60 yaşındayım. Mardin’in Ömerli ilçesinde dünyaya geldim. Annem bir bahar sabahında dünyaya geldiğimi anlatırdı. Tahılları biçme zamanıymış bağ bahçe işleri varmış. Baharları otları biçiyoruz onları evde saklıyoruz. Koyunlarımız bağlarımız varmış. Dört kız dört erkek 8 kardeşiz. Bazılarımız okula gitti bazılarımız gidemedi. Çocukken hayvanları güderdik, oyunlar oynardık dağ bayır gezerdik. Çeşit çeşit oyunlar oynardık. O zamanlar hayat güzeldi, sonra büyüdük evlendik ve Nusaybin’e geldim.
Eşim akrabam değildi, başka köydendi. O zaman aşk yoktu. Babamız bizi evlendirdi. Biz dört kız kardeşi de babam evlendirdi. Bize sormuyordu, istiyor musunuz, istemiyor musunuz diye. Aşk yoktu. Eşim ve onun yeğeni birlikte bizim eve gelirlerdi. Ben evleninceye kadar da eşimi tanımıyordum, hangisi olduğunu bilmiyordum. Evlendiğimiz gün tanıştık. Beğendim veya beğenmedim artık birlikteydik… Evlendiğimde herhalde 21 yaşındaydım. Çocuklarım oldu sonra. Evlendikten sonra idare ediyorduk, ister istemez yoksulluk vardı. O zamanlar iş yoktu sonra çocuklarım oldu… Her yıl bir çocuk doğurdum peş peşe. Doğum kontrolü nedir bilmiyordum. Ne kadar çocuğumuz olsaydı o kadar iyiydi o zamanlar ama ara vermemiz gerekiyordu. Keşke bir iki yıl ara verebilseydim. Bilmiyorduk o zamanlar ne yapacağımızı. Beş erkek üç kız çocuğu doğurdum. Kızlarım evlendi, bir oğlum da evli, biri cezaevinde, bir diğeri de başka yerde.
İlk doğumu yaptığım zamanı hatırlıyorum. Çok utanıyordum. Şimdi ki gelinler babalarının evine gidiyorlar. Biz gitmiyorduk, biz utanıyorduk, babamız kardeşimiz bizi hamile olarak görmesin diyorduk. Annem beni görmeye geliyordu. Biz komşuyduk. Annem yanıma geliyordu. Biz doğum yaparken doktor yoktu, evde doğum yapardık. İlk doğumda İzmir’e gitmiştik orada çalışıyorduk eşim orada çalışıyordu. Ben çalışmıyordum. Evde midye yapıyordum eşimle, sonra eşim götürüp satıyordu onları. Onun dışında şoförlük yapıyordu başkasının arabasında.
İzmir’de dört yıl kaldık. İlk üç çocuğumu orada doğurdum. Sonra Nusaybin’e geldik. Biraz para biriktirmiştik ve onunla burada bir ev yaptık. 90’li yılları hatırlıyorum. O yıllarda biz de köydeydik. Ailem ve bütün akrabalarım köydeydi. Ben Nusaybin’deydim. Nusaybin’de de olaylar oldu. Hizbullah vardı. Biz onlara Sofi diyorduk. Çocuklarımız sabah evden çıktıklarında, biz diyorduk ki acaba akşam dönerler mi. Her gün 3-4 kişiyi öldürüyorlardı. Sofiler onları öldürüyordu. Ne istiyorlardı bilmiyoruz. Komşularımızdan da onlara katılanlar oldu, diğer mahallelerden de katılanlar vardı. Hizbullah çıktıktan sonra komşularımızdan da onlara katılıp yardım edenler oldu. Artık komşularımızdan korkuyorduk. Devlet onları [Hizbullah’ı] çıkardı. Devletin çıkardığını herkes biliyor! Şu anki IŞİD’e benziyorlardı. Devlet onlara yardım ediyordu. O dönem aynen şimdiki gibiydi. Sonra geçti. O dönemde benim ailemden kimse ölmedi. Komşularımızdan, mahallemizden bazı insanlar öldü. Onlar için açılan davalar sonuçlanmadı, suçlular bulunmadı ve kimseye ceza verilmedi. Suçlular birbirini tanıyordu, çarşıdan gelip geçiyorlardı ve kimse onlara bir şey demiyordu.
