre ve ailesinin otopside gördüğüne göre Kader Kevser Eltürk’ün kalçasından yaralandığı ve bunun öldürücü olmayabileceğidir, yine ailenin ifadesinde boynunda ip izleri olduğu iddiaları vardır.
– Valiliğin kadın militanın çıplak cesedinin yayınlanması konusunda yaptığı “bu görüntüyü servis edenler tespit edilecektir” sadece bu
açıklaması, “görüntüden önceki yapılanların işkence ve insanlık dışı muamele olduğunu” görmezden gelmesi sebebiyle toplumun değerlerini incitici ve dehşet vericidir.
İHD heyetinin tanıklar ile yaptığı görüşmelerin birkaçı yaşanan durumu şöyle ifade etti:
– “Varto merkezde güvenlik güçleri ile HPG militanları arasında çatışma yaşandığı iddialarının doğru olmadığını düşünüyoruz, sokağa çıkma yasağından sonra silah sesleri yoğunlaştı, sokağa çıkmamız yasak olmasa bile çatışma var mı yok mu bilgimiz olamaz çünkü kurşunlar evlerimizin içine kadar girdi.”
– “Elektrikler ve sular kesilmişti.“
– “Varto merkez çatışmaya uygun bir yerleşim yeri değildir, evlerimiz, iş yerlerimiz taranmıştır, buyurun fotoğraflarını! Mermi, kurşun delikleri gözle görülür haldedir, panzer mermilerini bizzat topladık, bixi tarzında silahlarla tarandık, roketler atıldı, bazı komşularımızın evleri kısmi yandı bir komşumuzun evi tamamen yandı, evden çıkmasalar kendileri de şu an yoklardı.”
– “Taranan evlerin ve iş yerlerinin arasında bulunan Banka, ATM gibi kamuya ait binalarda hiçbir kurşun izi yoktur, bu ilgi çekici değil midir?”
– “Sokağa çıkma yasağı boyunca hareketlilik tespit edilen her yer taranmıştır, sonrasında da özel harekatçılar bu taranan yerlere gelip kan izleri aramışlardır.”
– “16 Ağustos akşamı çok büyük bir patlama oldu ve ondan sonra çatışma hafifledi ve duyduk ki infaz edilenler varmış. Sokağa çıkma yasağı bitmiş olmasına rağmen olay yerine yaklaştırılmadık, daha
sonra gittiğimizde cenazeleri zaten götürmüşlerdi. Ağaçların üstünde, yerlerde et parçaları vardı, gördük, resimlerini çektik. Duyduk ki, Varto’ da ikamet eden Rahmi Kızıltaş ve Abdullah Toprak isimli kişiler ile birlikte iki kişi daha infaz edilmiş.”
– “İki komşumuzun öldürüldüğünü duyduk, onlar bizim komşularımızdı; arkadaşlarımızdı, her gün bir aradaydık, çay içip sohbet ediyorduk, cesetleri görmek için olay yerine bile yaklaştırılmadık.”
– “Güvenlik güçleri, HPG’liler merkezdeyken evlerinde, karakollarda bekledi, sonrada evlerimizi taradılar.”
Av. Eren Keskin, Leman Yurtsever ve İHD Varto Temsilcisi Av. Rumet Agit Özer’den oluşan ekip bir kez daha Varto’ya giderek, Muş İli Varto İlçesinde Meydana Gelen Olayları Araştırma ve İnceleme
Raporuna Ek Olarak yeni bir düzenleme yayınladı. Yaşananların savaş suçu olduğu ifade edilen
raporda, ULUSLARASI HUKUK KAPSAMINDA OLAYA BAKIŞ başlığı altında şunlar belirtildi:
“Uluslararası hukuk, kadına yönelik şiddet konusunda uzun yıllar çok yetersiz kalmıştır. 1. ve 2. Dünya savaşlarında milyonlarca kadın cinsel şiddete maruz kaldıkları halde, savaşlardan sonra kurulan Tokyo ve Nürnberg mahkemelerinde, bu suç yargılanmamış, gözden kaçırılmıştır. Ancak, Bosna ve Ruanda’da yaşanan çatışmalarda, çok
sayıda kadına karşı taciz, tecavüz ve her türlü cinsel şiddet, özellikle kadınların çabaları sonucunda, ‘savaş suçu’,’ insanlığa karşı suç’ olarak tanımlanmış ve yargılanmaya başlanmıştır.
Yine Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsünde de, kadına yönelik her türlü şiddet, bir ‘savaş suçu’ ve ‘insanlığa karşı işlenmiş suç’ olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar Türkiye UCMY’e taraf olmasa da suç tanımı olarak Kader Kevser Eltürk’e (Ekin Van) karşı işlenen suç, savaş suçu niteliğindedir.”
10 İHD, Muş İli Varto İlçesinde Meydana Gelen Olayları Araştırma Ve İnceleme
Raporu
Varto’da yaşanan süreçte, afet ve kriz yönetim ilkeleri doğrultusunda bir çözüm geliştirme yöntemi denenmedi. Bunun yerine operasyonel bir perspektiften bakıldı. Özellikle Kader Kevser Eltürk’ün öldürülüp bedeninin çıplak sergilenmesi bütün bölgede infiale neden oldu.
Savaşlarda ve silahlı çatışmalarda kadına karşı şiddet bir savaş aracı olarak kullanılmaktadır. Böylece kadına karşı şiddet bir yana, savaşın karşı tarafı olan halkın, toplumsal ve sosyal yapısı da tahrip edilmektedir.¹¹
11 İHD, Muş İli Varto İlçesinde Meydana Gelen Olayları Araştırma Ve İnceleme Raporuna Ek olarak
Kader Kevser Eltürk olayının bölgede nasıl bir infial yarattığı, bölge insanı üzerinde nasıl bir tesir bıraktığını Şırnak’ta yapılmış aşağıdaki görüşme ortaya koyuyor.
12 Kadınların Göç Hikayeleri, Şırnak s.32-34, 2018, İstanbul
Farqîn/Silvan
Varto’da yaşanan olaylar daha
yatışmamışken ve heyetler yaşananlara dair araştırma yapmak üzere yola yeni çıkmışken bu kez Diyarbakır ili Silvan ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyordu. Silvan’da 18-19 Ağustos, 24-25 Ağustos, 13-14 Eylül, 02-05 Ekim, 18- 21 Ekim ve 03-14 Kasım tarihleri arasında 6 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Ekin Wan’ın ölü bedeninin çıplak görüntüleri sosyal medyaya düştüğü gün olan 15 Ağustos tarihinde Silvan’da öz yönetim ilan edildi. DBP İlçe Başkanı Barış Gülenyüzlü 15 Ağustos’ta okuduğu öz yönetim ilanında şu beyanda bulunuyordu:
“AKP hükümetinin herkes benim emrimde
olmalı ve istediğim şekilde hareket etmeli, dayatması kabul edilmez. Biz Ankara’dan yönetilmek istemiyoruz. Bu yüzden kendimizi ve kentimizi öz yönetimimizle yönetmek istiyoruz. Ve tabii ki de yöneteceğimiz bu alanda bu halkın önderi olan önder Apo ile bu sistemi uygulayacağız. Bu bizim en meşru hakkımızdır. Önder Apo’nun özgürlüğü Kürdistan halkının özgürlüğüdür. Bizler
Farqîn’de (Silvan) yaşayan seçilmişlerin Demokratik Kent Meclisi olarak faşizan ve meşru olmayan rejime karşı toplumun öz yönetimi olarak
kendimizi beyan ediyoruz.
Halka karşı yapılan topyekün imha rejimine karşı bugünden itibaren halk olarak öz yönetim ve irade ile kendilerini yöneteceklerine inanıyoruz. Bütün kamuoyu ve meşru irade beyanımızı tanımaya ve sahiplenmeye çağırıyoruz. Bununla beraber
geliştireceğimiz bu öz yönetime karşı gelişecek
herhangi bir saldırıya karşı öz savunmamızı alacağımızı ya da halka yönelik herhangi bir katliam ya da saldırıya karşı en meşru hakkımız olan
öz savunmamızı geliştireceğimizi belirtiyoruz.
Farqîn’i (Silvan) Farqîn halkı yönetecektir.”
YDG-H’li (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) gençler devlet güçlerinin saldırılarını durdurmak ve mahallelerine girmesini engellemek için
Tekel, Mescit ve Selahattin mahallelerinde sokaklarda barikat kurup hendek kazmaya başladı.
Varto’da 15 Ağustos’ta ilan edilen ve 17 Ağustos 2015’de kaldırılan iki günlük sokağa çıkma yasağının ertesi günü, 18 Ağustos gece saat 01.00’de, Diyarbakır Valiliği tarafından Silvan’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Diyarbakır Valiliği, 19.08.2015’te yaptığı basın açıklamasında özel
harekat ve diğer birimlerden oluşan 700 kişilik
bir ekiple sabah saat 05.00’ten itibaren ilçenin
tamamını kapsayacak şekilde operasyon başlatıldığını duyurdu. Kent bu operasyon ile tamamen abluka altına alınırken dışarıdan kente girmek isteyen heyetlere izin verilmedi. Elektrik, su, internet, mobil şebekeleri kesildi¹ ve ilçede olan bitene dair bilgi akışı da gerçekleşemedi.
1 SİLVAN OLAYLARI İNCELEME RAPORU, 26 Ağustos 2015, heyette yer alan
kurumlar:
– İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi
– Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği
– Diyarbakır Barosu
– Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD) Diyarbakır Şubesi
– Diyarbakır Tabip Odası
Silvan’da yaşanan durumu yerinde gözlemlemek ve Varto’da yaşanan olayların burada tekrarlanmaması için Silvan’a doğru heyetler harekete geçti. Ancak heyetlerin kente girişine izin verilmedi. Kente girmek isteyen heyetin içinde yer alan HDP Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir yetkililer ile görüşmelerini şu ifadeler ile aktarıyordu:
“Bölgede iletişim hatları kesik, elektrik kesik, bilgi alamıyoruz. Şu anda Silvan yolundayız. Valilikle görüştük, Valiliğin ifadesine göre, Valiliği aşan bir durum var. Ankara’dan emir gelmiş.”² Erişim engeli, sokağa çıkma yasağının sona erdiği 19 Ağustos 2015 günü saat 07.00’ye kadar sürdü.
Diyarbakır Valiliği, 17 Ağustos’ta ise Silvan, Lice, Kulp, Dicle ilçelerinin kırsal kesimlerinde 20 bölgeyi güvenlik bölgesi ilan etti. Silvan’a bağlı yaklaşık 55 köy sınırının dahil olduğu 6 mıntıka ilan edilen güvenlikli bölgenin içinde yer aldı. Bu köylerin büyük bir bölümü ilçenin kuzey kesiminde yer alan dağ köyleri. Ancak ilçenin güneyi ve batısını da içine alan ova köyleri güvenlikli bölge kapsamına alındı.
Sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra ilçe sakinleri seslerini duyurabildi. İlçede yaşayan Ahmet Altun BBC Türkçe’ye Silvan’da yaşananları şöyle aktarıyordu: “Balkonlara çıkamıyoruz. Camiden, katliam olmasın diye insanlara canlı kalkan olma çağrısı yapıldı fakat polis sert müdahale etti. Azizoğlu Meydanı’nda büyük bir yangın var. Balkona çıkıp bakmak istedim, polis balkona ateş açtı. Bugün burası Kobanê gibi. Çatışma değil, burada savaş var. Silvan’ın dört tarafından dumanlar yükseliyor.”
Silvan’da uzun yıllardır gazetecilik yapan İhsan Yılmaz yaşanan süreçte afet ve kriz yönetim ilkeleri doğrultusunda bir çözüm geliştirme yöntemi denenmediğini şu ifade ile aktarıyordu: “9 saat boyunca güvenlik güçleri müdahale etti. Çatışma yaşandı. Sanki Silvan düşman işgalindeymiş gibi. Oysa diyalog yoluyla bu durum hasarsız, ölümsüz atlatılabilirdi. Bu hassasiyet gösterilmedi.”
