Ağrı’nın Batmaz ilçesinde bağlı bir köyde dünyaya geldim. 48 yaşındayım ve 26 yıldır Cizre’de yaşıyorum. Güzel bir çocukluk geçirdim.
Erkek kardeşlerim küçük olduğu için babam çalışıyordu. Babam bir iş yaptığında biz de ona yardım ediyorduk. Büyük ablam ev işlerini yapıyordu ben de babama yardım ediyordum. Tarlaya gidiyorduk buğday biçiyorduk ot biçiyorduk, kışın ise inek ve koyun gezdiriyorduk. Ailem hâlâ köyde yaşıyor ben de evlenene kadar orada kaldım. 5 yıl okula gittim bu nedenle okuma yazmam var. Bize de bütün kardeşler okula gittik sadece ablam gitmedi. Bu yüzden Türkçe biliyorum ama iyi konuşamıyorum.
Bir gün ben ve iki kız kardeşim babamla beraber çalışıyorduk, ekinleri toplayıp patosa atıyorduk babam bize dedi ki “Gidin birkaç gün dinlenin.” Bir gün evimizin önüne bir araba geldi, arabadan üç erkek indi: Biri kayınbabam, şoför ve diğeri de rahmetliydi. Dediler ki “Eğer kabul ederseniz kızınızı istemeye geldik.” Eve geldiler oturdular, Cizre’den gelmişlerdi bir gece misafir edip, yemek ikram ettik. Aslında bir kuzenim onları tanıyormuş, o onlara söylemiş “Bu evin kızları iyidir” diye. Ben daha 18 yaşındaydım, eşim de benden bir yaş küçüktü. Bana sordular “Sen istiyor musun?” diye. Ben sesimi çıkarmadım önce, sonrasında “Eğer siz kabul ediyorsanız ben de ediyorum” dedim. Bizi hemen nişanladılar, 6-7 gün nişanlı kaldık. Nişan öncesinde iyi biri mi değil mi anlamak için onunla konuştum. O zaman aşk yoktu. Ona dedim “Bana söz vereceksin; bana bakacağına, bana haksızlık etmeyeceğine, beni dövmeyeceğine, kötü söz söylemeyeceğine ve bana değer vereceğine. O zaman ben de sana, annene, babana saygı gösteririm ve evine bakarım.” O da dedi ki “Bu hayatta asla sana dokunmayacağım.” Ancak o sözünde durmadı ama ben sözümde durdum.
Düğünümüzü yapamadık. Çünkü Antep’te bir akrabamızın kafasını kesmişlerdi. Kocamın kuzeniydi, öz amcasının oğlu, Hizbullah* vardı o süreçte, onlar öldürmüşlerdi. Muhammed gençti, altı tane kız çocuğu vardı. Daha onun yası devam ediyordu. Ben ilk başta gelinlik istedim onlar yorgan kılıfına benzer bir şey getirdiler. Ben onu giymek istemeyince, kayınım gitti gelinlik getirdi bana, gelinlik giydirdi arabasıyla beni bizim mahalleden, kendi mahallelerine getirdi. Annemle, babamda üç gün kaldıktan sonra gittiler. Onlar gittikten sonra çok pişman oldum, çok ağladım. Dedim ki “Keşke evlenmeseydim, buralara gelmeseydim!” Rahmetli kocam dedi ki “Burası ne kadar uzak olursa olsun seni babanın evine götüreceğim.” 20 günüm bittikten sonra beni babamın evine götürdü. O zamanlar adetler öyleydi gelin düğünden sonra babasının evine ziyarete giderdi. Eşimle beraber 20 gün orada kaldık, sonra tekrar buraya döndük. İlk zamanlar kardeşlerim beni çok özlüyordu, hepsi benim için ağlıyordu, annem ve babam amcalarım benim için ağlıyorlardı.
* Hizbullah, Türkiye’de 1970’lerin sonunda İran Devrimi’nin etkisiyle örgütlenmeye başlamış ve kendisini İslami geleneğe bağlı bir örgüt olarak nitelendirmiştir. İlk olarak İlim Kitapevi etrafında faaliyet göstermeye başlamakla birlikte, aslında 90’larda PKK’ye karşı düzenlediği radikal eylemlerle görünür olmaya başlamıştır. Kürt kentlerinde, Kürt halkı tarafından 90’larda birçok faili meçhul infazın sorumluları olarak nitelendirilmektedir.