Sokağa çıkma yasakları: Biz bilmiyorduk kimin öldürülüp kimin öldürülmediğini.
İlk yasak hendeklerle başladı. Önce hendekler yaptılar devlet onlara karşı çıkmadı. Gençler hendekler kazıyorlardı polis arabaları köşelerde bekliyordu. Devlet onlara karışmıyordu. Eğer devlet ilk başta onlara siz neden hendek kazıyorsunuz, deseydi belki gençlerimiz gitmeyecekti. Onlar da hendek kazmayacaktı. Polisler köşelerde bekliyorlardı, gençler de hendekler kazıyordu. Polis karışmıyordu onlara hiçbir şey demiyordu. Polisler çatışma çıksın istiyorlardı. Şehir yıkılsın istiyorlardı. İnsanları öldürmek istiyorlardı. Siz yapın sonra biz de buraya gireceğiz, diyorlardı. Zaten güçleri yok diyorlardı, bizim gücümüz var toplarımız uçaklarımız tanklarımız var diyorlardı. Onlar şimdilik burada kalsınlar diyorlardı sonra biz onlara baskın yapacağız diyorlardı. Sonra 10-15 gün boyunca şiddetli bir şekilde baskın yaptılar ve insanlar korkup şehri terk etti.
Biz gençlere söylüyorduk hendekler kazmayın diye. Onlar da diyordu ki biz böyle yapıyoruz ki bir şeyler kazanalım. Biz baskı altındayız. Kimliğimiz yok, hiçbir şeyimiz yok, devlet baskındır devlet bize her şeyi yapıyor. Bize diyorlardı ki, devlet bize baskın yapacak o yüzden güvenliğimizi sağlamak zorundayız. Hatta köyler de bile hendek hazırladır, sonra biz burada kaldık yasak iki üç ay sürdü.
İkinci yasak başladığında televizyondan duydum. Yasak başladı, kimse evinden çıkmasın dediler. Polis sokakta anons yapıyordu, bağırıyorlardı “Kimse evinden çıkmasın!” diyorlardı. Dışarda olanlar öldürülüyordu. Bazıları evinin damındayken öldürüldü, çamaşırlarını sererken… Ben evin arkasında çamaşır seriyordum. Kurşunlar gelip yanımdan geçti yanımdaki demire çarptı. O anda kulübenin içine girdim. Birçok insan öldürüldü insanlar çok korkmuştu, sonra herkes kaçtı gitti… Bazıları evlerinde kaldı. Ben, kızım ve oğlum, çocuklarım kalmıştık. Benim ve onun da eşi yoktu. Çocuklar küçüktü, evimizden çıkmadık. Dördü çocuk altı kişiydik. Komşularımızdan da 1-2 kişi vardı.
Tekrar sokağa çıkma yasağı gelmesinden korktuğumuz için su ve yiyecek saklamıştık. 2-3 ay boyunca. Sonra suyumuz da yemeğimiz de bitti, elektriğimiz kesildi. Çocuklar su istiyordu, biz yok diyorduk. 15-20 gün boyunca susuz kaldık. Sonra yiyeceğimiz de bitti. Dışarıdaki polise sesleniyordum “Suyumuz yok, yiyeceğimiz bitti, tandırımız dışarda ekmek pişirmek istiyoruz!” diyordum. Bize izin vermiyorlardı, “İçeri girin!” diyorlardı. Küfür ediyorlardı. Defolun köpekler eşekler diyorlardı. Türkçe küfür ediyorlardı. İçeri girmek zorunda kalıyorduk. Ekmeğimiz yoktu, tandırımız dışardaydı, biz ekmek yapmak istiyorduk, onlar hayır diyorlardı. Bize kurşun sıkıyorlardı.