2 http://www.radikal.com.tr/turkiye/sokaga-cikma-yasagi-olan-silvanda-catisma-1-olu-1-yarali-1417402/
Sokağa çıkma yasakları sürecinde çatışmaların olduğu kentlerde sıklıkla dillendirilen bilinmeyen silahlı kişiler ya da sakallılar da ilk kez Silvan’da ortaya çıkıyordu. Tanıklar, operasyon boyunca gördükleri bazı silahlıların hiç de polise ya da özel harekata benzemediklerini kaydediyordu. Bir kent sakini, “Özel harekattan beterdi. Kime hizmet ettikleri belli değil. Yüzleri kapalı. Bazılarında uzun sakallar vardı. İlaç kullanıyor gibi bakıyorlardı.” Genç bir kent sakini de gördüklerini şöyle aktarıyordu:
“Hafif başımı uzatıp pencereden baktım. Buraya gelen devletin normal polisi değildi. Siyah, uzun sakallı, hiç polise benzemiyor.
Ben onların polis olduğuna inanmıyorum.
‘Çabuk içeri gir’ diye bağırdı. Uzun sakallarıyla sanki devletin polisi değil de IŞİD’li gibi
görünüyor. İnsanlara bakışını bir görseniz,
vahşet içinde.”³
Yasak döneminde Serhat Bilen (25) Özel Hareket Timleri tarafından
açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi. Hanife Durak (80), Veysi Toraman (60) ise çatışmaların gerilimi nedeniyle geçirdikleri kalp krizi
sonucu yaşamlarını yitirdiler.
3 http://www.diken.com.tr/sur-izlenimleri-2-buraya-gelenler-devletin-normal-polisleri-degil/
Tanık:
Ben şu penceredeydim. Kobra, gelip şu direğin önüne girdi ve ateş etmeye başladı. Karşımızdaki bütün evlere ateş ederek, tahrip etti. Sonra bize doğru geldi. Bütün dükkanlara ateş etmeye başladı. Tekel mahallesine 6 araçla geldiler sanırım. Kepçe de önlerindeydi. Arabamı önüne katıp sağa sola, direğe duvara vurmaya başladı. Parçalayıp getirip buraya attı. Ben izliyordum. Artık dayanamadım ve dışarıya çıktım. Köşe başındaki kobradan bana ateş ettiler. Camlar kırıldı ve ben üzerine düştüm. Güç bela kendimi tekrardan içeriye attım. Birkaç mermi de içeriye isabet etti. Adamlar bizi öldürmeye gelmişti. Pencere bırakmadılar bizde, hiçbir şey bırakmadılar. Evleri taradılar, sonrada bizi geçip gittiler. Evleri taradıkları sırada ‘Allah-u Ekber’ diye tekbir getiriyorlardı ve Ölürüm Türkiye’m marşları söylüyorlardı. Sadece ben değil, bütün mahalle gördü bunu. Bir de arabamı hırpalayan kepçecinin yanına gelen rütbeli bir komutan, ona ‘gazan mübarek olsun’ dedi. Bi de ‘benzin yok mu?’ diye bağırmaya başladı. Belli ki yakmak istiyorlardı. Bütün bunları bizzat duydum. Bunlarda iman, din yoktu.⁴
4 SİLVAN OLAYLARI İNCELEME RAPORU, 26 Ağustos 2015, heyette yer alan
kurumlar
-İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi
-Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği
-Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası
-Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD) Diyarbakır Şubesi
16 Ağustos 2015 tarihinden itibaren Silvan’da farklı zamanlarda 6 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. En uzun uygulanan yasak, 03-14 Kasım 2015 tarihlerinde ilan edilen ve 12 gün süren 6. sokağa çıkma yasağı oldu. Bu yasak ile süreç geri dönülemez bir noktaya geldi. Devlet bütün silahlı güçleriyle karşısında direnen gücü imha etmeye yöneldiği bir konsepti devreye koydu.
Tahribat, ölüm ve yaralanmaların en çok olduğu yasak süreci de bu dönemde gerçekleşti. Kentten, özellikle çatışmanın olduğu mahallelerden insanlar büyük oranda göç etmek zorunda kaldı.
3 Kasım 2015 tarihinde saat 05.00’te başlayarak ikinci bir emre kadar Silvan’da Tekel, Mescit ve Konak mahallelerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak ilanından sonra ilçeye daha önce sevki gerçekleştirilen savaş mühimmatı, ağır silah, asker, özel hareket timleri, sivil polislerin yer aldığı hava destekli bir saldırı gerçekleştirildi.
Yasak, ilçe kaymakamlığı tarafından yapılan duyuru ile 14 Kasım 2015 tarihinde saat 14.00’ten itibaren sona erdirildi. Yasak sona erene kadar ilçede mobil şebeke kesintileri uygulandı.
Bu yasak döneminin en çarpıcı olaylarından biri duvar yazıları oldu. Silvan’da başlayan devletin duvara yazı yazma olayı bundan sonra çatışmanın yaşandığı tüm yerlerde görüldü. Devlet duvar yazılarında varlığını yaralayıcı bir şekilde sergilerken aslında yokluğunu da ifşa ediyordu.
Sokağa çıkma yasağının ilk günü olan 3 Kasım 2015’te Diyarbakır Caddesi üzerinde, Müslüm Tayar (22) isimli genç zırhlı araçtan açılan ateş sonucu 4 kurşun ile yaralandı. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi altına alınan Tayar, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Aynı gün Tekel mahallesinde polis tarafından açılan ateş sonucu Sertip Polat (20) isimli bir genç daha yaşamını yitirdi. Abdulkerim Eleftos (27), Faysal Korkmaz (40) ise yaralandı. Yasağın ikinci gününde Engin Gezici (24) evinin önünde vurularak öldürüldü. İsmet Gezici (55) vurulup yere düşen yeğeninin imdadına giderken o da öldürüldü. 5 Kasım’da Mukaddes Arbağ (33), 6 Kasım’da Rıdvan Us (20) ile Adnan Bakır (?) 8 Kasım’da Mehmet Emin Çiçek (70) ise yaralandılar. 9 Kasımda kahvehane taranması sonucu Mehmet Gündüz (45) yaşamını yitirirken Seyfettin Kurt (44), Kudbettin Çiçek, Abdulsamed Kesici (50) ise yaralandılar.
Mustafa Sağlam (26) da Selahattin Mahallesi’nde polisler tarafından açılan ateş sonucu yaralandı. 11 Kasım’da A.G. (5) bombaatar parçasının isabet etmesi socunu yaşamını yitirirken İ. Y. ise ağır yaralandı. 12 Kasım’da Hüseyin Yıldız 13 Kasımda Üstün Güneş (45) yaralandılar.
18 Ağustos’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve sonrasında yaşanan olayları araştırmak
için kente giden sivil toplum örgütleri gazeteciler tanıklar ile yaptıkları görüşmelerde hemen
hepsi ismini vermekten sakınca görmemiş; ancak 03-14 Kasım olaylarından sonra yapılan
görüşmelerde tanıklar adlarının saklı kalma
şartı ile konuşmuştur. İnsanların güvenlik riskini en üst boyutta hissetmeye başladığını gösteren önemli bir işarettir.
Öldürülen Süleyman Güleç için tanık beyanı:
Kendisi bekârdı. Market vardı, markete bakıyordu. Kahvenin yanındaydı marketleri. Zaten bizim vekiller oradaydı. Onlar, bizden daha iyi biliyor. Onları kurtarmaya çalışmış. Kendini onlara siper etmiş. Ayla Akat ordaydı,
4 milletvekilimiz oradaydı. Onlar dediler ki “biz nereye sığınmaya çalışıyorsak tank veya roketi, oraya doğru atıyorlar.‟ Helikopter yukarıdan onları tespit ediyor. Olay anında vekillerle birlikte oradaymış. Tek bir kurşunla, kalbinin üzerinden vurmuşlar. Kurşun sırtından çıkmış… Onu çıkardığımızda aynen bizim gibiydi… Çocuk aniden düşmüş. Bunların kurşunları zehirlidir. Kana dokundu mu hemen insan gider. Bakın, iki-üç kişi de aynı bu olaylarda ayaklarından yaralanmışlar. Bu yara nedeniyle adamlar gitmişler.
Tanık 2:
Bir tane kurşun da omuzuna değmiş. Yani gerçekten hocam, bu M16 mermileri hepsi zehirlidir. Öbürleri, kaleşnikof veya G3 ile vurulursa bir şey olmuyor. Yani yaralar büyüktür. M16 mermilerinde hemen yara kapanıyor, iç kanamadan gidiyorlar.
Tanık 3:
12 gündür evime giremiyorum. Yeni geldim bütün kapılarım kırılmış, askerler yapmıştır.
Kimsem yok, iki oğlum hapiste tek başıma kalıyorum. 12 gündür açız sokaklardayız. Yaşlıyım, benim evimi yakıp yıkmışlar. Ben şimdi ne yapacağım gücüm yok. Korkudan evimizde kalamıyoruz ki evde kalalım! Evde elektrik, su yok ateş ediyorlar nasıl kalalım. Biz ne yapmışız ki devletin askerleri evimizin kapılarını kırıp evimizi dağıtmışlar! Allah hakkımızı bırakmasın.
Tanık 4:
4 aydır dışarıdayız dedim. 10 günde bir çocuklar gelir, devlet onları vurur… Eve gidemiyoruz. Perişanız. Evimizi yıkmışlar. 4 aydır ne Büyükşehir Belediyesi, ne Silvan Belediyesi, ne insan hakları kurumları… Kimse mağduriyetimiz için gelmedi. Açlığımız, hastalığımız, perişanlığımız… Amaç Kürdistan ise baş göz üstüne, ama bazıları keyiflerindeyse… Bak işte Silvan, şu yukarıya git güllük gülistanlık. Kahvede okey oynuyorlar. Ben burada açım, kira 150 liradan, 300 TL olmuş. Kürdistan eyvallah da, biz perişan olmuşuz.
Vicdansızlar evi hedef aldılar. Bütün kurşunları dışarıdan attılar, bakınız kurşunlara. Yeni geldim kapıyı açtım. Askerler bizleri çıkartmışlardı, kolumuzdan sürükleyip çıkarttılar. Dolaplara bakınız
kurşun izleri var, hepsini karşıdan attılar. Gelin odaya bakınız, Allah yanlarına bırakmasın. Bütün camları kırmışlar, her yeri taramışlar. Caddeden kurşun atıyorlardı. Keskin nişancılar Azizoğlu binasına yerleşmişlerdi. Kaç defadır böyle yapıyorlar. Halkın
evini boşu boşuna taramışlar, ne gerillalar burada var ne de başka kimse. Kim burada var ki halkın
evini boşu boşuna tarıyorsunuz.
Nursel Aydoğan (HDP Diyarbakır Milletvekili)
Kırılmadık kapı, dağıtılmayan ev, hiçbir şey kalmadı. Öyle saldırı, operasyon değil, resmen savaş yani! 4 bin özel harekatçı ile gelmişler. İnsan öldürmeye odaklanmış, büyük bir kin, nefret taşıyan bir güruh. İnsan eve girer, arar, o başka mesele. Göreceksiniz evleri, evlere girmişler, kapıları, buzdolapları kırmışlar, çamaşır makinelerini
dağıtmışlar. Yani nefretle, kinle ancak böyle izah edilebilir, başka türlü izah edilemez. Zaten evlerde tek bir insan kalmamıştı. Bizim bulunduğumuz noktalara roketatarlar, bombalar atıldıktan sonra biz
hemen daha korunaklı olduğunu düşündüğümüz arka mahalleye geçtik, geçerken evlerde tek bir kişi bırakmadık, bıraksaydık hepsi öldürülürdü. Mahallelerde tek kediler kaldı, mahallelerin yüzde
yüzü boşaltıldı. Çarşamba günü biz, “herkes mahallelerden çıksın” dedik. Çünkü tam cinnet geçirmiş, tam gözü dönmüş bir güruh vardı.
Çoluk çocuk, genç, yaşlı, ihtiyar demeden herkesi öldürebilirlerdi.