90’lı yıllar
Eşimin anne ve babası köyde kalıyorlardı, ben Cizre’ye yengemin yanına taşındım, dört günüm bittikten sonra Cizre’de çatışma çıktı. Kamil öldürüldü, o öldürüldükten sonra korucular, insanlara zulüm ettiler. Birçok insan o çatışmada öldürüldü. Kamil de korucuydu ama kim onu öldürdü bilemiyorum. Birçok insan öldürüldü birçok insanı alıp götürdüler. Biz kaçtık, köye gittik, eşimin amcası dedi ki “Onlar bize zulmetmesin diye biz de silahlanalım, ortalık sakinleştikten sonra silahları tekrar bırakalım.” O yüzden, biz Cizre’ye geldikten sonra eşim de korucu oldu. Eşim 5-6 ay koruculuk yaptı sonra dedi “Ben bunu yapamam.” Silahını bıraktı ve şoförlük yapmaya başladı. Onu korucu yapan amcasıydı bu nedenle evdekiler ona tavır aldı. Çünkü, kocam evi terk etti, o da tavır aldı 8 gün gelmedi. O zamanlarda ortam çok kötüydü, devlet birkaç defa evimizi bastı, ben o zamanlar çatışmadan dolayı bayılıp hastalanmıştım. Korkuyordum çünkü, o zamanlar devlet insanları köylerden kaçırıyor, götürüp kaybediyordu. Korucular da onlara yardım ediyordu, iş birliğiyle evleri basıyorlardı. O zamanlar, ben kendim işkence görmedim. Askerlerin geldiğini görüyordum, avlunun duvarından bakıyordum, silahlarla evleri basıyorlardı. Köyün ve evlerin etrafını sarıyorlardı. Ben gittim mutfağa saklandım, eltim evden dışarı çıktı, o gün kayınımı, eşimi, onun kuzenini, herkesi alıp götürdüler. Ancak kayınpederimin annesi korucu bir aileden olduğu için gidip onlara kızabilmişti. Onlara “Çocuklarımı bırakın, onları nerden getiriyorsanız getirin” demiş. 3-4 gün sonra hepsini bıraktılar. Kayınıma ne su vermişlerdi ne de ekmek. Üzerinde kot bir ceket vardı, ceketin üzerinde de herhalde sarı kırmızı yeşil bir kuş resmi varmış, o yüzden onu çok dövmüşler. Ceketi de paramparça olmuştu. Eve geldiğinde ölü gibiydi, ceketinden kaynaklı çok işkence yapmışlardı. Eşimi de yere yatırıp başına ayaklarıyla basmışlardı. Bu işkenceden dolayı eşim korucu olmak zorunda kaldı. Hacı Halil aşiretimizin büyüğüdür, o benim eşimi korucu yaptı, o Keçin aşiretinin büyüğüdür.
O zamanlar çocuğum yoktu ama hamileydim en büyük oğlum karnımdaydı, eşim taburcu olduktan sonra çocuğum doğdu. Eşim altı yıl koruculuk yaptı, sonrasında askere gitti. Sonra Cizre’ye geldi. O askerde olduğu sürece ben hiç onu görmeye gitmedim evden çıkmıyordum, pek bir yeri tanımıyordum sadece bir gün onu görmeye gittim, o gün bizi ve diğer asker eşlerini çağırmışlardı, o gün bir saat kadar görüştük.
Eşim evde olmadığı zamanlarda odamdan çıkmıyordum, kapımı kapatıyordum, yastıkların arkasına saklanıyordum çünkü Cizre’yi tanımıyordum…
Eşim hiçbir zaman gönüllü olarak, korucu olmak istemedi. Askerliği de kendi isteğiyle yapmadı, askerden geldiğinde yine çatışmalar vardı. Kamil Atak ailesinin düğününde çatışma çıkmıştı. Eşim de düğündeydi, yaralanmıştı. Düğüne saldırmışlar, düğünde bomba patlamış, bomba parçaları onun oğluna değmiş. O zaman o korucu olduğu için ona yeşil kart verdiler, hastaneye götürüp tedavi ettiler. Oğlunun kolu sakatlanmış ondan sonra bir iş yapamıyordu. Eşim o olaydan sonra koruculuğa, aktif bir şekilde devam etmedi. Bazen onu çağırıyorlardı gidip nöbet tutuyordu sonra tekrar eve geliyordu. Ben o zamanlar çok korkuyordum, eşim evde olmadığı zamanlarda odamdan çıkmıyordum, kapımı kapatıyordum ve o zaman hamileydim. Yastıkların arkasına saklanıyordum çünkü Cizre’yi tanımıyordum. Dışarıda hep çatışma oluyordu, ben daha önce böyle bir şey görmemiştim ta ki Cizre’ye gelinceye kadar.