Keskin nişancılar dışardaydı, çıkamıyorduk, bize işkence ediyorlardı. Çocuklarımız öldürüldü, şehit oldu biz bütün dünyanın duymasını istiyoruz. Psikolojimiz bozulmuştu. Bir gece pencereyi açtım çok kötü bir koku geliyordu dışardan kimyasal silah kokuları geliyordu. Polis kimyasal silah bile kullandı.
Yasağın ilk gecesinde polis dedi ki evleri basacağız insanlar korkup evlerini terk ettiler. 12 gece boyunca evde kaldık, korkuyorduk silah sesleri hiç susmuyordu arabalardan çok panzerler vardı sokaklarda. Polis artık kapılarda nöbet tutuyordu. “Eğer çıkarsanız sizi öldüreceğiz!” diyorlardı. Tecavüz etmelerinden korkuyorduk. Diyorduk ki, onlar evleri basacak ve bize tecavüz edecekler… Açlığı ve susuzluğu artık hatırlamıyorduk sadece ondan korkuyorduk, bize tecavüz etmelerinden. Başımıza bir şey getirmelerinden korkuyorduk. Ben kendim için de kızım için de korkuyordum. Çocuklarımız küçüktü. Öldürülmek de vardı, tutuklanmak da tecavüze uğramak da. Her şey olabilirdi.
Biz bilmiyorduk kimin öldürülüp kimin öldürülmediğini. Televizyondan duyuyorduk öldürülenleri gençler öldürülüyordu askerler polisler öldürülüyordu. Şurada mayın patlamış diyordu, her şeyi televizyondan duyuyorduk. Biz her türlü eziyeti çektik, her şeyi gördük, ne yapabiliriz, çocuklarımız tutuklandı. Kardeşimin oğlu öldürüldü, onun cenazesini bulamadık. 20 yıl geçti üzerinden Diyarbakır Kulp taraflarında şehit olmuş. O zamanlar korucular vardı, askerler orada onu öldürmüş onu çukura gömmüşler, gidip cansız bedenini aradık. Onu aramaya giderken, dediler ki korucular sizi de öldürecek o zaman korkudan onu arayamıyorduk. O yüzden onu orada bıraktık cenazesini bulamadık, sonra yasak döneminde kız kardeşimin 20’li yaşlarında kızı vardı. Şırnak’ta şehit oldu. Onlarda cenazelerini aramaya gittiler cenazemizi istiyoruz dedik. Bize fotoğrafını gösterdiler. Baskında öldürmüşlerdi. Fotoğrafta ağzı yırtılmıştı, çıplaktı, ona her şey yapmışlardı. Şu an anlatamam. Fotoğrafını bize gösterdiklerinde, “Bir ay sonra karlar erisin gelin cenazenizi alın.” dediler ama sonra vermediler.
Çocuklarımızın hepsi kayıp, hiçbirinin mezarı yok! Onlar mezarlarımızdan da korkuyorlar, yer altındaki kemikler onlara ne yapabilir ki!
Bir kadını öldürüp çıplak bir şekilde sokağa attıklarında diyorum ki ne yapabilirsem yaparım, elimden ne gelirse… O kadar rahatsız oluyorum ki… Ama ben bu yaşlı halimle ne yapabilirim ki! Kendi çocuklarımızı görüyoruz televizyonlarda onların fotoğraflarını görüyoruz siz onları öldürdükten sonra neden işkence yapıyorsunuz, neden onları soyuyorsunuz, çıplak bir şekilde caddelerde yatırıyorsunuz. Neden böyle yaptıklarını anlamıyorum. Çok barbarlar, çok vahşiler! Yasaklardan sonra mezara gittik. Bayram için mezara gidecektik. Eşimin mezarına gidecektik. Sonra orada kendi gözlerimizle gördük, bir insanı öldürüp cesedini yakıp, onu asmışlardı. Onu mezarlıkta öldürüp yakmışlardı. Evet, kendi gözlerimizle bu insanı gördük. Birden polislerin geldiğini gördük, silahlarla taradılar bizi, çabuk buradan çıkın dediler. Elimde su şişesi vardı onu bile attım yere korkudan. Ramazan Bayramında mezarlıklarımızı ziyaret etmemize bile izin vermediler. Etrafımızı sarıp evimize kadar takip ettiler bizi. Yol boyunca tehdit ettiler bizi, dediler ki “Şu anda sizi tutabiliriz, kelepçeleyip cezaevine atabiliriz!”.