Biz çatışmanın olduğu gün o ana caddenin arkasındaki bir evdeydik. Birkaç eve öyle dağılmıştık. O gece sabaha kadar yüzlerce mermi, bomba atarlar, top atışları yapılıyor, bulunduğumuz ev zangır zangır titriyordu. Kapıyı kilitlemiştik… bizi orada görselerdi büyük bir katliam olurdu, hepimizi öldürürlerdi. Biz Konak mahallesine, elektriğin olduğu, telefonların biraz çektiği mahalleye geçtik. Allah kimseye göstermesin diyorum, çok kötüydü gerçekten! Kaymakam’a burada mesaj attım, yazdım dedim ki: Kaymakam Bey, burada korkunç bir durum var, durum sandığınızdan, tahmin ettiğinizden çok daha vahim, çok daha kötü, her an her şey olabilir. Biz Mescit Mahallesi’ndeyiz.Ona rağmen bulunduğumuz her noktaya tepeden ateş ediliyordu, helikopterlerle izliyorlardı. Biz bulunduğumuz noktada okuldan keskin nişancıların açtığı ateşle yaşamını yitiren Süleyman Güleç’i battaniyeye koyup hemen yan tarafta 50 metre ötedeki caminin içerisinde ölülerin yıkandığı taşın üstüne bıraktık. Zaten orada vurulduğu yerde vefat etmişti, ben baktım nabzı gitmişti atmıyordu. Bir de bulunduğumuz noktaya , tahmin ediyorum ki koordinatlar veriliyordu, bahçeye tepeden havan topları, atışları yapılıyordu. Ondan sonra biz camiye gittik, caminin her tarafını havan topları ile taradılar, caminin her tarafı parçalar ile doluydu. Korkunç bir şeydi gerçekten.
Murat ATEŞ (Muhtarlar Derneği Başkanı)
Sokağa çıkma yasağının 9. günü kaymakamlık anons yaptı sivillerin mahallelerden çıkması için. Bir gün çatışmasızlık kararı çıkarıldı; o arada çıkabilenler çıktı, çıkamayanlar içeride kaldı. Muhtar arkadaşlarımdan aldığım bilgiye göre diyebilirim ki %95 oranında insanlar çıkmıştır ama %5’lik kısım evlerinde kaldı. Onlar da hasta, yatalak
veya maddi sebeplerden dolayı evlerini terk edemeyenlerdi. Silvan genelinde ise 25 bin insan göç etmiştir. Bunların bir kısmı yukarı mahallelere, bir kısmı Bismil, Batman, Diyarbakır’a bir kısmı da
Mersin, Adana gibi şehirlere göç etmiştir. Bu üç mahalle Silvan nüfusunun yaklaşık üçte biri yani 14.365 kadardır. Sokağa çıkma yasağının 9. günü yapılan anonstan önce mahallelerin yaklaşık %30’luk kısmı evlerindeydi, ama anonstan sonra %95’i çıktı. Silvan’da en mağdur en fakir aileler gecekondulardan oluşan bu üç mahallede
yaşamaktadırlar. Özellikle maddi durumu düşük ailelerin bu çatışmalarda maddi-manevi kayıpları olmuştur. Şunu da vurgulayayım; bazı fırsatçı insanlar Silvan’da kiraları 1000 TL ye çıkarmışlar ve
sokağa çıkma yasağı bittiğinde ya da evler tamir edilirse gitmelerini engellemek için bir yıllık sözleşme imzalatmışlar.
Abdulmenaf MANAZ (CHP Silvan İlçe Başkanı)
60 yaşındayım böyle bir şey görmemiştim. Filistin’de İsrail’de bile böyle bir şey olmamıştır şimdiye kadar. Hedefleri belli değil şu an.
Benim evim tepenin altında ve orada 11 tane tank var. Gelişi güzel tarıyorlar. Kendi bahçemden dışarı çıkamıyorum. Kurşunların adresi yok, kime denk geldiyse adres orasıdır. Bu masada iki taraf var. Biri Abdullah Öcalan’dır diğeri de Erdoğan’dır.
Halk perişan durumdadır… Ana bacı dinlemeden küfrediyorlar. Devletin üniformasına güvenmezlerse bu kadarını yapamazlar. Devlet yetkilileri çıkıp burada sivil halkın can güvenliğini koruduklarını iddia ediyorlar. Hâlbuki burada 2-3 gerilla öldü, geri kalanların tümü sivil vatandaştır. Bu olaylar hakkında söylenecek tek bir şey var: Eskisi gibi çözüm süreci başlasın. Erdoğan Öcalan ile görüşürse ne Osmanlı Ordusu kalır burada ne de DAİŞ kalır. Biz abdestsiz Kur’an-ı Kerim’i elimize dahi almazken onlar gidip Kur’an kurslarını tarıyorlar, camileri tarıyorlar. Bu son olaylarda Esedullah timini henüz görmedik ama geçen defa gittiğimizde görmüştük. Özel harekât timinin içinden biri yetkililer ile Arapça konuşuyordu, Türkçe konuşamıyordu. Sosyal medyadaki fotoğraflarda zaten görülüyorlar.⁵
MAZLUM-DER Değerlendirmesi
Savaş ve çatışmaların en büyük psikolojik etkilerinden biri göç olgusudur. Yerel kaynaklardan alınan bilgilere göre bahsi geçen 3 mahalleden 25.000’e yakın insan evlerini terkederek, Silvan’daki diğer mahallelere veya farklı illere göç etmiştir . Göç sonucunda bu mahallelerde ticari faaliyetler durmuş ve yaklaşık 5.000 civarındaki öğrenci temel hakkı olan eğitimden faydalanamamıştır. Güvenlik güçlerinin operasyon yaptıkları sokaklara düşmanca hislerle duvar yazıları yazması ve bazı evleri tahrip etmesi psikolojik açıdan sağlıklı bireyler olmadıklarına, psikolojilerinin ciddi zarar gördüğüne ve toplumsal güvenlik hizmeti veremeyecek düzeyde olduklarına delil kabul edilebilir. Duvar yazılarının sıklığı ve içeriğine bakıldığında, yazılamaların farklı merkezlerde de aynı içerikte olduğu için münferit olmadığı kanısını güçlendirmektedir. Bu yazılamalar çatışma mahallinde yaşayan sivillere karşı yerleşik bir nefret duygu durumunun yaşandığına işarettir. Yaşananlara ve yazılamalara maruz kalan mahalle sakinleri ve özellikle çocuklar otoriteye karşı güvensizlik ve nefret duygularına sahip olma eğilimi taşımaktadır.
5 Diyarbakır İli Silvan İlçesi’nde Meydana Gelen Hak İhlalleri inceleme raporu, MAZLUMDER, 17.11.2015
HDP Değerlendirmesi
Bu görüntülerde, ilçeye giden yüzü maskeli özel harekât polisi mensuplarının duvarlara “Devlet geldi, “Kan koksun buram buram”, “Kurdun dişine kan deydi, korkun”, “Kızlar geldik ininize girdik”,
“TC burda piçler nerde”, “Adam Olun!!!”, “Esedullah timi burada”, “Devletin var ihanet etme”, “TC ne derse odur”, “Türksen Övün Değilsen İtaat Et” şeklinde milliyetçi, ırkçı ve cinsiyetçi tehdit içeren yazılar yazılmıştır.
Devlet Geldi
“Devlet geldi” yazısı devletin ‘yoktum ama şimdi buradayım’ ve ‘şiddetle burada olabilirim’ itirafında bulunmasıdır. Devletin varlığını Kürtlerin gözünde bir türlü süreklileştiremediğinin, “meşru” bir şekilde orada olamadığının da ifadesidir. Bu şiddet üzerinden kendini dayatan güç, sınırsız itaat beklentisi içerisinde olduğunu dile getirmektedir.
Silvan’da yazılan sloganlar, çizilen ay yıldızlar ve üç hilaller… Türk milliyetçiliğinin kuramsallaşmasında önemli bir mitin ve yol açtığı katliam hafızasını bugüne ve buraya taşımakla beraber devletin tehditkâr saldırganlığını tüm açıklığıyla ortaya sermektedir.
“Kızlar geldik ininize girdik”
Kadın bedeninin fethedilecek bir alan olarak kurgulanması ulus devletlerin temel mitlerindendir… Bu cinsiyetçi yazılamalar kadına dair devletin genel bakışın özeti ve yeniden üretimi niteliğindedir…
“Esedullah timi burada”
Esedullah timi kimdir? Kimlerden oluşur?.. ‘Esedullah Timi’… bölgedeki vali ve kaymakların inisiyatifi dışında faaliyet yürüttüğü, bu
birimlerin doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlı olduğu iddialarını bir kez daha gündeme getirmiştir. 21 Ağustos Pazartesi günü Evrensel gazetesinde çıkan habere göre heyette yer alan milletvekilleri, “Burada valilik, kaymakamlık ve kolluk güçlerinin emirlerine uymayan, doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı birliklerin olduğuna” dikkati çekerek, özel hareket timleri kıyafeti giyen bu kişilerden
bazılarının Türkçe konuşmadığını ifade etmiş, söz konusu kişilerin Varto’da da olduğunu iddia etmiştir.⁶
6 Diyarbakır Silvan’da (Farqîn) 03-14 Kasım 2015 Tarihleri Arasında Yaşanan Olaylarla İlgili İnceleme Raporu,
HDP Genel Merkezi, 18-Kasım 2015
Sûr/Sur
Diyarbakır Sur ilçesinde 14 Ağustos 2015 tarihinde Sur Halk Meclisi; topyekûn, savaş konsepti çerçevesinde kendilerine katliamla yönelen devletin kurumlarını artık meşru görmediklerini, öz yönetim ile kendi kendilerini yönetmek istediklerini duyurdu.
Öz yönetim talebine rejimin şiddet ile karşılık verip baskıyı artırması üzerine yerel güçler, rejim güçlerini yaşam alanlarına sokmamak üzere barikatlar kurdu.
2015 yılında ilk olarak 6-7 Eylül’de ilan edilen sokağa çıkma yasağı,13-14 Eylül ve 10-13 Ekim tarihlerinde de uygulandı. 28-30 Kasım tarihleri arasında Sur ‘da 4. sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 5. ve 6. sokağa çıkma yasağı ise 2 Aralık tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile başladı. 10 Aralık’ta geçici bir süre kaldırıldıktan sonra 11 Aralık’ta tekrar başlatıldı ve 103 gün aralıksız devam etti.
Ağustos ayında polis ile yerel güçler arasında başlayan çatışmalar artarak dehşet veren bir şiddet dalgasına dönüştü. 2015 Aralık ayında bu çatışmalara Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ancak konvansiyonel savaşlarda kullanılan tanklar, toplar, ağır silahlar ve helikopterler ile dâhil olmasıyla beraber 7 bin yıllık tarihi bir kent olan Sur ilçesinin 6 mahallesi harabeye çevrildi. 24 bin insan göç etti, onlarca sivil yaşamını yitirdi.
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi 28 Kasım 2015 tarihinde 4 ayaklı minare önünde çatışmaların durdurulması ve tarihi yapılara zarar verilmemesi için basın açıklaması yaptığı sırada başından vurularak katledildi. Tahir Elçi’nin 4 Ayaklı Minare’nin dibinde vurulmadan önceki son sözleri şöyleydi:
“Yıllar önce Afganistan’da Taliban güçlerinin Buda Heykeli’ni bombalama görüntülerini hep birlikte dehşet içinde izledik. Yine son birkaç yıl içinde IŞİD denilen o barbar grupların Palmira’da, Mısır’da, Ezidi yurdu Şengal’de, o insanlığın tarihi birikimlerine yönelik suikastlarını, bombalamalarını hep endişeyle, kederle izledik. Ve Türkiye toplumu olarak hep şunu derdik, aman bunlar bizden uzak olsun. Ne yazık ki, çok kısa bir süre içerisinde bizim de tarihi eserlerimize, tarihi değerlerimize yönelik benzer girişimler söz konusu oldu. Şu anda içinde bulunduğumuz Diyarbakır’ın tarihi Suriçi bölgesi, 9 bin yıllık geçmişe sahip bu alan içerisinde surlar, camiler, kiliseler ve daha başka tarihi yapılar bulunmaktadır.
Diyarbakır deyince zihinlerimizde en çok canlanan, Diyarbakır ismiyle en çok anılan, zihinlerimizde en çok sembolize olan Dört Ayaklı Minare’yi, ne yazık ki iki gün önce şu anda gördüğünüz gibi ayağından vurdular. Şunu diyoruz:
Tarihi Dört Ayaklı Minare insanlığa sesleniyor. Beni ayağımdan vurdular; ne savaşlar ne felaketler gördüm, ama böyle ihanet görmedim diyor bize. Bu tarihi yapı Anadolu’da örneği tek olan bir eserdir. Dünyada bunun bir örneği daha yoktur. Diyarbakır salnamelerine göre, buradaki yazıtlara göre İslam’dan önce inşa edilmiş, tahminen bir Çan Kulesi gibi tasarlanmış, ancak İslamiyet’ten sonra, fetihten sonra Akkakoyunlu Hükümdarlığı döneminde Sultan Kasım tarafından hemen yanı başımızda Mutahar Camii inşa edilmiş ve bugüne kadar birçok felaketten sağ kurtulmuştur bu eser. …Biz buradan çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz. Bu amaçla bugün arkadaşlarımla, Diyarbakır Barosu üyesi arkadaşlarımla ve Diyarbakırlılarla birlikte buradayız. Buradan demokratik tepkimizi ifade etmek için buradayız. Bu davranışı tarihe yönelik bu şiddet eylemini, tarihi bir değere yönelik bu suikastı, saygısızlığı kınıyoruz.