Eşim altı yıl kadar koruculuk yaptı, ilişkimiz çok iyiydi, sözünü tuttu. Sonra onun ailesi Cizre’den geldi, burada bir ev yaptılar. Dediler ki “Biz bir katta kalalım, siz de diğer hatta kalın.” Kaynanam, kayınpederim ve kayınım beni hiç sevmiyordu. Onun üç tane gelini vardı ve ben ikinci gelindim. Diğer gelinler ailedendi sadece ben dışarıdan gelmiştim, diğer gelinler akrabaydı. O yüzden kaynanam onları seviyordu ama beni sevmiyordu. Bu yüzden kaynanam bana çok zulmetti. Beni demir çubuklarla dövüyorlardı, kaynanam ve görümcem. Görümcem de benden küçüktü ama ben sesimi çıkarmıyordum. Onlara hiç karşı çıkmıyordum, sesimi çıkarmıyordum. Kaynanam o zaman gençti çok güçlüydü. O ve eltim bir keresinde bana keserle saldırdılar. Bana çok haksızlık ve zülüm yapıyorlardı. Ben ne yapsam beğenmiyorlardı sonra bana saldırıyorlardı hâlâ bana neden bu kadar zulmettiler anlayamıyorum. Eşim beni savunuyordu ama onlar bana diyorlardı ki “Git buradan! Kocana yeni bir gelin getireceğiz, sen babanın evine git!” Beni evden kovuyorlardı, demirlerle dövüyorlardı; onlar ne yaptıysa da ben gitmedim. Benim oğlum da “Anne sen ölürsen beni de kendinle beraber mezara koy ama beni bırakıp gitme” diyordu. Sonra diğer oğlum dünyaya geldi ve de sonrasında bir de kızım oldu. Gelin olduktan sonra 4 ayım güzel geçti, sonrasında 13 yıl boyunca işkence gördüm. O dört aydan sonra kaynanamdan ve ailesinden hiçbir hayır görmedim, ailesi eşime de olumsuz etki etti ve ilişkimiz yıpranmaya başladı. Sözünde durmadı, bana haksızlık etti. Ancak hiçbir şey evladın yerini tutmuyor, o zaman diyordum ki oğlum Fırat’tan bir saat ayrılırsam ölürüm. Elimi ayağımı kırıyorlardı, beni aç ve susuz bırakıyorlardı. O zaman daha bu evi yapmamışlardı. Ahır olarak kullanıyorlardı; burada inekler vardı, saman vardı, biz burada kalıyorduk. Çok kötü bir yerdi, içinde yılan bile gördüm bir keresinde, oğlum bağırdı “Anne akrep seni sokacak.” Dönüp baktığımda neredeyse beni sokmak üzereydi. Şimdi oturduğumuz evin ne kapısı vardı ne de penceresi. Kaynanam bana ve oğluma zulmetti, oğlum daha küçüktü ona çok bir şey yapmadılar ama bana çok zulüm ettiler. Kaynanam kocamı da kışkırtıyordu, oda bana saldırıp, dövüyordu. Ailem beni ziyarete geliyordu ama ben onlara hiç bundan bahsetmiyordum, onlar durumu bilmiyordu. Sonra Fırat büyüdü, onlar her haksızlık ettiklerinde Fırat dayısına söylüyordu. Kardeşim benden 7-8 yıl küçüktü o zaman, şimdi evli. Fırat’a “Anneni al buraya getir. Ben size bakarım” dedi.