İnsanları öldürüp onların cesetlerini vermiyorlar. Ben herkes için istiyorum bunu, her cenazenin bir mezarı olmalı. Yeğenim öldü benim, kardeşimin çocuğu öldü, onların mezarları bile yok. Biz istemiyor muyuz onların bir mezarı olsun! Oraya gidip onları ziyaret edelim… Biraz olsun teselli olurduk. Ölmemiş gibi olurlardı o zaman. Çocuklarımızın hepsi kayıp, hiçbirinin mezarı yok! Onlar mezarlarımızdan da korkuyorlar, yer altındaki kemikler onlara ne yapabilir ki! Biz dün mezara gitmeye çalıştık, bir akrabamızın mezarına, şehit etmişlerdi… Bizi kovdular, gidin evinize, gidin diyorlar siz teröristlerin annesisiniz diyorlar. Biz terörist annesi değiliz. Mezarlıklara kamera takmışlar bizi kovuyorlar. Artık Nusaybin sokaklarında gezdiğimde her şey aklıma geliyor evlerimizi düşünüyorum, eski günleri, açlığımızı gördüğümüz zulümleri hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum. Her şeyi bizim gözümüzün önünde yaptılar.
Bir de ben Türkçe bilmiyorum, Türkçe konuşamıyorum. Bu yüzden beni öldürmeleri mi gerekiyor! Onlar benim kafama da sıksa ben onların dilini konuşmuyorum. Yasaktan sonra polis evimizi bastığında üst kattaydım, aşağıya indim kızımı görmek istedim o zaman. Bana çıkma dediler. Ben çıkacağım, dedim. Bana “Türkçe konuş!” dediler, ben “Türkçe bilmiyorum” dedim, “benim dilim bu!” dedim. Onlara “İçeri girin,” dedim, “bakın kimse yok” dedim, “biz iki kadınız eşlerimiz yok, bu dört çocukla bu kadın var, başka bir şey yok evde!” dedim. “Evde sizden başka kimse yok mu?” diye sordu, ben “Kimse yok, biz sadece anneyiz, iki kadınız, ikimiz de 100 erkeğe bedeliz.” dedim. Kimliğimizi istediler kimliğimi getirdim polise verdim, Ben bu kızın annesiyim dedim. Evimizi aradılar korkudan konuşamıyorduk, susun dediler bize defolun evden çıkın diyorlardı. Gözümüzden kaybolun diyorlardı. Ben nereye gideyim dedim kızım orada çocuklarım küçük korkuyorlar dedim. Polisler evimize geldiklerinde neden böyle yapıyorlar! O kadar aradılar o kadar şey yaptılar bir şey bulamadılar. Kasten yaptığımızı sanıyorlardı. Bize eziyet çektirmek ve üzülmemizi istiyorlardı.
Son olarak, annelerin yüreği yanmasın, artık acı çekmesinler istiyoruz. Artık dayanamıyoruz, takatimiz kalmadı. Bedenlerimiz acıya saplanmış, yürüyemiyoruz. Çocuklarımızın acısı, kaybettiklerimizin acısı içimize saplanmış, bu acıyı artık taşıyamıyoruz. Dünyanın düzelmesini istiyoruz artık bir şey olsun yardımlaşma olsun. Neden Kürtler zulüm görüyor, neden öldürülüyor, neden tutuklanıyorlar? Kimliğimizi istiyoruz, dilimizi istiyoruz. Ben dünyaya iyilik, güzellik gelsin istiyorum, barış gelsin istiyoruz! Anneler artık ağlamasın, artık yüreğimiz yanmasın! Herkese sesleniyoruz. Herkesin devleti var diyoruz, bizimki de olsun!