9 Mart 2016 tarihinde çatışmalar bitmesine rağmen Sur’daki bazı mahallelerde yasak devam
etti. 22 Mayıs 2016 tarihinde 172 gün sonra Fatih Paşa, Dabanoğlu ve Savaş mahallelerinde
14 sokakta daha sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Ancak diğer yerlerde devam etti. Dünyanın en
uzun süreli sokağa çıkma yasağı olarak kayıtlara geçerken bu yayının yayıma hazırlandığı
Ağustos 2019 yılına kadar da 6 mahallede yasak devam ediyordu.
Cevat Paşa, Fatih Paşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal
Yılmaz ve Savaş Mahallelerinde
2 Aralık 2015 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile beraber bu mahallelerde yaşayan 24 bin kişi yerinden edildi. Mahalleler boşaltıldıktan sonra tüm ara sokaklar dahi beton bloklar ile kapatılarak mahalle sakinlerinin evlerine geri dönmelerine izin verilmedi.
Resmi Gazete’nin 25 Mart 2017’de yayınlanan sayısında Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar ile 7
bin 742 parselden oluşan Sur ilçesinin 6 bin 300 parseli ‘acele kamulaştırma’ kapsamına alındı.
Kararla beraber ilçenin yüzde 80’ine yakını kamulaştırıldı. Koruma İmar Planı’nın uygulanmadığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı projesinde, plan değişikliği ile mevcut plandaki kentsel donatı alanları da kaldırıldı. Mülk sahipleri kamulaştırma kararı ile yerlerinden edilmenin yanı sıra evsiz de bırakıldı.
Sur’un yasaklı 6 mahallesinden sonra Lalebey ve
Alipaşa’da da yıkım başladı. 2009 yılında uygulanmak istenen ancak halkın karşı çıkması ve belediyenin projeden çekilmesi ile gerçekleştirilemeyen kentsel dönüşüm olağanüstü durum fırsat
bilinerek tekrar başlatıldı. Mülk sahiplerinin iznine başvurmaksızın evler bir bir yıkılarak binlerce
insan evsiz bırakıldı. Dünyanın en eski yerleşim
yerlerinden biri olan ve UNESCO tarafından koruma altına alınan kentten geriye dümdüz edilmiş
araziler kaldı.
17 Şubat 2016 Çarşamba günü operasyonlar devam ederken Sur’da haber takibi yapan Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Mazlum Dolan SMS mesajları ile yaşananları ajansa şöyle duyuruyordu:
Saat: 12.56 “Durum kötü, bir bodrumdayız. Aileler ile birlikteyim çok yakında bir Cizre olayının benzeri olabilir. Çatışmalar çok şiddetli, olduğumuz yerler yoğun bir şekilde bombalanıyor, havan ve tanklarla vuruluyor. ‘Havadan vuracağız hepinizi, öldüreceğiz’ anonsları yapılıyor. Kendinize iyi bakın, arkadaşlara selamlar.”
Saat: 14.57 “Yaralılar var. Durumu ağır olanlar da var. Benim bulunduğum yerde 30 kişi. Diğer yerlerde de ortalama 200 kişi var. Bebekler, yaşlılar var. 4 aylık bebekler bile var. Şarj sorunu var.”
26 Şubat 2016 tarihinde Sur’da mahsur kalan sivillerden Remziye Tosun, Dicle Haber Ajansı’na telefon ile bağlanarak şu aktarımda bulunuyordu: “Ne koridoru? Çocuklarımızı alıp bu mermilerin içine çıkma riskini göze almıyoruz. Heyet gelip bizi alırsa çıkarız. Yoksa burada ölürüz daha iyi. Yasak ve abluka kaldırılsın, öyle çıkarız, Sur’daki insanları sahipsiz bırakmayın.” açıklamasında bulunduğu sırada çok sayıda patlama sesi geliyordu. 27 Şubat 2016 tarihinde DİHA’ya telefon ile tekrar bağlanan Remziye Tosun, şunları aktarıyordu:
“Bulunduğumuz alana değil, resmen olduğumuz binaya düşüyor. Bugün son gündür. Ya girin ya da bizi ölüme bırakın. Bu zulümdür, vahşettir… Sur’daki herkes için bugün son gün, herkes katliamla karşı karşıya. Eğer biz burada ölürsek kimse gelmesin… Çocuklarım uyanıktır. Korkudan ağlıyorlar, ‘bugün öleceğiz, öleceğiz’ diyorlar. 9 yaşındaki kızım kendini ölüme hazırlamış. ‘Anne korkma zaten öleceğiz’ diyor. Sabah 04.00’ten bu yana binamız tankla vuruluyor. Biz en alt kattayız. Görseniz gerçekten şaşırırsınız, nasıl yaşadınız burada diye. Tankla vuruluyor… Gerçekten biz ölürsek, buradaki bütün aileler olarak öyle kararlaştırmışız, kimseyi cenazemizde istemiyoruz. Bomba, tank ne kullanmıyorlar ki. Eğer bu durumdan sağ kurtulursak size binayı göstereceğiz ne durumda diye. Şu ana kadar nasıl ölmemişiz ona şaşırıyoruz. Biz 6 kişi yan yanayız. 3 yetişkin, 3 çocuk… Yanımdaki arkadaşım sizinle konuşmak bile istemiyor. ‘Bizi ölüme terk ettiler’ diyor.”
Tanık 1:
Biz iyiyiz. Sıkıntımız babam, 65 yaşında. 20 yıl boyunca köyde gevjal (yengeç) gibi çalıştı. Topraktan, çamurdan kendine ev yaptı. 90’larda babamın gözünün yaşına bakmadan gözünün önünde 20 yıllık emeğini ateşe verdiler. Babam Sur’a göç etti, bizim evimiz çatışmalı bölgede kaldı. Hala evimiz yarım yamalaktı, mutfağımız küçüktü. Bu yıl babam mutfağımızı büyüttü. 20 yıl boyunca tamamlayamadığımız evimizi bu sefer de toplarla yıktılar. Babam 40 yıl boyunca bir evi olsun diye çalıştı, her seferinde yıktılar.
Tanık 2:
Çatışmaların yoğunlaştığı bir gece kocam evde yoktu. Uyuyamadım, çocuklarımı da alıp bahçedeki kömürlüğe saklanmak istedim, o sırada camlardan birine mermi isabet etti. Çocuklarım o sesle bir anda sıçradılar. Küçük kızım kustu. Zorla kömürlüğe indik. Kömürlüğün ne kapısı vardı ne de hava alan bir yeri. Gece boyunca kızım orada kusmaya devam etti. Biz üstümüz başımız her yerimiz kusmuk içerisinde bir gün boyunca kocamın mahalleye gelip bizi almasını bekledik. O dönemde hamileydim, stresten dolayı sürekli kanamam oluyordu. Mahalleden çıktıktan sonra çocuklarım halen yataklarını ıslatıyorlar. Büyük oğlum konuşamıyor kekeliyor. Geçenlerde evi görmeye gittik. Evimizin tamamen yandığını gördük. Tekrar kanamam başladı evi görmeye gittiğimizde. Ama kendimi kaybetmişim, oradan yarısı yanık bir battaniye alıp hastaneye gitmişiz. Doktor düşük riskimin çok yüksek olduğunu söyledi. Eski evimize karşı duygusal bağım vardı. Şimdiki evde çok mutsuzum, ne çocuklarımla ilgilenebiliyorum ne de beslenmeme dikkat ediyorum. Sık sık çocuklarıma şiddet uyguluyorum.
Tanık 3:
Ben Sur’a gidemiyorum çünkü her tarafta oğlumun hatırası var. Zamanla giderim belki…
Tanık 4:
Önce helikopterden ateş ediyorlardı sonra keskin nişancılar ateş ediyorlardı. Bir gün evime giderken kurşun önümden geçti kendimi yere attım, atmasaydım vurulurdum. Hemen evimizin karşısında bulunan fırın, bir gün fırıncının oğlu dışardaki tahtaları toplamak için çıktı, havadan gelen top parçalarıyla gözümüzün önünde öldürüldü. Biz çıkmak istemedik. Orda ölsem dahi çıkmam dedim. Evimi bırakamazdım ancak yukardan o kadar bomba yağdırdılar ki baktım olacak gibi değil 27. Günde çıkmak zorunda kaldım. Biz 3 ev toplam on üç kişi çıktık. Çıkarken duvarlardan avlulardan açılan oluklardan çıktık.
Tanık 5:
Ben 155’i aradığımda, ki sürekli arıyorduk, telefonu açan kişi bana dedi ki ‘bayan tanktan
toptan sesin anlaşılmıyor.’ Ben de sinirlendim sizin attığınız tank top ben ne yapayım atmayın dedim. Telefondaki kişi içerde misiniz kaç kişisiniz dedi, ben de evet içerdeyiz yüze yakın kişiyiz dedim, gelin bizi çıkarın dedim. Biz çıkarken duvardaki deliklerden çıktık. Çıkınca tuğlalar üzerimize sürülmüş kırmızı olmuştu. Polisler çıkışta bana üzerinde kan var yaralı mı taşıdın deyince ben kızdım. Üç çocuk anasıyım belki kirlenmiştir deyince polis ‘bunu alın’ dedi. Beni Class otelin içine aldı. Makinaya koydu
bir şey çıkmayınca öyle bıraktılar. O süreçte helikopter havadan keskin nişancılar yüksek yerlerden çoluk çocuk sivil demeden ateş ediyorlardı. Polis ile evimin arasında 50 metre kadar mesafe vardı. Rastgele ateş ediyorlardı. Baktım ölecez, çocuklarımı aldım on gün kömürlükte kaldım. 27 gün sonra baktım olmuyor çocuklarım ölecek dayanamadım, çocuklarımın gözlerine bakınca içim yanıyordu
baktım olacak gibi değil çıktım. Çocuklarım o kadar etkilenmiş ki 3 çocuğum da ikinci dönem boyunca öğretmenleriyle hiç konuşmamış, derse katılmamış. Hala bir ses geldiğinde ‘ana biz ölecez ana’ diye bağırıyorlar. Bir hafta önce evimi görmeye gittim, baktım evim yakılmış yıkılmış, dört odayla mutfağım kül olmuş.
Tanık 6:
Bir sabah kalktığımızda mahallemizde, sokağımızda tanımadığımız sakallı kişilerin dolaştığını gördük. Aklımıza Suriye’de tecavüze uğrayan, başları kesilen insanlar geldi. Evimizden hiçbir eşya almadan üstümüzdeki kıyafetlerle evimizi terk ettik.
Tanık 7:
Evimiz Fatih Paşa Mahallesindeydi. 65 yaşındayım. Çatışmalar başladığında iki çocuğumu mahalleden çıkardıktan sonra evimi bırakmak istemediğim için iki ay boyunca kendim gibi üç kadınla bir evin bodrum katında kaldım. Yiyecek ve su sıkıntısı yaşadık ama polisler hareket eden her şeyi hedef aldıkları için hiçbir koşulda dışarı çıkamadık… Isınmak için herhangi bir şeyimiz yoktu, şeker hastası arkadaşımızın vücut ısısı yüksek olduğu için ona sarılarak ısındık.
Tanık 8:
Polisler bizim karşı dama mevzi kurdular. Çocuklarım balkona çıkınca onlara küfür ettiler. Birkaç defa balkonumuza gaz bombası attılar. Yatak odamıza fener tutuyorlar. Bunların hiçbiri önemli değil ama ben o öldürülen insanları aklımdan çıkaramıyorum. Yine de evde olmak evime bir şey olmaması diğer insanları düşününce beni vicdanen rahatsız hissettiriyor.
Tanık 9:
Süreç beni çok kötü etti, hiç normal olamıyorum. Sürekli gerginim, altı aydır adet görmüyorum. Eşime karşı tavırlarım sertleşti. Dokuz yaşındaki oğlum altına kaçırıyor.
Tanık 10:
Sur’un bir çakıl taşına dokunmayacaklardı. Anılarımızı yaşantılarımızı harap ettiler. Çivi çakmaya kıyamadığımız evimizi harfiyat kamyonlarıyla Dicle Nehrine boşalttılar.