Kocam korucuyken bana haksızlık yapıyordu. Annesi eşimi özellikle teşvik ediyordu, karşısına oturup “Boşa onu” diyordu. Koruculuğu bırakınca şoförlük yapmaya başladı. İran’a Irak’a ve Mersin’e gidip geliyordu. Geldiğinde de bana çok haksızlık ediyordu, ona hiçbir şey yapmıyordum. Bazı kadınlar var, kocalarına karşı çıkıyorlar ama ben öyle yapmıyordum. Ona hiç cevap bile vermiyordum. Eve geldiğinde yemek yapıyordum, elbiselerini yıkayıp ütülüyordum. Ölseydim bile dönüp bana bakmazdı, hiç benim eşim demiyordu, bana bir parça elbise bile almıyordu. Başka insanlar bana yardım ediyordu. Kaynanam bana çok haksızlık etti her şeyin sebebi benim kaynanam eşim de annesinin sözünü dinliyordu. Sonra eşim öldürüldü şimdi benim de bir gelinim var ona işkence yapabilirim ama ben ona bebekler gibi bakıyorum. Babam eşime hep kızıyordu, diyordu ki “Ben seni onlara sana haksızlık yapsınlar diye vermedim” Fırat babama ‘Annemin hiç suçu yok. Benim babam anneme haksızlık yapıyor, annem ne söylerse söylesin annemi dövüyorlar’ dedi. Babam ve kardeşim yanlarına gelmemi istediler. Giderken Fırat’ı Çınar’ı, Hüseyin’i ve Nevin’i dört çocuğumu aldım da kaçtım. Kocam bana sahip çıkmadı. Bir gün elbiselerimi yırttı, beni dışarı attı, kimliğimi benden aldı ve bana dedi ki “Sen Cizre’de hangi eve sığınırsan ben o evi tararım.” Ben de kimseye bir şey olmasın dedim o yüzden çıktım, ama çocuklarımdan ayrılmak çok zordu. Sonra gidip bir eve sığındım, orada kaldım. Oraya gittim ama gözüm yolda kaldı, Fırat da arkamdan gelmişti, yağmur yağıyordu, her taraf çamur olmuştu. Komşumuz ona söylemiş, o da ağlayarak arkamdan gelmişti. O evde saklandım, Fırat yanıma gelince ona dedim “Git kardeşlerini de getir.” Fırat o zaman daha 10 yaşındaydı, gitti diğer kardeşlerini de getirdi. Hüseyin daha küçüktü, o zaman kocam onu almıştı, bana “Buradan git” diyordu. Ben de “Tamam gideceğim ama çocuğumu bana ver” dedim. Bana dedi ki “Sen git ben onu yurda vereceğim” ben de yaşadığım sürece çocuklarımı yurda veremeyeceğini söyledim. Oradan çıktığımda üç tane çocuğumu yanıma aldım. Benim görümcem ve kayınım Hüseyin’i vermeyeceğiz demişler. Fırat onu almaya çalışmış ve kayınım Fırat’ı dövmüş ama o kardeşini orada bırakmamış, alıp getirmişti. Fırat çocuklarımı alıp yanıma getiriyordu her üç çocuğumu da aldı, bana getirdi, üçü de çıplak ayaklıydı. Bir şeyimiz yoktu, üstümdeki kazağı kestim, Hüseyin’e pijama yaptım. Çünkü onun pijaması yoktu, kazağımın kollarını ona pijama yaptım sonra ona bir gömlek diktim, şapka yaptım. Bütün kazaklarımı onlara nasıl kıyafet yaptığımı bir gün yazdıracağım. Çocuklarımı öyle giydirdim, bir komşu kadın bana naylon bez verdi, çocuklarının kıyafetlerini verdi, bir tanesi bana, o zamanın parasıyla 2 milyon para verdi “Gitme burada kal, tekrar seni bulup, aynı şeyleri yaşatacaklar” dedi. Ama ben çocuklarımı aldım ve İdil’e gittim. Enişteme haber vermiştim, o yanıma geldi. Bizi Muş arabasına bindirdi, biraz yiyecek ve biraz para verdi. Önce Muş’a gittik, Muş’tan da Elazığ’a, kız kardeşimin evine geçtik. 2-3 gün orada kaldım bana dedi ki “Burası senin evin.” Ben dedim “Ama beni burada görürlerse öldürecekler, çocuklarımı da yurda verecekler. Ama ben yaşadığım sürece çocuklarıma sahip çıkacağım.” Ben orada kalamayacağımı söyleyince, bana biraz para verdiler çocuklarımı aldım ve oradan da ayrıldım. Fırat o zaman 12 yaşındaydı ama Fırat’ın kafasındaki akıl bütün Cizre’nin insanlarından daha çoktu. Kaynanam onu kıskanıyordu, şimdiyse diyor ki ben onu seviyorum ama sevmiyordu. Fırat’ın yaşamasını istemiyordu, o yüzden kıskanıyordu bana diyordu ki “Senin oğulların var, sen Ermeni’sin. Kocan seni alsın götürsün bir yerde kessin, parçalasın.” Ben asla yalan söylemiyorum ben şehit annesiyim bugün başım diktir kimsenin günahını almıyorum. Kocama diyorlardı “Onu al götür bir yerde öldür, eğer biri sorarsa bilmiyoruz diyeceğiz. Kim nerden bilecek senin onu öldürdüğünü?”