Tanık 11:
Ta Haziran (2015) ayında beton blok ihalesi açıldı. Ben de ihaleye katıldım ama ne için olduğunu bilmiyordum. Bu süreç yaşandıktan sonra anladım ki bunun içinmiş.
Uluslararası Af Örgütü, “Yerinden Edilen ve
Mülksüzleştirilenler Sur Sakinlerinin Evlerine Dönme Hakkı” raporunda şunlara dikkat çekti: Yetkililer, olağanüstü hal uygulaması altında muhaliflere yapılan kapsamlı ve sistematik saldırıların bir parçası olarak, Kürt medya organlarını kapatma, gazetecilerini tutuklama,
bölgenin farklı yerlerinde, seçilmiş yerel yöneticilerin yerine kayyum atama ve sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerine kitlesel bir biçimde son verme suretiyle muhalif Kürtleri hedef aldılar. Kentte yaşayan yerinden edilmiş ailelere destek sunan iki önemli aktör; Sur ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyelerinin belediye eşbaşkanları yerine hükümet tarafından kayyum atandı ve yine
yerinden edilenlere doğrudan insani yardım ve destek sağlayan sivil toplum örgütleri kapatıldı.
Etkin bir soruşturmanın yürütülememesi ve birbiriyle çelişen ifadeler, birçok ölüm vakasının nasıl gerçekleştiğine dair açık ve net bilgilere ulaşılmasını engellese de, Cizre’deki sokağa çıkma yasağının ardından Eylül 2015’te Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı araştırma, güvenlik güçlerinin sokağa çıkma yasağının ilan edildiği yerleşim yerlerinde ateşli silahları ihtiyatsız bir şekilde kullandığını ve operasyonun silahlı kişileri gözaltına alma niyetiyle değil, öldürme niyetiyle yürütüldüğünü gösteriyor.
Sokağa çıkma yasağının uygulandığı yerleşim yerlerinde öldürülenler arasında silahlı çatışmaya katılmaları ihtimal dışı olan küçük çocuklar ve yaşlılar da var. Sur’da olduğu üzere, uzun süreli kesintisiz sokağa çıkma yasağının uygulandığı illerin tamamında, ağır top kullanımı ile güvenlik
güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlar esnasında ve bu operasyonların sonrasında altyapı ve binaların büyük ölçüde yerle bir edilmesine, bu yerlerdeki nüfusun neredeyse tamamının zorla yerinden edilmeleri de eşlik etti… Sur’daki belediye yetkilileri Uluslararası Af Örgütü’ne yaklaşık 40 bin Sur sakininin zorla yerinden edilerek ilçeyi terk etmek zorunda bırakıldığını aktardı.
Sur’da çatışmaların sona ermesinin ardından, ilçenin yeniden inşası için mevcut binaların hemen hemen hepsi kamulaştırıldı ve birçok bina da zaten yıkılmıştı. Hükümet, sokağa çıkma yasağının uygulandığı alanlarda polis kontrol noktaları inşa edileceği gerekçesiyle Cizre, Silopi ve Yüksekova gibi merkezler için de “acele kamulaştırma” kararları aldı.
Bölgedeki sürece bir bütün olarak bakıldığında, bu süreç, altyapıdaki değişiklikler ve nüfus transferi vasıtasıyla güvenliği sağlamak için söz konusu yerlerde yaşayan kişileri yerinden etme ve bu yerleri yıkıp yeniden inşa etmeye yönelik önceden tasarlanmış bir planının olduğu izlenimini veriyor.
Pierre Nora: Bellek mekânları için orada daha önce yaşamış insanların bugün yaşamaması durumunu belirtir. Gidenlerin ardında bıraktıkları anıları, hatıraları, yaşanmışlıkları, geçmişleri orayı bir bellek mekânına çevirir. Onlar yoktur orada, fakat orası onların hatırası olarak vardır.
Andrew G. Ryden: Yerle olan derin etkileşim boyunca, insanlar kendilerini o yerin kavramlarıyla, o yere göre tanımlamaya başlayabilir, bu durum daha da genişletilirse, insanlar, çevrelerini saran ortam olmaksızın, gerçekten kim olduklarını ifade edemez hale gelebilir.
Bismil
Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde 08- 09 Eylül, 27-28 Eylül, 29 Eylül ve 6 Ekim tarihlerinde 4 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasağı özellikle Ulutürk ve Dumlupınar mahallelerini etkiledi. 27 Eylül 2015 tarihinde saat 14:30 ile 28 Eylül saat 00:30 arasında Bismil’de ilan edilen sokağa çıkma yasağında 3 kişi yaşamını yitirdi. 29 Eylül’de saat 11:00 ile 21:30 arasında ilan edilen sokağa çıkma yasağında 1 çocuk yaşamını yitirdi.
Aynı günün sabah saatlerinde Halil İbrahim Oruç Parkı’nda bulunan Berat Güzel (12) adında bir çocuk öldürüldü. Olayın tanıklarının verdiği bilgiye göre; kolluk güçleri tarafından açılan ateş sonucu
ölen çocuğun cansız bedeninin yanına zırhlı araçtan inen polisler tarafından havai fişek kutusu bırakıldıktan sonra bu görüntünün fotoğrafı çekilip servis edildi. 6 Ekim 2015 tarihinde saat 12:00 ile saat
00:00 arasında Bismil’de ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında 4 kişi daha yaşamını yitirdi. Olayın görgü tanıklarına göre, 6 Ekim Rojava Mahallesi’nde özel harekat timleri tarafından Bilal Bozkur
(19/22) ve Doğan İnce (16) infaz edildikten sonra cenazeleri sürüklenerek hastaneye getirildi. Aynı operasyonda yaşamını yitiren Abdullah Sügüci (32) ve Şeyhmus Düşerge’nin(18) baş bölgelerinin kimlik
teşhisine imkan vermeyecek biçimde ateşli silahla tarandı. Öldürülen 4 kişinin aileleri “@J_l_T_E_M” isimli twitter hesabında yayınlanan fotoğraflarla çocuklarını tanıdı.
Rezan/Bağlar
Diyarbakır Merkez Bağlar ilçesinde Bağlar kaymakamlığı tarafından 15 Mart 2016 saat 03:00’te sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 21 Mart 2016 Pazartesi günü saat 06.00 itibari ile sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Sokağa çıkma yasağı süresinde biri polis beş kişi yaşamını yitirdi.
Licê/Lice
Diyarbakır’ın Lice ilçesinde gergin atmosfer her zaman devam etti. 2013-2015 yılları arasında devam eden barış sürecinde dahi olaylar ve ölümler yaşandı. Barış sürecine rağmen kalekol inşaatlarının yapımına devam edilmesi üzerine 28 Haziran
2013’te yapılan protesto eyleminde Medeni Yıldırım (18) öldürüldü. 2’si ağır 9 kişi de yaralandı. Kalekol yapımlarının durdurulmaması üzerine protesto eylemleri de devam etti. 6 Haziran 2014 tarihindeki kalekol protestosunda polis ve askerler biber gazının ardından ateşli silah ile olaylara müdahele etti. Bu müdahalede Ramazan Baran (24) ve Hacı Baki Akdemir (50) öldürüldü. Yaralı olarak hastaneye kaldırılan Abdullah Akkulu ise 3 ay yoğun bakımda kaldıktan sonra yaşamını yitirdi.
Lice’de çatışmalar genelde kırsal alanda 2015 Temmuz sonu ve Ağustos başında yoğunlaşmıştı. Top atışları ve diğer ateşli silahlardan dolayı Lice’de sık sık ormanlık alanlarda yangınlar meydana
geldi. Bu dönemde ilçe merkezinde iki hane de top atışlarından zarar gördü.
Pîran/Dicle
Dicle ilçesinde 2015 ekim ayında çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalardan dolayı kent merkezinde bazı mekanlarda hasarlar oluştu. Çatışmalardan dolayı ilçeye giden TMMOB’e bağlı teknik ekipler şu sonuçlara ulaştı: Hasar gören yapıların 22 adet
olduğu ve bunların konut ve yoğun olarak dükkânlardan oluştuğu tespit edilmiştir. 56.049,04 tutarında yaklaşık onarım maliyeti hesaplanmıştır.
Cizîr/Cizre
Cizre’de sokağa çıkma yasağı farklı tarihlerde olmak üzere 5 kez ilan edildi. İlk yasak 4 Eylül’de ilan edildi
ve 12 Eylül 2015’e kadar 8 gün devam etti. 13 Eylül’de bir gün devam eden ikinci bir yasak daha ilan edildi.
14-15 Kasım tarihleri arasında Cizre’de 3. sokağa çıkma yasağı, 24-25 Kasım’da ise 4. sokağa çıkma yasağı yaşandı. 14 Aralık tarihinde ilan edilen 5. yasak gece ve gündüz kesintisiz bir şekilde 79 gün devam etti.
Yasağın ilan edilmesinin üzerinden henüz 1 hafta geçmemişken Cudi, Nur ve Yafes mahallelerinde saldırılar yoğunlaştı. Cizre; Nur Mahallesi’ni tepeden hakim olarak gören Aşk Tepesi’ne, Sur Mahallesi’ni tepeden hakim olarak gören Şahin Tepesi’ne, Cudî Mahallesi’ni tepeden hakim olarak gören Caferi Sadık Tepesi’ne, Yafes Mahallesi’ni tepeden gören Hastane Tepesi’ne konuşlanan tanklar tarafından gün boyu yoğun top atışı ve ağır saldırılara maruz kaldı. Cizre’de yasak başladığında 110 bin olan ilçe nüfusu 10 bine kadar düştü. Özellikle son sokağa çıkma yasağının başladığı 14 Aralık 2015 tarihinden sonraki 20. günden itibaren ilçede göç hız kazandı.
Göç, Cizre ve İdil ilçelerine bağlı köylere, Batman, Diyarbakır ve Mardin gibi yakın çevre illere ve Mersin, Adana, İstanbul gibi uzak illere gerçekleşti.
Sokağa çıkma yasağının kısmi olarak sona erdiği 2 Mart 2016 tarihinden sonra ilçe merkezine dönüşler başladı.⁷
Cizre ilçesi Nur Mahallesi’nde sokağa çıkma yasakları öncesinde 27 Ağustos 2015 tarihinde saat 11:30 civarında mahallede bulunan Garnizon Komutanlığı’na düzenlenen bombalı ve roketatarlı saldırının ardından, ilçe merkezinde silahlı çatışmalar meydana geldi. Saldırının ardından Garnizon Komutanlığı’ndan etrafa hedef gözetilerek ve rastgele ateş açtı ve 2’si çocuk 4 kişi yaşamını yitirdi. Öldürülen kişilerin çatışma bölgesinde bulunan Özel Harekat Timleri tarafından infaz edildikleri iddia edildi. Bu katliam, Cizre’de olacakların habercisi gibiydi.
27 Ağustos 2015 tarihinde PKK silahlı üyeleri veya bu örgüte bağlı YDGH (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) veya başka bir örgüt veya kişiler tarafından Cizre ilçesinde Dicle Nehri kıyısında, ancak Nur Mahallesi içinde kurulu askeri kışlaya bir veya birden çok roket atışı yapıldığı ve/veya diğer ateşli silahlarla da askeri birliğe silahla ateş açılmasından sonra bu askeri birlik binasından ve mahallenin üst tarafında, tepe yerde kurulu bulunan Cizre Tank Taburundan BotaşCaddesi ve bu caddeye açılan sokak başlarındaki evlere yoğun ve uzun süren etkili silahlarla ateş açıldığı, olayın başında roket atışı dışında karşılıklı bir çatışma yaşanmış ise de bu durumun çok uzun sürmediği ancak her iki askeri birlikten ve özellikle de nehir kıyısında ve mahalle içindeki askeri birlikten tek tek ve nokta atışı olarak tabir edilen belli hedeflere ateş açıldığı kanaatine varılmıştır. Bu atışların özellikle araçlara, önce lastiklerine ateş açılarak araçların etkisiz hale getirildiği, ardından içindeki insanların tek tek atışlarla hedeflenerek vurulduğu, sağlık personeli Eyüp ERGEN’in, DEDAŞ görevlisi Mesut SANRI ve Emin YANAĞ’ın benzer şekilde aynı caddede farklı saat/dakikalarda seyir halindeyken tek tek atışlarla ve başlarından vurularak öldürüldükleri, bu durumun, askeri birliğin nöbetçi kulelerinden ve askeri birliğin istinaf duvarı üzerindeki kum torbalı mevzilerinden eğitimli keskin nişancılar tarafından açılan ateşle vuruldukları kanaatine varılmıştır.⁸
7 14/12/2015 – 02/03/2016
79 Günlük Sokağa Çıkma Yasağı Cizre Gözlem Raporu
31 Mart 2016. Diyarbakır Barosu, Gündem Çocuk Derneği, İHD, Sağlık ve sosyal
hizmet emekçileri sendikası SES, TİHV
8 27 Ağustos 2015 Tarihinde Cizre’de Yaşanan Olay ve Sivil Ölümlere İlişkin İnceleme Raporu
DİYARBAKIR BAROSU BAŞKANLIĞI
31 Ağustos 2015 / Diyarbakır
Eyüp Ergen vurulduğunda onunla aynı araçta bulunan sağlık personeli Sabri Enük tanıklığı;
“Ben, halen Cizre Devlet Hastanesinde sağlık personeli (erkek hemşire) olarak çalışmaktayım. Olay günü Cizre Nur Mahallesinde silah seslerinin geldiğini duyduk. Arkadaşım Eyüp ERGEN’in evi aynı mahallede olduğundan ve çocukları evde bulunduğundan tedirgin oldu. Ben Eyüp ERGEN ve arkadaşımız Şerif SAK ile birlikte bir araçla Nur Mahallesine doğru yola çıktık. Mahalleden ana caddelere çıkan yolların çoğu kapalı olduğundan, sadece Dicle kıyısındaki ve Nur Mahallesinin içinde bulunan, askeri birliğin yanından geçen bir yol açık idi. Buradan geçerek yokuş yukarı Cizre Tank Taburuna doğru mahallenin içinde Eyüp ERGEN’in evine doğru ilerlerken aniden cama bir cisim çarptığını ve dağılan camların üzerimize sıçradığını farkettik. Aynı anda aracın lastikleri de patladığından hızla araçtan
çıkarak ve eğilerek yakınlardaki bir eve sığındım. Sığındığım evde yanımda araç şoförü Şerif SAK da vardı. Bu sırada arkadaşımız Eyüp ERGEN’in yanımızda olmadığını farkettik, önce cep telefonundan aradık, telefonu çalıyordu ama cevap vermiyordu, tedirgin olduk, evden dışarı çıkarak araca doğru yöneldiğimizde bize ateş açılması üzerine tekrar eve geri döndük, evin sahibi olan kadın bir süre sonra her nasıl gittiyse aracın yanına gidip geri geldi, geri geldiğinde arkadaşımızın aracın içinde yaralı olarak yattığını söyledi, bunun üzerine 112 servisini ve Cizre Devlet Hastanesindeki personeli arayarak ambulans göndermesini ve yetkililere ulaşarak ateşin kesilmesini istedik, uzun süre
ambulans gelmeyince bir kez daha 112 ve hastaneyi aradık, telefonda bize güvenlik görevlilerinin ambulansın mahalleye girişine izin vermediğini söylediler, yaklaşık 1.5-2
saat sonra ambulans Eyüp ERGEN’in içinde yaralı olduğu aracın yakınlarına kadar geldi, ancak tek tek ve nokta atışı biçiminde aynı bölgeye askeri birlik de açılan ateş nedeniyle
112 personeli inemedi ve Eyüp ERGEN’e müdahale edemedi, bir süre sonra mahalleli hep birlikte koşarak aracın yanına gittik, ERGEN’i ambulansa alarak hastaneye götürdük. Hastaneye vardığımızda Eyüp ERGEN’in yaşamadığını sanıyorum, Eyüp ERGEN’in ölümü tümüyle uzun süre ambulansı gelememesi ve hastaneye kaldırılamaması nedeniyle kan kaybından olmuştur.”
Olayın görgü tanığı olan Zahide Ecer adındaki mahallede oturan kadın ile Diyarbakır Barosu adına olayı araştırmaya giden heyetin içinde yer alan Tahir Elçi arasında geçen diyalog:
Tahir ELÇİ- Merhaba. Siz bu mahallede oturuyorsunuz. Olaya Şahit
oldunuz mu?
Zahide ECER- Ben her şeyi gördüm. Herkes sessiz olsun ben anlatacağım.
T.E – İsminiz nedir?
Z.E – Zahide Ecer.
T.E – Evet dinliyorum.
Z.E – Silah sesleri gelir gelmez kendimizi evlerimize attık. Silah seslerinden sonra herkes dağıldı. Küçük bir oğlum vardı sokakta. Silah seslerini duyunca sokağa fırlayıp onu içeri aldım. Evimin önünde bir araç durdu. Araca ateş ediliyordu. Biz bağırıp çağırmaya başladık. Ben ne olduğunu anlamadan iki genç erkek kendini evimin avlusuna attı. Ne oldu anneciğim? diye sordum. Bana “anne bu taraftan üzerimize ateş açıldı” dediler, gelin oturun dedim onlara. Bana araçta üç kişi olduklarını, diğer arkadaşlarının gelmediğini söylediler. Yolun yukarısından geldikleri sırada aracın tekerleklerine ateş açıldığını ve tekerleklerin patlatıldığını söylediler. Arkadaşlarının evi bu sokakta onu bırakmak için geldiklerini, burada çatışma olduğunu bilmediklerini söylediler. Hastaneden geliyoruz, hemşireyiz biz, arkadaşımızı evine bırakmak için geldik bize ateş ettiklerini söylediler. Arkadaşlarına seslendiler ses yoktu yanıt veren olmadı. Telefonla aradılar ona da cevap vermedi. Arkadaşlarına bakmak için dışarı çıkmaya çalıştıklarında onlara “Anne kurban, çıkmayın, vurulursunuz” dedim. Oğlumu da neredeyse öldürüyorlardı. Kendimi eve atmasaydım beni öldürüyorlardı. İnsanlara nişan alıp sıktıklarını bilmiyordum. Dışarı çıkınca gördüm ki insanlara ateş ediyorlar. Ben dışarı çıktım aracın içine bakmak için. Baktım araçta kimse görünmüyor. Yolun karşısındaki mahalleliye seslendim, araçtan bir kişinin çıkıp çıkmadığını sordum. Bana kimsenin çıkmadığını, kimseyi görmediklerini söylediler. Araca biraz daha yaklaştım. Arka koltukta bir karartı gördüm. Araçtaki gencin vurulduğunu anladım.
T.E – Siz yalnız mıydınız, yanınızda kimse var mıydı?
Z.E – Hayır yalnızdım. Kimse çıkmaya cesaret edemiyordu. Bana da kaç defa sıktılar ama etrafımdan geçti kurşunlar. Bulunduğum yerden doğruldum ve tekrar aracın içine baktım… Zavallı genç başı öne doğru düşmüş alnından aşağı kan akıyordu. O sırada bana ateş etmeye başladılar. Yolun karşısındaki mahalleli bana kendini yere at diye bağırdı. Kendimi eve attım. Evdeki iki kişiye arkadaşlarının başından vurulduğunu ve muhtemelen ölmüş olduğunu söyledim. Bağırıp çağırmaya, feryat etmeye başladılar. Hastaneyi arayıp çok acil ambulans istediler. İkisi de başta baygınlık geçirdi. Sonra kendilerine gelip ambulans istediler, ancak ambulanslar gelemediklerini söylediler. Ambulans bir süre sonra geldiğinde bu kez ambulansa ateş etmeye başladılar. O ambulanstaki görevliler de kendilerini evimin avlusuna attılar. Yetkilileri, devleti arayıp feryat ettiler. Biz sağlık görevlisiyiz, araçtan yaralıyı almaya geldik bize ateş ediyorlar dediler… Ambulanstaki sağlık görevlisi telefonda ağlıyor ateşin kesilmesi ve yaralıyı almak için yalvarıyor. Arkadaşları nerde bu devlet, sesimizi duyan yok mu, arkadaşımız aracın içinde kan kaybından ölecek ama onu alamıyoruz, ona müdahale edemiyoruz bu nasıl iştir deyip feryat ediyorlardı. Gelen ambulansa da ateş açıldığı için onlar da avludan dışarı çıkamadıkları için onlar da mahsur kaldı ve başka bir ambulans çağırdılar. Yetkilileri aradılar. Bir süre sonra ikinci bir ambulans geldi. Onlara da ateş açtılar. Onlar da kendilerini zor avluya atıp canlarını zor kurtardılar. Bu defa etraftaki halk buna dayanamayıp bağırıp çağırmaya, isyan etmeye başladı. Halk ayaklanarak ölümü de göze alarak, şuradaki bidonu kendilerine siper yaparak kendini yola atıp araçta vurulan kişiyi çıkarıp bir ambulansa koydular. Daha sonra insanların üzerine tekrar ateş açıldı. İnsanlar dört bir yana dağılmaya başladı.”
Cizre’de ilk yasak: 4-12 Eylül
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi gereğince Şırnak Valiliği tarafından 4 Eylül 2015 günü saat 20.00’den itibaren Cizre’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. İlan edilen sokağa çıkma yasağı gece ve gündüz kesintisiz olarak 12 Eylül 2015 tarihine kadar devam etti.
Bu süre içerisinde Cizre’ye giriş çıkış sağlayan tüm yollar barikatlarla kapatılıp ilçenin etrafı asker-polis tank ve zırhlı panzerlerle çevrilerek tam olarak bir kuşatma altına alındı. Bu süre boyunca su, elektrik, çöp, sağlık, eğitim gibi tüm temel yaşam gereksinimlerinden yoksun bırakıldı. Özellikle su, elektrik, ambulans ve sağlık gereksinimlerinin engellenmesi sonucu halk sağlığı etkilendi ve buna bağlı olarak ölüm olayları yaşandı.⁹
Sokağa çıkma yasağı süresince ilçe nüfusunun yüzde 70’ini oluşturan Sur, Cudi, Yafes ve Nur mahalleleri askeri tank, top, panzer ve ağır silahlar ile ateş altına alındı. Yüksek noktalara yerleştirilen keskin nişancılar hedef gözetmeksizin hareket eden hemen her nesneye ateş etti. Bu saldırılar birçok ölüme neden oldu.¹⁰ Bu operasyon, saldırı ve çatışmalarda 15 sivil ateşli silah ya da şarapnel parçalarıyla hayatını kaybederken 6 yaralı da hastaneye kaldırılamadığı için yaşamını yitirdi.¹¹
8 günlük yasak ile beraber 12 Eylül’e kadar Cizre’de 29 sivil öldürüldü. Bunların 22’si 4-12 Eylül tarihleri arasındaki sokağa çıkma yasağı sırasında öldürüldü. Aralarında 35 günlük Muhammed Tahir Yaramış ve çocukların da bulunduğu 16 kişinin cenazeleri ancak sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra Şırnak ve Cizre devlet hastanelerinden alınarak toplu bir şekilde cenaze törenleri düzenlenip toprağa verildi.
9 Cizre sokağa çıkma yasağı yaşanan olaylar inceleme raporu, 04 eylül 2015-12 eylül 2015, Diyarbakır barosu
10 Cizre Olayları Gözlem Raporu, Çatışma İzleme ve Çözüm Grubu, MAZLUMDER 12.09.2015
11 A.g.e
Tanık 1:
Normalde gerçekten mesela bir aile evin penceresinden ya da kapısından beyaz örtü sallıyor, ondan sonra gel diyorlar… Esas olan 8 gün boyunca bir mahalleyi, bir şehri abluka altına alıyor, bütün her yeri… Yani bakın orada insanlar yaşıyor. Herhangi bir “terörist” yaşamıyor. Ölenlerin çoğunun 12 yaşında, 15 günlük… 53 yaşında bir annenin olayla ne alakası var. Yani öldürülenler tamamen sivillerdi.
Tanık 2:
Biz şuradan şuraya girmenin derdinde değiliz. Sonuçta eğer gerçekten öldürme amaçlı değilse, tutuklama amaçlı değilse, yakalama amaçlı değilse girebilir, girsin. Kimse bu devletin gücünü kabul etmiyor iddiasında değil.
Bir ormanımız yakıldığında onu söndürmeye gidemiyorsak, yaralımız olduğunda hastaneye gidip yaralımızı tedavi edemiyorsak, hastanelerimiz gündüz gözüyle taranıyorsa biz bu devletin yönetim anlayışından ne anladık? O zaman buradaki halk dedi ki: Biz bu şekilde bir sistemi kabul etmiyoruz, devleti reddetmiyoruz ama yönetim anlayışını reddediyoruz. Bir vali 9 gündür bir şehri böyle bir zulümle yönetiyor. Kim kabul edebilir bunu?