Ben gittikten sonra ailem, bana dedi ki burada kal, sen yaşadığın sürece sana bakacağız. Kardeşim, bana dedi ki “Benim iki tane çocuğum var, senin de dört tane çocuğun var. Ben bundan sonra altı çocuk babası olacağım ve ben yaşadığım sürece onlara bakacağım. Ben sana borçluyum nasıl benim hakkım varsa senin de öyle hakkın var burada.” 3-4 ay geçti, bir gün kocam aradı dedi ki “Bundan sonra sana karışmayacağım, pişman oldum artık eve dönün” dedi. Geldi bizi götürdü ama sözünde durmadı, tekrar aynı hataları yaptı. Ve ölünceye kadar da bana haksızlık yaptı.
Benim resmi evliliğim yoktu bu yüzden çocuklarımın okul kaydını yapmadı. Fırat’ı annesinin çocuğu olarak kaydetmişti. Bana diyordu ki diğer çocukları da kardeşimin çocukları olarak kayıt edeceğim. Bir gün dedim ki, beni öldürüyorsa da öldürürsün ama eltime çocuklarımı başka türlü kaydetmemesini söyledim. Ona dedim “Çocuklarımı başkalarının üzerine kaydetme, ben onları büyüttüm 9 ay karnımda taşıdım. Siz Allahtan korkmuyor musunuz böyle bir şey yapmaktan?” Aydın Budak yeni belediye başkanı olmuştu. Birisine “Bana belediyeyi göster” dedim. Orada muhtar vardı, eşimin kimliğini aldım onun yanına gittim, her şeyi anlattım. O fotoğraflarımızı aldığı ve belgelerimizi hazırladı bana buraya imzala dedi, ben de imzaladım. Kocam imza atmak istemedi. İki ay sonra belediye, kağıtları imzalaması için onu çağırdı. Yine imza atmadı sonra polis onu alıp, imza attırdı. Karakola gitmiştim, onlara dört tane çocuğumun olduğunu ve kocamın çocuğumu annesinin üzerine kaydettirdiğini söyledim. “Diğer çocuklarım için yeşil kart çıkaramıyoruz, bana hiç yardımcı olmuyor” dedim. O gün karakolda benim anneme küfretti ama kağıtları da imzaladı çocuklarımın kimliğini, yeşil kartlarını çıkardım ama o bir türlü kimliğini değiştirmedi. Bu yüzden ben yeşil kart alamadım. Tekrar karakola gittim, orada tanıdık bir polis vardı, Kürt bir polisti, karısı da Kürt’tü. Beni çok seviyordu çocuklarım için bayram kıyafetleri alıyordu, ona durumu anlattım. O kocamı karakola çağırdı ve dedi ki “Ayıptır, insanın eşi namusudur.” Aldı belgeleri hazırladı, tekrar başvuru aldı. Kocam bu sefer beni dövmedi ama sürekli bağırdı. Bu olanlardan sonra 7 yaşındaki çocuğum okula başladı. Raşid, altıncı sınıfa kadar okudu; Çınar dördüncü sınıfa kadar, Fırat beşinci sınıfa kadar okudu ve Nevin beşinci sınıfa gidiyor, okuluna hâlâ devam ediyor. Hüseyin ise dördüncü sınıfa kadar okudu. Babaları onlara ne bir kalem ne de bir elbise almadı. Babaları, çocuklarına 5 TL para bile vermedi, onlara hiç iyi davranmadı. Okulu bıraktıktan sonra çocuklarımın bazıları çalıştı. Fırat birkaç defa İstanbul’a gitti orada çalıştı. Bazen tekstilde bazen de inşaatta çalıştı, daha yaşı küçüktü o zaman onlara yardım ediyordu.