Tanık 3:
Bizim hanımın dayısının oğlu, buz mu getirecek ne getirecek 16 yaşlarında çocuk (14 yaşında). Vuruyorlar. Çocuk yaralı. Ambulans geliyor, onlar bu sefer ambulansı tarıyorlar. Çocuk elini kaldırıyor yaralı olduğu halde.Ondan sonra beynine vurup öldürüyorlar. Eli öyle kalıyor. Öldükten sonra da eli inmedi. Öylece morga kaldırmışlar
Tanık 4:
Yaralanıyor, ambulans çağırıyor, emniyete haber veriliyor bir yaralı var diye, yaralıyı getireceğiz diye tamam onu getirin diyor. Dört tane genç sedye ile bu yaralıyı getiriyor şuraya, o anda hem sedyedeki hem de normal götürenlerin hepsi taranıyor! Orada bırakma durumunda kalıyor, kendi canlarını kurtarmak için mecburen orada bırakıyor ve bir kurşun da Bünyamin İrci diye (bundan iki gün önce-Selman AĞAR’dan sonra) bu çocuğu orada bırakıyorlar bir kurşun almış, ondan sonra polis geliyor üzerine, sözde ambulans gelecek ama gelmiyor. Polis geliyor üzerine iki saat sonra orası biraz sakinleşince gençler sedyenin orada olduğunu görüyorlar ve o çocuğun vücudunda üç kurşun izi var. Bir kurşun şuradan girmiş şuradan çıkmış, resmen infaz… Yani 14 yaşındaki bir çocuk…¹²
Tanık 5 (sağlık personeli):
Çatışma sonrası polisler doktorları tehdit etmiş, onun üzerine acil servisi de yoğun bakım bölümünden çıkarmışlar. Kızıltepe’den gelen sağlık ekibi ve bazı uzman doktorlar buradaydı. Pratisyen doktor yoktu, ilk gün burada mahsur kalan sağlık personeli buradaydı. Uzun süreden beri burada olan sağlık personeli idi. Gece 01:00’de 2 zırhlı aracın çarpışması sonucu 3 ya da 4 polis ve sivil getirildi. Onların müdahalelerini yaptık, daha sonra da patlama sesleri gelmeye başladı. Top atışlarını duyduk.
O anda polis memuru “korkmanıza gerek yok, onlar bizimkilerdi” tarzında sevincini ifade eden bir cümle kullandı: “bombardımanı yapan bizimkilerdi.” Patlamalar ve silah sesleri ara sıra geliyordu. Ama sabaha kadar sakin geçti. Sabah 07.00 gibi yaralılar gelmeye başladı. İlk başta 4-5 hasta geldi. Bu yaralılar gece 01.00’de yaşanan bombardımanda yaralananlardı. Onların ifadesine göre sabaha kadar evde beklemişler. Birisinde arter kesiği olduğunu düşünüyorduk. Diz bölgesinde yoğun hematom vardı. Ona müdahale ettik. Diğerleri daha hafif yaralıydı. Şarapnel parçalarıyla
yaralanmışlardır.
2 gün önce gelen bir çocuğu anlatayım. Çocuk 6-7 yaşında. Hastaneye acile geldiği zaman, etrafa bağırıp çağırıyormuş, gözünü çıkarmaya çalışıyor. Sağa sola devamlı bağırıyordu. ‘Kendimi öldüreceğim’ diye sürekli bağırıyordu. Bu sabah gelen çocuk, yaşıtı olan kuzenleriyle birlikte geldiler. 10 yaşında çocuklar. Onlar da bu şekilde bağırıyorlardı. “Kendimizi öldüreceğiz, kendimizi patlatacağız” diyorlardı. Bu yaştaki çocukların psikolojilerinin ne hale geldiğini gösteriyor.
7 yaşında, 10 yaşındaki bu çocuklar ‘kendimi öldüreceğim, kendimi patlatacağım’ diye bu şekilde bağırıyor artık, yapabilecek bir şey yok.
12 Cizre Olayları Gözlem Raporu, MAZLUMDER Genel Merkezi adına. Çatışma İzleme ve Çözüm Grubu, MAZLUMDER 12.09.2015
Tarık İrci:
Bünyamın İrci’nin babasıyım, Nur mahallesinde kardeşimin çocukları kalmıştı. Orada soğuk su
yoktu, bizden buz istediler. Ben de ‘götür’ dedim. O da buzu alıp gitti. Sabaha kadar orada kaldı. Sabah da ‘ben eve gideceğim, annem, onlar merak ederler’ demiş ve evden çıkmış. Dönüşte bir panzer önünü kesmiş, o da elini havaya kaldırmış ve eve gitmek istediğini söylemiş. Ancak polisler onu alıp panzere koymuşlar ve orada onu öldürmüşler. Kalbine bir mermi sıkılmış. Kulağı da kesilmiş, bir elinin içine de mermi isabet etmiş, işkence edilmiş, kaburgası da kırılmış. Beyin kanaması sonucu yaşamını yitirmiş. Daha sonra bir çöpe atılmış, onu görenler bir camiye götürmüşler. Sabah kalkınca Bünyamin’in yaşamını yitirdiğini öğrendim. Oğlumla birlikte onu almaya gittim. Yolda panzerler bizi durdurdu ve yüzükoyun yere yatırıldık ve tehdit edildik ‘sizi öldüreceğiz’ dediler. Biz de ‘evimiz orada’ dedik, ‘gitmeliyiz’ dedik, sonra gitmemize izin verdiler. Mahalleye gittik, onu camide gördük. Ambulansı çağırdık, o da gelmedi. Faysal Sarıyıldız (HDP milletvekili) ambulans çağırdı, sonra onu alıp hastaneye götürdük. O arada etrafımızı 3 panzerle sardılar, bize hakaret ettiler, küfür edip tehdit etiller. Hastane önünde IŞID gibi olan 500 kişi vardı. Yüzlerce polis ve askeri araç vardı
Ramazan Çağırga:
Gerçek ismi Cizira Botan idi, ama izin verilmediği için Cemile koyduk. Cudi mahallesinde oturuyoruz. Akşam saat 17.00 ile 20.00 arası idi. Her tarafta çatışmalar vardı. Yasağın 3. günü idi, herkes dışarıda idi,
evimizin kapısı da caddeye bakıyor. Herkes kapının önünde duruyordu. Mahallede olay yoktu, burada hendekler de yok. Kapımızın tam karşısında keskin nişancıların noktası vardı. Kapının eşiğinde oturduğumuz sırada vuruldu. Uçaksavar, kobra, silahlarla vuruyorlardı. O esnada, o da vuruldu ve
yaşamını yitirdi. 92 yılında da evimize yine top atılmıştı o zaman da 7 aile ferdimiz katledilmişti.
Ahmet Edin:
Evimiz Cudi Mahallesinde bulunuyor. Ben
olay sırasında Irak’taydım. Ekrem Dayan ismindeki
amcam, Ayşe Edin ve 3 aylık bebek olan Berxêdan
Taşkın yaralı ve hala Şırnak Devlet Hastanesindeler. Olay 8 Eylül günü yaşanmış. Ben Irak’taydım ve
medyadan çıkan haberleri izliyordum. Ailemi merak ettim ve ağabeyimin evini, sabit hattı aradım.
Eşim ve çocuklarımı çağırmalarını söyledim. Eşim
geldi, konuştuk kendisiyle, bana iyi olduklarını söyledi. O zamana kadar bir şey yoktu. Ağabeyimin evi
zaten bizim evin hemen bitişiğindeki evdir. Görüşmemiz bitti, telefonu kapattık. Eve giderlerken ilk
olarak yengem avlu kapısından çıkmış ve vurulmuş
üstelik o sırada üç aylık bebeği Berxwedan Taşkın
da kucağındaydı. Bebek de yaralanmış. Ayağından
ve kulağından vurulmuş. Eşim ve amcam, yengemin
vurulup düştüğünü görünce yardıma koşmuşlar hemen ama keskin nişancılar her çıkanı vurmuş, onları
da vurmuşlar. Amcam kapının iç tarafına, avlu tarafına düşerken karım da yengemin hemen yanına,
kapının dış tarafına düşmüş. Bunlar yaşanırken bebek yaralı halde ve hala yerde ağlıyormuş. Yengem
yaralıyken yerde bebeğe daha fazla kurşun gelmesin diye üstüne kapanmış, kendini ona siper etmiş.
Annesi ve eşim o yerde hayatını kaybetti. Bebek ise
iki saat boyunca cesetlerin arasında vurulmuş halde
kalmış. Kimse bebeği alamıyor her çıkanı taramışlar.
Sokağa çıkma yasağının ilk günü olan 3 Kasım 2015’te Diyarbakır Caddesi üzerinde, Müslüm Tayar (22) isimli genç zırhlı araçtan açılan ateş sonucu 4 kurşun ile yaralandı. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi altına alınan Tayar, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Aynı gün Tekel mahallesinde polis tarafından açılan ateş sonucu Sertip Polat (20) isimli bir genç daha yaşamını yitirdi. Abdulkerim Eleftos (27), Faysal Korkmaz (40) ise yaralandı. Yasağın ikinci gününde Engin Gezici (24) evinin önünde vurularak öldürüldü. İsmet Gezici (55) vurulup yere düşen yeğeninin imdadına giderken o da öldürüldü. 5 Kasım’da Mukaddes Arbağ (33), 6 Kasım’da Rıdvan Us (20) ile Adnan Bakır (?) 8 Kasım’da Mehmet Emin Çiçek (70) ise yaralandılar. 9 Kasımda kahvehane taranması sonucu Mehmet Gündüz (45) yaşamını yitirirken Seyfettin Kurt (44), Kudbettin Çiçek, Abdulsamed Kesici (50) ise yaralandılar.
Mustafa Sağlam (26) da Selahattin Mahallesi’nde polisler tarafından açılan ateş sonucu yaralandı. 11 Kasım’da A.G. (5) bombaatar parçasının isabet etmesi socunu yaşamını yitirirken İ. Y. ise ağır yaralandı. 12 Kasım’da Hüseyin Yıldız 13 Kasımda Üstün Güneş (45) yaralandılar.
18 Ağustos’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve sonrasında yaşanan olayları araştırmak
için kente giden sivil toplum örgütleri gazeteciler tanıklar ile yaptıkları görüşmelerde hemen
hepsi ismini vermekten sakınca görmemiş; ancak 03-14 Kasım olaylarından sonra yapılan
görüşmelerde tanıklar adlarının saklı kalma
şartı ile konuşmuştur. İnsanların güvenlik riskini en üst boyutta hissetmeye başladığını gösteren önemli bir işarettir.
Öldürülen Süleyman Güleç için tanık beyanı:
Kendisi bekârdı. Market vardı, markete bakıyordu. Kahvenin yanındaydı marketleri. Zaten bizim vekiller oradaydı. Onlar, bizden daha iyi biliyor. Onları kurtarmaya çalışmış. Kendini onlara siper etmiş. Ayla Akat ordaydı,
4 milletvekilimiz oradaydı. Onlar dediler ki “biz nereye sığınmaya çalışıyorsak tank veya roketi, oraya doğru atıyorlar.‟ Helikopter yukarıdan onları tespit ediyor. Olay anında vekillerle birlikte oradaymış. Tek bir kurşunla, kalbinin üzerinden vurmuşlar. Kurşun sırtından çıkmış… Onu çıkardığımızda aynen bizim gibiydi… Çocuk aniden düşmüş. Bunların kurşunları zehirlidir. Kana dokundu mu hemen insan gider. Bakın, iki-üç kişi de aynı bu olaylarda ayaklarından yaralanmışlar. Bu yara nedeniyle adamlar gitmişler.
Tanık 2:
Bir tane kurşun da omuzuna değmiş. Yani gerçekten hocam, bu M16 mermileri hepsi zehirlidir. Öbürleri, kaleşnikof veya G3 ile vurulursa bir şey olmuyor. Yani yaralar büyüktür. M16 mermilerinde hemen yara kapanıyor, iç kanamadan gidiyorlar.
Tanık 3:
12 gündür evime giremiyorum. Yeni geldim bütün kapılarım kırılmış, askerler yapmıştır.
Kimsem yok, iki oğlum hapiste tek başıma kalıyorum. 12 gündür açız sokaklardayız. Yaşlıyım, benim evimi yakıp yıkmışlar. Ben şimdi ne yapacağım gücüm yok. Korkudan evimizde kalamıyoruz ki evde kalalım! Evde elektrik, su yok ateş ediyorlar nasıl kalalım. Biz ne yapmışız ki devletin askerleri evimizin kapılarını kırıp evimizi dağıtmışlar! Allah hakkımızı bırakmasın.