Fırat gitmeden önce babası Irak’taydı, o da İstanbul’da çalışıyordu. O zaman 17 yaşındaydı, inşaatta çalışmaya yaşı yetmiyormuş birinci ayında İstanbul’da beni aradı 5 gün iznim var dedi. Orada bir ay kalmıştı ama parasını almamıştı, paramı alırsam kıyafet alacağım ve bir karton sigara alacağım diyordu. Babası Irak’tan döndü, telefonda ona küfür etti benim evimi terk etsin dedi. Benim evimden gitsin dedi, babası onu hiç sevmiyordu. Fırat çok üzüldü babasının söylediklerini duyunca çünkü beni bırakıp gitmek istemiyordu. Fırat, o zamanlar partiye gidiyorsa da bana söylemiyordu ben bilmiyorum. Eğer orada bir şeyler öğrenmişse bilmiyorum ama evde hiçbir şeyden bahsetmiyordu, konuşmuyordu, yemek varsa yiyordu ve çıkıp gidiyordu. O gün babası eve gelmişti Fırat eve gelmedi. Akşam bize bir mektup göndermişti “Beni aramayın, ben çıkış yaptım” demişti. Telefonunu da boş bir zarfa koyup göndermişti. Onu aradım aradım bulamadım. Sonra, bir gün, bir salı gecesi, çocuğum geldi bana dedi ki “Anne Fırat şehit olmuş” dedi. Çok sinirlendim, dedim “Sen Fırat’a kurban ol. Sen nasıl böyle şeyler söylüyorsun Fırat için!” Televizyonu açıp, birkaç kişi gösterdiler, baktım ki üçüncüsü Fırat’tı. YPG kıyafetleri giymişti, saçlarını kesmişti, çok zayıflamıştı. Kobanî’de şehit oldu, babası gidip cenazesini aldı ve onu Cizre’ye getirdik. Yüzünü görmeme izin vermediler. Onun öldüğüne inanmıyorum, sanki hâlâ bir yerden çıkıp gelecek gibi düşünüyorum. Her Perşembe akşamı onun mezarına gidince, hâlâ bir yerden çıkıp geleceğini düşünüyorum. Çünkü ben onun yüzünü görmedim, kefenin içinden yüzüne dokundum, onu öptüm. Ama hâlâ onun öldüğüne inanamıyorum. Mezarına bir gün gitmesem bile diğer gün mutlaka gidiyorum, gidip onunla konuşuyorum. Ama ağlamıyorum, başucunda oturup Yasin okuyorum. Onu rüyalarımda görüyorum. 20 gün önce gördüm eve gelmişti başını dizime koydu gözleri çukurlaşmıştı.
Yüzü solmuştu, ona baktığımda gözünü açtı, kulağına eğilip onu çağırdım. Kulağında bağırdım “Fırat sana hakkımı helal ediyorum çünkü sen doğru yolda öldün, hak yolunda öldün.” Onu öptüm, ona hakkımı helal ettim, bir gün gördüm ki bir grup gençle geliyor hepsinin başında kırmızı puşiler vardı. Ellerinde bir bayrak vardı. Sonra çekip gittiler, Fırat yeşil bir alanda durdu bana el salladı.
Oğlumuzun ölümünden sonra babası değişti, artık eskisi gibi değildi. Fırat’ın kalbini çok kırdı ve onu çok dövdü bu yüzden Hüseyin’e çok değer veriyor. Bu evi yaparken bütün masrafları eşim karşıladı. Beton parasını, demir parasını, pencere ve kapı paralarını hep o verdi. Onun büyük bir hakkı var bu evde ama ev bittikten sonra kaynanam bizim eve yerleşmemize izin vermedi. 13-14 yıl boyunca kirada kalıyorduk, yoksulduk, içindeydik yine de kirada kalıyorduk. Kiramızı zar zor veriyorduk. Daha sonraları, Cizre’deki yasaklar başladı ve yasaklar bittikten sonra biz o eve taşındık.
Sokağa çıkma yasakları
Yasağın başlayacağını, dışarıda hoparlörle anons yapıyorlardı “Yasak var, dışarı çıkmayın” diyorlardı. Bu anonslardan kaynaklı, insanlar yavaş yavaş gitmeye başladı. Yasaklardan önce benim oturduğum mahallede hendek yoktu. Hendekler, benim bilmediğim başka mahallelerdeydi. Eşim yasağın başlayacağını duyunca, bize erzak aldı. İlk yasaklar 9 gün sürdü, insanlar perişan oldu. ‘Cizre’ye de yasak gelecek’ dedikleri zaman, hâlâ evimizdeydik, yeterli erzak hazırlamıştık. Çatışmaların bu kadar süreceğini tahmin etmiyorduk, çabuk biteceğini sanıyorduk. Bu süreç içerisinde de iki çocuğum ve eşim, evimizde bir aradaydık. Arkamızdaki evde 6 çocuklu bir aile vardı. Bazen yanımıza geliyorlardı beraber kalıyorduk. Soğuktu ve sobamız yoktu. O koşullarda ne bulsam onu yemek yapıyordum. Bir ocak yapmıştık, ekmek yapmak için hamur yoğuruyordum. Duman çıktığında bize kurşun sıkıyorlardı. Ne bulsak onu yiyorduk. Arkamızdaki komşumuzla birlikte yemeklerimizi yapıyorduk, 40 tane konserve yapmıştık, fasulye yapmıştık, patlıcan yapmıştık, meftune yapmıştık… Her şeyi konservelere ve derin dondurucuya koymuştum. Ara ara çıkarıyordum, pişirip yiyorduk. Ev çok kalabalıktı. Karşımızdaki ev yıkıldığı için onlar yedi çocukla beraber bize gelmişlerdi. Başka bir komşumuzda iki çocuğuyla beraber bazen bize geliyordu. Bir de arkamızdaki komşu geliyordu. Biz 3 aile, yaklaşık 15 kişi birlikte kalıyorduk. Başka bir komşumuz da ara ara çocuklarıyla beraber geliyordu. Yan yanayken daha iyiydik çünkü tek kalınca korkuyorduk, hepimiz birlikteydik. Çatışma olunca küçük olanlar ağlıyordu, korkuyorlardı. Küçüktüler ama savaş yaşandığını benden daha iyi biliyorlardı. Komşumuzun evine bomba düşmüştü, o da bütün çocuklarını alıp eve getirmişti. Benim tüpüme de silah sıkmışlardı, fırınımı kırmışlardı. Ben de dışarıda bir ocak yapmıştım. Orada ateş yakıp yemek pişiriyordum, çay yapıyordum. Bir gün çay yaparken bana bomba attılar, parçaları gelip yanımıza düştü. Bu avluda bir dut ağacı vardı, bir roket ona isabet etti. Komşum evdeymiş, bana seslendi “Yaşıyor musun” dedi. “Evet” dedim. O da yanıma geldi ona da parçalar isabet etmişti, o eve girmişti. Kardeşi telefon açtı ve ne olduğunu sordu. Yaşıyor olduğumuzu, sessiz olmaları gerektiğini söyledik. Çatışmalar çok yoğundu. O da alt katta yaşıyordu. “Sakın dışarı çıkmayın” dedi.
O süreçte su sıkıntısı da yaşanıyordu ama bizim bir tonluk bir su depomuz vardı. Su vardı sabunumuz vardı orada, bir bidonumuz vardı sonra bir bomba parçası ona isabet etti ve kullanılamaz hale geldi. Evimizde 10 tane kadın vardı, küçük çocuklar vardı. Bir kadının küçük çocukları delirmiş gibiydiler, hepsi biraradaydı. Bu süreç psikolojik ve fiziksel sağlığımız açısından çok zor bir süreçti. Ben bu süreçte adet olmadım hiç, diğer kadın da olmadı ama bir kadın vardı o adet oldu. Benden ped istedi, çocukların bezi vardı, daha önce bir tanıdık, belki benim çocuklarıma lazım olur diye vermişti, onu verdim o kadına. Kadın bezleri bulamadığımız için çocuk bezleri kullanıyorduk. Banyomuzdaki bir tonluk su bidonunu doldurmuştuk. Çünkü ilk yasakta, insanlar susuz kalmıştı. Bu sefer hazırlıklıydık, oraya büyük bidon koyduk. 2-3 aile bir evdeydik, uzanacak yer yoktu, kocam sürekli oturuyordu. İnsanlar gezecek yer, uzanacak yer bulamıyordu ve kayınpederim de bizimle kalıyordu.