Tanık 4:
4 aydır dışarıdayız dedim. 10 günde bir çocuklar gelir, devlet onları vurur… Eve gidemiyoruz. Perişanız. Evimizi yıkmışlar. 4 aydır ne Büyükşehir Belediyesi, ne Silvan Belediyesi, ne insan hakları kurumları… Kimse mağduriyetimiz için gelmedi. Açlığımız, hastalığımız, perişanlığımız… Amaç Kürdistan ise baş göz üstüne, ama bazıları keyiflerindeyse… Bak işte Silvan, şu yukarıya git güllük gülistanlık. Kahvede okey oynuyorlar. Ben burada açım, kira 150 liradan, 300 TL olmuş. Kürdistan eyvallah da, biz perişan olmuşuz.
Vicdansızlar evi hedef aldılar. Bütün kurşunları dışarıdan attılar, bakınız kurşunlara. Yeni geldim kapıyı açtım. Askerler bizleri çıkartmışlardı, kolumuzdan sürükleyip çıkarttılar. Dolaplara bakınız
kurşun izleri var, hepsini karşıdan attılar. Gelin odaya bakınız, Allah yanlarına bırakmasın. Bütün camları kırmışlar, her yeri taramışlar. Caddeden kurşun atıyorlardı. Keskin nişancılar Azizoğlu binasına yerleşmişlerdi. Kaç defadır böyle yapıyorlar. Halkın
evini boşu boşuna taramışlar, ne gerillalar burada var ne de başka kimse. Kim burada var ki halkın
evini boşu boşuna tarıyorsunuz.
Nursel Aydoğan (HDP Diyarbakır Milletvekili)
Kırılmadık kapı, dağıtılmayan ev, hiçbir şey kalmadı. Öyle saldırı, operasyon değil, resmen savaş yani! 4 bin özel harekatçı ile gelmişler. İnsan öldürmeye odaklanmış, büyük bir kin, nefret taşıyan bir güruh. İnsan eve girer, arar, o başka mesele. Göreceksiniz evleri, evlere girmişler, kapıları, buzdolapları kırmışlar, çamaşır makinelerini
dağıtmışlar. Yani nefretle, kinle ancak böyle izah edilebilir, başka türlü izah edilemez. Zaten evlerde tek bir insan kalmamıştı. Bizim bulunduğumuz noktalara roketatarlar, bombalar atıldıktan sonra biz
hemen daha korunaklı olduğunu düşündüğümüz arka mahalleye geçtik, geçerken evlerde tek bir kişi bırakmadık, bıraksaydık hepsi öldürülürdü. Mahallelerde tek kediler kaldı, mahallelerin yüzde
yüzü boşaltıldı. Çarşamba günü biz, “herkes mahallelerden çıksın” dedik. Çünkü tam cinnet geçirmiş, tam gözü dönmüş bir güruh vardı.
Çoluk çocuk, genç, yaşlı, ihtiyar demeden herkesi öldürebilirlerdi.
Biz çatışmanın olduğu gün o ana caddenin arkasındaki bir evdeydik. Birkaç eve öyle dağılmıştık. O gece sabaha kadar yüzlerce mermi, bomba atarlar, top atışları yapılıyor, bulunduğumuz ev zangır zangır titriyordu. Kapıyı kilitlemiştik… bizi orada görselerdi büyük bir katliam olurdu, hepimizi öldürürlerdi. Biz Konak mahallesine, elektriğin olduğu, telefonların biraz çektiği mahalleye geçtik. Allah kimseye göstermesin diyorum, çok kötüydü gerçekten! Kaymakam’a burada mesaj attım, yazdım dedim ki: Kaymakam Bey, burada korkunç bir durum var, durum sandığınızdan, tahmin ettiğinizden çok daha vahim, çok daha kötü, her an her şey olabilir. Biz Mescit Mahallesi’ndeyiz.Ona rağmen bulunduğumuz her noktaya tepeden ateş ediliyordu, helikopterlerle izliyorlardı. Biz bulunduğumuz noktada okuldan keskin nişancıların açtığı ateşle yaşamını yitiren Süleyman Güleç’i battaniyeye koyup hemen yan tarafta 50 metre ötedeki caminin içerisinde ölülerin yıkandığı taşın üstüne bıraktık. Zaten orada vurulduğu yerde vefat etmişti, ben baktım nabzı gitmişti atmıyordu. Bir de bulunduğumuz noktaya , tahmin ediyorum ki koordinatlar veriliyordu, bahçeye tepeden havan topları, atışları yapılıyordu. Ondan sonra biz camiye gittik, caminin her tarafını havan topları ile taradılar, caminin her tarafı parçalar ile doluydu. Korkunç bir şeydi gerçekten.
Murat ATEŞ (Muhtarlar Derneği Başkanı)
Sokağa çıkma yasağının 9. günü kaymakamlık anons yaptı sivillerin mahallelerden çıkması için. Bir gün çatışmasızlık kararı çıkarıldı; o arada çıkabilenler çıktı, çıkamayanlar içeride kaldı. Muhtar arkadaşlarımdan aldığım bilgiye göre diyebilirim ki %95 oranında insanlar çıkmıştır ama %5’lik kısım evlerinde kaldı. Onlar da hasta, yatalak
veya maddi sebeplerden dolayı evlerini terk edemeyenlerdi. Silvan genelinde ise 25 bin insan göç etmiştir. Bunların bir kısmı yukarı mahallelere, bir kısmı Bismil, Batman, Diyarbakır’a bir kısmı da
Mersin, Adana gibi şehirlere göç etmiştir. Bu üç mahalle Silvan nüfusunun yaklaşık üçte biri yani 14.365 kadardır. Sokağa çıkma yasağının 9. günü yapılan anonstan önce mahallelerin yaklaşık %30’luk kısmı evlerindeydi, ama anonstan sonra %95’i çıktı. Silvan’da en mağdur en fakir aileler gecekondulardan oluşan bu üç mahallede
yaşamaktadırlar. Özellikle maddi durumu düşük ailelerin bu çatışmalarda maddi-manevi kayıpları olmuştur. Şunu da vurgulayayım; bazı fırsatçı insanlar Silvan’da kiraları 1000 TL ye çıkarmışlar ve
sokağa çıkma yasağı bittiğinde ya da evler tamir edilirse gitmelerini engellemek için bir yıllık sözleşme imzalatmışlar.
Abdulmenaf MANAZ (CHP Silvan İlçe Başkanı)
60 yaşındayım böyle bir şey görmemiştim. Filistin’de İsrail’de bile böyle bir şey olmamıştır şimdiye kadar. Hedefleri belli değil şu an.
Benim evim tepenin altında ve orada 11 tane tank var. Gelişi güzel tarıyorlar. Kendi bahçemden dışarı çıkamıyorum. Kurşunların adresi yok, kime denk geldiyse adres orasıdır. Bu masada iki taraf var. Biri Abdullah Öcalan’dır diğeri de Erdoğan’dır.
Halk perişan durumdadır… Ana bacı dinlemeden küfrediyorlar. Devletin üniformasına güvenmezlerse bu kadarını yapamazlar. Devlet yetkilileri çıkıp burada sivil halkın can güvenliğini koruduklarını iddia ediyorlar. Hâlbuki burada 2-3 gerilla öldü, geri kalanların tümü sivil vatandaştır. Bu olaylar hakkında söylenecek tek bir şey var: Eskisi gibi çözüm süreci başlasın. Erdoğan Öcalan ile görüşürse ne Osmanlı Ordusu kalır burada ne de DAİŞ kalır. Biz abdestsiz Kur’an-ı Kerim’i elimize dahi almazken onlar gidip Kur’an kurslarını tarıyorlar, camileri tarıyorlar. Bu son olaylarda Esedullah timini henüz görmedik ama geçen defa gittiğimizde görmüştük. Özel harekât timinin içinden biri yetkililer ile Arapça konuşuyordu, Türkçe konuşamıyordu. Sosyal medyadaki fotoğraflarda zaten görülüyorlar.⁵
MAZLUM-DER Değerlendirmesi
Savaş ve çatışmaların en büyük psikolojik etkilerinden biri göç olgusudur. Yerel kaynaklardan alınan bilgilere göre bahsi geçen 3 mahalleden 25.000’e yakın insan evlerini terkederek, Silvan’daki diğer mahallelere veya farklı illere göç etmiştir . Göç sonucunda bu mahallelerde ticari faaliyetler durmuş ve yaklaşık 5.000 civarındaki öğrenci temel hakkı olan eğitimden faydalanamamıştır. Güvenlik güçlerinin operasyon yaptıkları sokaklara düşmanca hislerle duvar yazıları yazması ve bazı evleri tahrip etmesi psikolojik açıdan sağlıklı bireyler olmadıklarına, psikolojilerinin ciddi zarar gördüğüne ve toplumsal güvenlik hizmeti veremeyecek düzeyde olduklarına delil kabul edilebilir. Duvar yazılarının sıklığı ve içeriğine bakıldığında, yazılamaların farklı merkezlerde de aynı içerikte olduğu için münferit olmadığı kanısını güçlendirmektedir. Bu yazılamalar çatışma mahallinde yaşayan sivillere karşı yerleşik bir nefret duygu durumunun yaşandığına işarettir. Yaşananlara ve yazılamalara maruz kalan mahalle sakinleri ve özellikle çocuklar otoriteye karşı güvensizlik ve nefret duygularına sahip olma eğilimi taşımaktadır.
5 Diyarbakır İli Silvan İlçesi’nde Meydana Gelen Hak İhlalleri inceleme raporu, MAZLUMDER, 17.11.2015
HDP Değerlendirmesi
Bu görüntülerde, ilçeye giden yüzü maskeli özel harekât polisi mensuplarının duvarlara “Devlet geldi, “Kan koksun buram buram”, “Kurdun dişine kan deydi, korkun”, “Kızlar geldik ininize girdik”,
“TC burda piçler nerde”, “Adam Olun!!!”, “Esedullah timi burada”, “Devletin var ihanet etme”, “TC ne derse odur”, “Türksen Övün Değilsen İtaat Et” şeklinde milliyetçi, ırkçı ve cinsiyetçi tehdit içeren yazılar yazılmıştır.
Devlet Geldi
“Devlet geldi” yazısı devletin ‘yoktum ama şimdi buradayım’ ve ‘şiddetle burada olabilirim’ itirafında bulunmasıdır. Devletin varlığını Kürtlerin gözünde bir türlü süreklileştiremediğinin, “meşru” bir şekilde orada olamadığının da ifadesidir. Bu şiddet üzerinden kendini dayatan güç, sınırsız itaat beklentisi içerisinde olduğunu dile getirmektedir.
Silvan’da yazılan sloganlar, çizilen ay yıldızlar ve üç hilaller… Türk milliyetçiliğinin kuramsallaşmasında önemli bir mitin ve yol açtığı katliam hafızasını bugüne ve buraya taşımakla beraber devletin tehditkâr saldırganlığını tüm açıklığıyla ortaya sermektedir.
“Kızlar geldik ininize girdik”
Kadın bedeninin fethedilecek bir alan olarak kurgulanması ulus devletlerin temel mitlerindendir… Bu cinsiyetçi yazılamalar kadına dair devletin genel bakışın özeti ve yeniden üretimi niteliğindedir…
“Esedullah timi burada”
Esedullah timi kimdir? Kimlerden oluşur?.. ‘Esedullah Timi’… bölgedeki vali ve kaymakların inisiyatifi dışında faaliyet yürüttüğü, bu
birimlerin doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlı olduğu iddialarını bir kez daha gündeme getirmiştir. 21 Ağustos Pazartesi günü Evrensel gazetesinde çıkan habere göre heyette yer alan milletvekilleri, “Burada valilik, kaymakamlık ve kolluk güçlerinin emirlerine uymayan, doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı birliklerin olduğuna” dikkati çekerek, özel hareket timleri kıyafeti giyen bu kişilerden
bazılarının Türkçe konuşmadığını ifade etmiş, söz konusu kişilerin Varto’da da olduğunu iddia etmiştir.⁶
6 Diyarbakır Silvan’da (Farqîn) 03-14 Kasım 2015 Tarihleri Arasında Yaşanan Olaylarla İlgili İnceleme Raporu,
HDP Genel Merkezi, 18-Kasım 2015