Tüm bunlara rağmen, biz hiç Cizre’den çıkmadık sonuna kadar Cizre’de kaldık. Bazen silah sesleri kesiliyordu insanlar evlerine gidiyordu. Ben hiç göç etmedim, kocam öldürüldükten sonra çıktım. Eşim sürekli evdeydi bazen çıkıp arkadaşlarının yanına giderdi. Ama ikinci yasakta hiç evden çıkmıyordu. Erkekler bazen dışarı çıkıp, ateş yakıyordu. İnsanlar toplanıyordu okey oynuyordu, bir şekilde bir araya geliyorlardı. Akşam çıkıp saat 9’da geri geliyorlardı. Eşim de bazen gidip geliyordu ama yasak zamanında çıktı ve öldürüldü. Trafonun yanında öldürülmüş. Onu taziye evine götürdükleri için ben de oraya gittim. Kapıda onu yatırıp, üzerinde battaniye örtmüşlerdi. Elimi battaniyeye atmak istedim ama yapamayıp, Hüseyin’e dedim “Ona dokun” Hüseyin de bana “Sen dokun” dedi. Etrafımızda o saatte kimse yoktu çünkü ben ve oğlum gizlice oraya gitmiştik. Kimin onu götürdüğünü bilmiyorum. Sadece bir kere koluna dokundum, kaldırdım ve titredim. Orada uzanıyordu ama hâlâ babası olduğunu bilmiyordu oğlum. 12 yaşındaydı oğlum, bilmiyordu, oğlum da ağlıyordu, korkuyordu. Ona sarıldım, babası olduğunu anladı. “Cemil Cemil” diye seslendim ona ama ses çıkarmadı. O cevap vermeyince oğlum ağlamaya başladı. Ben de ağladım bir baktım oğlum delirmiş gibi sağa sola koşmaya başladı. 12 yaşındaydı oğlum ağlıyordu “Babamın intikamını alacağım” diyordu. Eve vardığımda avluda toplanan kadınları gördüm, onlara bağırdım “Oğlumu tutun, gitmesin bir yere” dedim. Sonrasında insanlar hep kaçtı ama ben kaçmadım. Cenazemiz iki gün taziye evinde kaldı, sonra onu Şırnak’a götürdüler. 15 gün hastanede kaldıktan sonra Cizre’nin bir köyünde toprağa verdiler. Hâlâ yasak devam ettiği için onu götürüp sakladılar, sonra “Kardeşi gelsin cenazesini alsın” dediler. Sonra ben babamın evine gittim, yedi ay Ağrı’da kaldım. Sonra kaynanam haber yollamış “Gidip cenazemizi alacağız” diye. Onu oradan getirmişler Cizre’deki şehitliğe gömmüşler, kanımız yerde kaldı. O devlete çok hizmet etti, askerliğini yaptı ama ne uğruna? Sonra da ‘Terörist’ denilerek evinin önünde öldürüldü. İnekleri ve hindileri bile öldürüp, neredeyse onları bile terörist diye adlandırdılar. Evlerimizi yıktılar. Benim mutfağımı yaktılar; buzdolabı, derin dondurucu, çamaşır makinesi, hepsini kırdılar. Sonrasında da hasar tespiti yapıp 21 bin TL verdiler.
Bu sokaklarda gezerken oğlum geliyor gözümün önüne…
Benim isteğim, barış olsun, hiç kimse öldürülmesin. Ama ben kardeşlik söylemlerine de inanmıyorum. Ben inanmıyorum ama bazı Kürtler inanıyor ve diyor ki ‘Kardeş olalım kimse ölmesin.’ Bu sokaklarda gezerken oğlum geliyor gözümün önüne, bu topraklarda insanların nasıl öldürüldüğü geliyor gözlerimin önüne. İnsanların öldürüldüğü sokaklara her gittiğimde ağlıyorum. Bodrumlar geliyor gözümün önünde içim yanıyor…